türk dil kurumu tarafından "yön,anlayış biçimi" olarak tanımlanmış kelime, kavram. Açı'daki - matematiksel anlamda- "doğru"lar birbirlerini keserler yani içiçe geçmiş durumdadırlar. Bu anlamda bir konuya "geniş açı"dan yaklaşmak terimi yanlıştır. Çünkü gerçek anlamıyla konunun bütünselliği de hesaba katılırsa o konuya başka bir açıdan bakmaya gerek yoktur. Ortada kavram karmaşası da buradan başlar. Oradaki gereksinim yeni bir açı değil, yeni bir yaklaşımdır.
dişini sıkarsın. gözünden yaş damlamasın diye bi yere odaklanır, bakarsın. yutkunamassın. sanki kızgın bir bıçakla göğsüne çizik atıyorlarmış gibi hissedersin ama gözünden dökülen yaşlar o ateşi söndürebilemez. için bazı şeyleri kaldırabilemez. üç harfin oluşturduğu koca bir sözcüğü anlatmaya cebindeki kırık, dökük, eskimiş kelimelerin yetebilemez. susarsın...
herşey üst üste gelirken yapamadıklarının toplamıdır.
gözünü kapatıp beklemektir o son darbeyi. ya da milyonlarca yıl gibi süren biriktirdiklerinle saf ve keskin bir kusmuk kokusu gibi karşılaşıvermektir.
acıdan ölünür mü diye düşünmektir ve hiçbirzaman bu acının öldürmeyeceğini bilmektir.
hayattan uzaklaşmak ve hiç yaşamamış olmayı istemektir. bir dakikasını bile özlemeden dünyanın..ağlamak için bile çok geç olduğunu farketmektir son köşeden sessizce dönerken.
boğazındakiler, endişeler, hüzünler ve bir safran halindeki acı. artık vazgeçişin son demlerini yaşarken bir tuhaf rahatlamadır belki de acı.. ya da tüm dünya yıkılırken ıslıklar çalarak eller cepte yürüyebilmek.. ağlarken daha mı küçülüyormuyum acaba diye aynaya bakabilmek; acıyı görmek gözlerinde ve daha derininde. ve hiçbir zaman çıkmayacağını anladığın bir leke gibi gözlerinde..
artık ne kadar gülsen de silinmez bu izler diye düşünmek.. ve acının izlerine dokunmak.. her izde yabancılaşmak kendine. ve her gözyaşında kaçmak kendinden çığlıklarla.. yaralı bir kalple neler yapılırsa onları yapmak. kırık dökük bi hayattan arta kalanı ellerinde tutmak..
ve hep acı, hep keskin, hep acıtan.. kimseciklerin bilmediği, göremediği, gösteremediğin acın.. boyundan büyük, yaşından büyük, tuzlu damlalar arasında boğazı yakan acım...
yayınlarının kapağında insan gözü mü yoksa öküz gözü mü olduğunu anlayamadığım kocaman bir göz bulunan, deneme sınavı çözüm kitapçığındaki açıklamaları insanı yaran nitelikte olan, gayet hoş sorular içeren yayın.
herkesin mutlaka yaşadığı kavram. kavram kargaşaları içinde hep acıyı dilde ki tat olarak görüyoruz ama, gerek dil de, gerek kalp te, nerde hissedilirse hissedilsin çok acı olduğu gerçeği var elbette. birde, onu yaşayarak çelik olduğumuz.
doğal uyuşturucudur. sizi bazen maddi bazen de manevi bir şekilde ziyaret ettiğinde , konakladığı yer dışında bir şey düşünemessiniz. mesela dişin ağrıdığı zaman kıyamet kopsa umrunda olur mu? şu aklından çıkarmadığın eski ya da yeni sevgilin ne kadar beynini meşgul eder ?
aynı şekilde manen geldiğinde de maddi dünya ile ilişkini keser. aşk acısı çeken biri tayyibi veya baykal'ı ne kadar umursar, atılan hangi gol onu heyecanlandırabilir.
acı çekmek hepimizin şüphesiz fellik fellik kaçtığı bir şey ama eğer acıya katlanabilir ve onla yaşayabilirsen dünya senin için o kadar küçülür ki.
Shadowlands isimli filmdeki yazar' ın söylediği gibi, "Tanrı bizi bir heykel gibi yontuyor. Bizi biraz daha güzelleştirmek ve inceltmek için vurduğu çekiç darbeleridir acı..."