patlıcanın en güzel kısmı zarı... pütür pütür çatlak çatlak ergenlikte mi değil mi belirsiz bir
yavrunun puantiyeli eteği gibi titreyen, emildiğinde damağın üstünde sertleşme sonrası bir küçük Vekil'e bir karşısındaki kukuya baktıran, o döngele anını, ilk sokuş öncesindeki yerleştirmenin hoş tedirginliğini, o ana özgü ıslaklığı, sesleri, mimikleri, vücut sıvılarını hatırlatan zarı..." eski
demortolaglardan arvenna okama'nın çok hoş bir sözü var: kukuya cock'ı yerleştirdikten
sonra seks biter. o andan sonra artık kimse kimseyi sikemez."
hayatında tek kızı bile hoplatarak ağlatamamış erkeğin zavallığını düşündüğümde, aklıma zarı, o
en tatlı yeri alınmış patlıcan gelir. yüce rabbime isyan etmiş gibi olmayım ama, böyle ısırgan otu
kokan testisli erkeklerin neden dünya geldiğini, sağda solda adamım havaları eşliğinde pörsümüş
de olsa benim de bir sikim var diye gezdiğini düşünerek hiddetlenir, sonra bu kevaşe ibişlerin
doğduğunda babalarının "benim oğlum oldu" diye sevinirken yüzlerindeki tekerlekli
sandalyesini sürdüğü sümüğün kuruyup düştüğünü gören özürlü sevincini hatırlayıp üzülürüm. allah belanızı versin lan. sizin gibi iktidarsız ördekler yüzünden göller kurbağa osuruğu kokuyor. it.
seks bir hınçtır, öfkedir, öç almaktır ve hepsinden önemlisi iktidar savaşıdır. eskiler boşuna
dememişler, bağırta bağırta kanırta kanırta hoplatamayın erkeğin ruhundaki zevk suyu isilikleri yüzünden cehennemde sığırlar hıçkırır, ceylanlar boynuzlarını kendi götlerine sokmaya
çalışırmış.
arabayla normal hızda gidiyoruz. her şey normal aslında. yol, ben, o, direksiyon, sokaktaki
dallamalar, şehir, hiç birinde bir şey saklı değil, bir haber, mesaj taşımıyorlar. radyoda yaşar'dan
"aldanırım" çalıyor. uzun zamandır sessizdik. ama birdenbire hastalıklı, ruh sıkan bir sessizlik
peydah oldu, çok kısa bir an..."tek elinle el frenini okşa" dedim ona, "öbürüyle de kukunu ve
tüm bunları yaparken gözün küçük vekil'de olsun". tam da cahahaha" şeklinde gülerek "
yaaa tabi cnm" dedi. iki üç cümle kursam gene istediğimi yaptırırdım. üstün etkileme gücüm
sayesinde zor olmazdı bu. ama bazen buna vakit olmuyor. daha da önemlisi cümle kurmak,
karşısındakini yapmacık bir şekilde etkilemek istemiyor insan, daha bir kendi olası geliyor.
bir kadının ağzının ortasına aniden elinin tersiyle patlatmaktan daha rahatlatıcı çok az şey vardır
hayatta. vurdum. ve vurur vurmaz, o an, daha darbenin etkisi hissedilmeden, kafasını cama
çarpıktan sonra yavaşça ya da aniden, hangi vücut pozisyonları, ruh haliyle onu kaldırıp bana nasıl bakacağını hayal ettim. bir yazarın dediği gibi "günleri hatırlamayız. anları hatırlarız."
dediğimi yaptı. arka koltuktan havlu kağıtlar alıp ortasını delmesini istedim. yuvarlak. sebebini
sormadı. soramazdı. deldi. "yol boş. bomboş. bu araba kendi gider. önce şu peçeteleri yerleştir,
etrafa bir şey sıçramasın. ne kadar güzel yerleştirirsen senin için o kadar iyi olur. sıçrayanları yalatırım çünkü. sonra da kucağıma otur." yerleştirme pozisyonunda patlıcanın zarını düşündüm. uğraştık epey. elini devreye soktu. hem sokup hem yolu görmem gerektiğinden bu iş kolay olmadı. küçük vekil'in huysuzluk edip sıkılması, inmesi de söz konusuydu. o zaman çok daha sinirlendirdim tabi. ama oldu. yarım mil hoplattım onu. hafif sağa kaydırdığımdan yol konusunda da bir sorunum yoktu. ağlıyordu. bu işlem başlamadan önce mi ağlıyordu yoksa şimdi mi çözemedim. önemi yoktu ama. kukusu ceviz kıracağıyla sıkıştırılmış bir yavru gibi acı çekiyordu.
boşaldım. dikiz aynasına sıçrayan birkaç sempatik meni dışında temiz bir iş çıkarmıştık. onları da yalamaya kalktı. ödül ve ceza sistemine inandığımdan kulak arkasını kaşıyarak "seni
beğeniyorum" dedim ve buna izin vermedim. arabayı sağtım çektim sonra. ya da sola
bilmiyorum. nerede bir gürgen ağacı görsem, kendimi kaybederek altında birini hoplatmadan
duramam...bi daha inlettim onu.
okudum. yazar arkadaş belli ki, erkeklerin jedi ustası, bir halk kahramanı, el galaktikosu, dr manhattan ı.
üstelik hikayesinden arabası olduğu da anlaşılıyor.
bir insan ne kadar kıskanılabilirse o kadar kıskandım.