her an aklından geçen ve geçtikçe gülümseteni vardı. ve haliyle her an mütebessüm biri olmuştu.
uzaktadır çok uzakta...
her görüşmede ruhunu öyle sarıyor, öyle sevgisinden emin kılıyor ki; tebessümkar olmamak ne mümkün...
biliyor onun da oralarda, en zor şartlarda, vatani görevin yapılacağı en ağır ortamda dahi kendini hatırlayınca gülümsediğini.
gülümsediğinde gülümsediğimden emin ol demişti...
kahvesinden aldığı yudumu ağırca yutup tadını sindirirken yüzündeki gülümseyişin müsebbibinin resmini sehpaya incitmeden koyarken çalan kapıyı açmak üzere koridora yöneldi.
tam burada kucaklayıp mutluluktan uçururken 57 gün sonra hiç ayrılmamak üzere birleşeceklerinin sözünü vermişti. koridordan her geçiş o güne bir yaklaşıştı.
kapının açılmasıyla beliren şapkanın üzerindeki ay-yıldızı, sonrasında üzgün, bitkin ve metanetle dünyanın en zor işini yaptığının bilincinde olan yüzü...
sonrasında...
her an hatırlayış...
her an gülümseyiş...
ama... her biri bir öncekinden daha acı olan gülümseyiş...
her acı gülümseyiş; yüzüne tebessüm, damarlarına zehir veriyor, yüreğini dilik dilik ediyordu.
karşılaşılması halinde; insan vücudunun inanılmaz boyutlarda direnç gösterdiği hissiyat. his elle tutulmaz, gözle görülmez ama gerçek can acısı, yani et acısı daha önce karşılaşmadığınız bir boyutta kana karıştığında nesneleşir, insanı şaşırtır, ete kemiğe bürünür. zamane maydanoz romantiklerinin dillerine doladıkları aşk acısı vs laf-ı kelamlarına münasip bir yerinizle gülersiniz o hisle yoğrulurken. morfinmiş, (bkz: yeşil reçete) imiş, (bkz: kırmızı reçete) imiş, vız gelir tırıs gider. zordur velhasıl kelam bir o kadar da gerçek ve ilahi acıyı yaşamak atlatmak.
ağızı yaksa da alınan hazın onu bastırdığı tattır. acı yemenin acıyı dindirdiği söylenir.
mide hastalarının baş düşmanıdır, yemeleri durumunda mide kanamaları dahi görülmüştür.
rusça gorki demektir. maksim gorki çektiği keder ve acılardan mütevellit kendisine bu lakabı seçmiş. rus ama çok arabesk bir tarafı varmış. yaşasaydı ibo dinler çiköfte yerdik. o da bana yazdıklarından okurdu.
bazı türlerinde, gerçeğinin hiçbir zaman geçmediği, yalnızca zamanın elinden güncelliğini aldığı duyu.
üstünden yıllar geçtikçe ardından dahada uzaktan ama daha olgun bir sızıyla baktığınız olayların içindeki şey.
Rüyada acı bir şey yemek, birden sevinmek demektir. Bir söz veya işiteceği şeyler bu sevince de söylenecek neden olabilir. Rüyada acı çekmek tam aksi olarak yorumlanır. Duyulan acı büyük huzur ve mutluluğa işaret eder. Ellerdeki acı hissetmek bolluk olarak yorumlanır.
seni de vururlar bir gün ey acı
uçuşup durduğun kanatlarından
sazın sözün türkülerin tükenir
ellerin koynunda kalakalırsın
şakaklarına kar yağıyor bilesin ey acı
gül açan yüzlerimizde
göğeriyor rengin senin de
biz seni
tâ eskiden tanırız hani
göğüslerimize taş olur inerden
avuçlarımızda hira dağıydın
al atların tan yerine ayarlanmış yelelerinde
akdeniz rüzgarlarına karışan sendin
biliyorum
hiçbir tarıh yazmayacak ve bir
sır gibi kalacak yakılan kitaplarda
göbek bağı anasından henüz çözülmemiş
bebelerimize mitralyözlerin okyanus ötesinden
ayarlandığını
seni de yakarlar bir gün ey acı
bir taptuk kul gözlerinden vurursa
parmakların eğri ağaç tutmaz
çığlıkların çağlar aşar duymazsın
ve ben biliyorum
örümceği, mağarayı, güvercini, asâyı
ve ibrahim'in baltasını
biliyorum
nereden başladı bu kesik dans
ve bu dansa karşı afyonlanmış hecin yüzlü
insanlar kim?
kim kimin yanında
kim kimin karşısında
meclis kürsüsünden konuşan bu adam kim
üsküdür kız lisesinde okuyan genç kız
çantasında kimin fotoğrafını taşıyor
kadıköy vapurunda sigara tüttüren delikanlılar
neden gülüyorlar ki
seni de vururlar bir gün ey acı
filistin'de sapan taşlı çocuklar
dalın, kolun, fidelerin, budanır
kuru bir kütükle kalakalırsın
öyle bakmayın balkonlarınızdan
fırat nehri ayrılık çıbanına tutuldu,
damarlarımızı yırtıyor
tuna nehri, onulmaz boşnak sızıları
pompalıyor yüreğimize
pilevne türküleri ağıtlara dönüşürken,
çeçenya'da yiğitler
inancın emeğin/ve aşk'ın
kılcal damarlarına ulanıp sustular...
ve ne bağdat'tan
ne şam'dan
ne mekke'den
ne diyarıbekir'den
ne istanbul'dan
ne buhara'dan
bunca telefon direğine rağmen kimse kimseyi
duymuyor
seni de vururlar bir gün ey acı
halepçe'de soldurulmuş gül gibi
bu sevdaya düşsen, sen de yanarsın
suskun, sıcak, uzun yaz geceleri
ve siz
ey analar,
hani siz, gecelerinizi böler, çocuklarınıza ninniler
söylerdiniz
hani siz, fatihler doğururdunuz...
gelin-kızların giysileri kirletildi
çocuklar hep yetim kaldı
'elem yecidke yetimen feava'
ve ben biliyorum
ben biliyorum
istanbul'un
bağdat'ın
diyarıbekir'in
mekke'nin
buhara'nın
birbirine nasıl bağlandığını, nasıl çözüldüğünü/sonra
ey insan
ey insanlık
ayağa kalk
kolları ve bacakları budanmış delikanlıları
boyunları gövdelerinden ayrılmış insanları
gözleri uyur gibi kapanmış, kan pıhtıları içindeki bu
çocukları
gelişmiş laboratuarlarınızda dikkatle inceleyin
ve bir gün
bu dünya
gül bahçesine dönecek
bunu böyle bilin/ ve
unutmayın
bu yüzyılda iz bırakmayınca izi de kalmayan birşey acı. acılarını da tutkuyla yaşayan insanlara bile imreniyorum hatta. onlar aşkıda tutkuyla yaşadılar çünkü. hayatı da tutkuyla kucakladılar.
dilimizin algıladığı ızdırap veren tad. ızdırap verdiğini bile bile yenildiği için, acı çekmekten zevk duyma diye tabir edilen mazoşistlik yanımızı ortaya çıkaran lezzet. iştah açıcıdır, bazıları için vazgeçilmezdir. ***