ayşe kulin

entry101 galeri8
    75.
  1. kavram kargaşası yaşayan yazar. biyografik roman sever biri olarak bir kaç kitabını okudum. beğendim ama yetişme ortamından mıdır nedir bence yanlış olan "şey" i kendisi de yanlış buluyor ama hemen ardından savunur cümleler kuruyor. ali ismail' nin ölümüne üzülüp, sayısız insanı katledenlerin safında olan birine o ya da bu şekilde "sempati" duyup hayatını yazma isteği bana samimi gelmiyor. normal ve sağlıklı olmayan bir şeyi çok normalmiş gibi gösterip üzerine kitaplar yazmak, elbette o yazarın bileceği iş ama yanlış! yönlendirilmeye çok açık bir kitleye hitap ediyorsan yazdığına çizdiğine biraz olsun dikkat etmek gerekir.
    0 ...
  2. 74.
  3. bazı açıklamalarını menepozluğuna verdiğim kadıdnır yoksa huysuzluğunamı? bilemedim şimdi ama ikisininde yaşlılıktan kaynaklı olduğunu düşünüyorum.
    0 ...
  4. 73.
  5. Ne kadar sanat yoksunu romanlar yazdigiyla ilgili konustum hep. Simdi ise karakteriyle ilgili de konusma olanagi vermis tabiri caizse "yazarimsi".
    1 ...
  6. 72.
  7. entrikası bol romanlar yazan yazar. kendisi hakkındaki tüm pozitif düşüncelerim bir anda tersine döndü. üşenmesem bu düşünceler doğrultusunda yazdığım entryleri de sileceğim.
    1 ...
  8. 71.
  9. ermenilerin katledilmesi hakkında ileri geri konuşan aydınımsı.
    0 ...
  10. 70.
  11. "biz ermenileri durup dururken kesmedik" diyen
    zavallı cehalet yazarı vasat gerzek ayşe kulin'e
    hektor vartaryan'ın eze eze ayşe kulinin
    cahaletini suratına vura vura ders verdiği yazı
    "ben ermenileri çok severim ama o bir tehcir
    olayıdır. savaşta yaşanmış bir olaydır. savaşta yaşananlara soykırım demek zor. yahudilerinki
    gibi gidip durup dururken biz onları kesmeye
    başlamadık." tırnak içinde aktardığım sözler, 3 şubat’ta enver
    aysever’in “aykırı sorular” programına
    katılan, “best-seller” yazarımız ayşe kulin’e ait.
    ki siz de muhakkak haberdar olmuşsunuzdur.
    kulin’in katıldığı bir televizyon programında
    zikrettiği bu cümleler, sığlığın ve resmi söylemce sakatlanmış bir dimağın dışa vurumudur.
    bireysel olarak konuşan kulin’in kendisi olsa da,
    aslında dile gelen toplumdaki genel geçer
    ruhiyetin ahvalidir. nasıl incindim tarif edemem. beni inciten tabi ki
    ayşe kulin gibi vasata hitap eden bir yazarın
    söylemi değil, bir acının hodbince
    sömürülmesidir. "biz onları gidip durup
    dururken kesmedik"sözündeki pervasızlığı nasıl
    ele alsam bilemedim. "ermenileri çok severim"cümlesiyle başlayan bir paragrafın
    "kesmek"eylemiyle bitişi sevmek sözcüğünün
    manasını silip süpürüveriyor. asırlık trajedileriniz,
    mermer tanrıçaların yüzlerinden aşırma bir
    soğukkanlılıkla, "boşu boşuna kesmedik"
    cümlesinin ürperticiliğinde gamsız ağızlara meze olabiliyor. neresinden tutarsanız tutun cehalet bezeli ve
    hitap ettiği kitlenin kültürsüzlüğüne güvenerek
    dillendirilmiş basit açıklamalar bunlar. "savaşta
    yaşananlara soykırım demek zor"cümlesini ele
    alalım. tarihteki en büyük soykırımların savaşlar
    esnasında yaşandığını göz önüne aldığımızda ne denli yanlış bir çerçeveden bakıldığını idrak
    edeceğiz. pek az soykırım vardır ki savaş
    esnasında yaşanmamıştır. örneğin, ispanyolların
    güney amerika’da gerçekleştirdiği kitlesel
    katliamlar taraflar arasında resmi bir savaş ilanı
    olmadan gerçekleşti. f. pizarro önderliğindeki ispanyol işgalciler inka bölgesini ele geçirdiler.
    yeni bir ispanya kurmak adına yerel halkı
    acımasızca katlettiler. 1542 yılında peru
    valiliği’nin kurulmasına dek isyan eden inkaları
    bastıran ispanyollar 1572’ de vilcabamba’daki
    son inkaların düşüşü ile inka medeniyetini bitirmiş oldular. işgal durumunda yaşanan bir
    soykırım örneğidir ispanyolların güney
    amerika’yı işgali. ya da ruwanda’da
    gerçekleşen tutsi soykırımı’nı ele alalım. yine
    birbirlerine uluslararası hukuk çerçevesinde
    savaş ilanında bulunmamış taraflar arasında vuku bulan üzücü bir kıyımdır. fakat bu acı
    katliamı bu şekilde ele alsak dahi bir iç savaş
    olduğu gerçeğini yadsıyamayız. zaten tarihteki
    soykırım pratiğine baktığımızda aşağılık
    katliamcılar planlarını uygulamak için savaşları ve
    siyasi istikrarsızlıkları bir fırsat olarak görmüşlerdir. "savaşta yaşananlara soykırım
    demek zor" savını ciddiye almak bir hayli güç. kulin "biz ermenileri yahudiler gibi durup
    dururken kesmedik"diyerek yakın dünya tarihi
    düzleminde yanlış bir değerlendirmede de
    bulunuyor. hitler almanyasının yahudileri durup
    dururken "kestiğine"inanmak tam manasıyla
    aymazlık. tabanda müthiş bir örgütlenmeyle yükselen nazilerin ilk amacı, almanya’yı versay
    antlaşması’nın zincirlerinden kurtarmak ve saf
    nordik-aryen ırkını yaratmaktı. dünya’daki
    büyük buhran’ın yıkıcılığı ve 1. dünya savaşı
    sonrası almanya’nın sosyo-ekonomik durumu
    yaygın işsizlikle birleşince, yahudiler hedef haline geldiler. kulin’in iddia ettiği üzere yahudiler
    durup dururken "kesilmemiştir." nazi
    harekatı’nın uzun yıllar boyunca planladığı ve
    ikinci dünya savaşı’nı fırsat bilerek uyguladığı
    zelil bir soykırımın kurbanı olmuşlardır. tıpkı biz
    ermenilerin, ittihat ve terakki cemiyeti tarafından yıllarca planlanan (1- anadolu’yu
    müslümanlaştır, 2- anadolu’yu türkleştir) ve 1.
    dünya savaşı’yla birlikte almanların gözetiminde
    gerçekleştirilen soykırımın kurbanı olduğumuz
    gibi. yahudi ve ermeni soykırımları bir birinden
    farklı değil bilakis birbirleriyle örtüşen soykırımlardır. iki imparatorluk, iki mazlum halk,
    iki dünya savaşı, iki ırkçı parti ve iki acı soykırım. türkiye toplumunun geneline hakim olan ve son
    derece yaygın olan bir başka yanlışı da
    dillendiriyor kulin. konuşması adeta bir “resmi
    klişeler geçiş töreni”ni andırıyor. “.ama o bir
    tehcir olayıdır.”tehcir bir halkı yaşadığı
    topraklardan yani doğal habitatından koparıp ihraç etmektir. tehcirin sanki soykırımdan daha
    makul, daha acısız bir eylem olduğu izlenimine
    kapılmak ve bu izlenimin yaratılışında rol
    oynamak vicdansızlıktır. yurtlarından sürülmüş,
    nereye gidecekleri belli olmayan, ceplerinde
    paraları olmayan, saldırıya, tecavüze ve açlığa karşı savunmasız olan insanları "kesmemeniz"
    onları öldürmediğiniz anlamına gelmez. üç
    dindeki meşhur hikayedeki gibi yusuf’u kuyuya
    atan kardeşleri kalkıp "yusuf’u biz öldürmedik,
    kuyu öldürdü"deme lüksüne sahip midir?
    ermeni soykırımı’nda aç karna yürümekten ve hastalıktan ölenlerin sayısı "kesilerek" ölenlerin
    sayısından daha fazladır. keza yahudi
    soykırımı’nda da açlıktan ölen yahudiler’in
    sayısı bir hayli fazladır. kulin ve toplumumuzdaki
    kulingillerin fantezi dünyalarında soykırım
    mutlaka "kesmek" fiiline karşılık gelir. "bestseller" yazarımız soykırım teriminin ne
    manaya geldiğini bilmeden değerlendirmelerde
    bulunsa da; birleşmiş milletler ve uluslararası
    kavramlar açısından terim bazı unsurlara tabidir.
    bu unsurların bir tanesi dahi tek başına
    mevcutsa; soykırım suçu vücut bulur. birleşmiş milletler genel kurulu’nun 9 aralık
    1948 tarihli ve 260 a (iii) sayılı kararıyla kabul
    edilen ve 12 ocak 1951’de yürürlüğe giren
    sözleşmenin 2. maddesi soykırım suçunu
    oluşturan unsurları sayar: madde 2 soykırımı oluşturan eylemler; bu sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal
    veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen
    ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki
    fiillerden her hangi biri, soykırım suçunu
    oluşturur. a) gruba mensup olanların öldürülmesi; b) grubun mensuplarına ciddi surette bedensel
    veya zihinsel zarar verilmesi; c) grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel
    varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak,
    yaşam şartlarını kasten değiştirmek, (grubu
    doğal habitatından koparmak); d) grup içinde doğumları engellemek amacıyla
    tedbirler almak; e) gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba
    nakletmek; ikinci maddenin c bendini ele aldığımızda ayşe
    kulin ve tayfası’nın "soykırım değil tehcirdir"
    savunusu da hükümsüz kılınmaktadır.
    gözünüzün önüne vatanlarından, bildikleri
    topraklarından koparılarak suriye çöllerine
    sürülen ermenileri getirmenizi rica ediyorum bir an. yol, iz bilmediğiniz bir coğrafya. yolda
    yitirdiğiniz yakınlarınızın acısı hala tazecik
    duruyor içinizde. açsınız ve her türlü saldırıya
    açıksınız. böyle düşününce tehcir mazur
    görülebilir bir yaptırım mıdır? bugün suriye’deki
    iç savaştan kaçıp türkiye’ye sığınan 500. 000 civarı mültecinin, kamplarda barınmalarına ve bm
    ve türkiye’den gördükleri desteğe rağmen ne
    kadar zor durumda olduklarına şahidiz.
    yaşadıkları dram içimizi parçalıyor değil mi? bir
    de 100 yıl önce suriye’ye sürülen ermenileri
    düşünün. mülteci kampları yok, kızıl haç yok, bm yok, suriye’nin garantörlüğü yok, hukuk yok.
    bu şartlar altında ermenilerin yaşadıklarının
    tehcir olduğunu kabul etsek bile bu bizi
    sorumluluktan kurtarır mı? ailesi, soykırıma kurban giden ermenilerin
    mallarıyla oluşturulan emval-i metruke’den
    yolunu bulmuş bir beyaz-türk hanımefendinin
    "soykırım vardır"demesini beklemiyorum zaten.
    önemsemiyorum da. ermeni soykırımı’nın 100.
    yılına yaklaştığımız şu zaman diliminde bu tür açıklamaların çoğalacağını ve türk resmi tezi’ni
    savunan kampanyaların zirve yapacağını
    öngörebiliyorum. lakin beni asıl huzursuz eden
    bunları öngörebilmek de değil dostlarım. ben insanların yaşadığı onulmaz acıların "ermeni
    olayı", "ermeni hadisesi" gibi yavan kavramların
    sığlığına peşkeş çekilmesine katlanamıyorum.
    büyük trajedilerin bir olaya indirgenmesini
    alçaklık addediyorum. ayşe kulin gibilerin söze "ermenileri severim"
    diyerek başlamalarına dayanamıyorum. keşke
    dürüst olabilseler. keşke ermenilerin acılarını
    paylaşmak yahut inkar etmek için ermenileri
    sevmelerinin gerekmediğini idrak edebilseler. keşke “soykırım” yahut “tehcir” hakkında
    konuşurken acıya karşı vakur durmayı
    öğrenebilseler. onlarcakitap yazmış bir insanın
    "sevmek"le başlayan bir cümleyi büyük bir
    ruhsuzluk örneği sergileyerek ve umursamazca
    "kesmek"fiiliyle bitirebilmesi ne acı. belki de ben "best-seller"ların dilini
    anlayamıyorumdur. belki de çok satmanın
    formülü toplumun ezberlerine ve sığlık
    odaklarına hitap ederek yazmaktır. belki de yüzleşilmeyen onca acıdan sonra
    elimizde kalan budur: birbirlerinin acılarına
    eğilemeyen insanlardan mütevellit, ruhsuz bir
    toplum.
    1 ...
  12. 69.
  13. "Biz Ermenileri durup dururken kesmedik" diyen Zavallı cehalet yazarı vasat Ayşe kulin'e Hektor Vartaryan'ın eze eze ayşe kulinin cahaletini suratına vura vura ders verdiği yazı
    "Ben Ermenileri çok severim ama o bir tehcir olayıdır. Savaşta yaşanmış bir olaydır. Savaşta yaşananlara soykırım demek zor. Yahudilerinki gibi gidip durup dururken biz onları kesmeye başlamadık."

    Tırnak içinde aktardığım sözler, 3 Şubat’ta Enver Aysever’in “Aykırı Sorular” programına katılan, “best-seller” yazarımız Ayşe Kulin’e ait. Ki siz de muhakkak haberdar olmuşsunuzdur. Kulin’in katıldığı bir televizyon programında zikrettiği bu cümleler, sığlığın ve resmi söylemce sakatlanmış bir dimağın dışa vurumudur. Bireysel olarak konuşan Kulin’in kendisi olsa da, aslında dile gelen toplumdaki genel geçer ruhiyetin ahvalidir.

    Nasıl incindim tarif edemem. Beni inciten tabi ki Ayşe Kulin gibi vasata hitap eden bir yazarın söylemi değil, bir acının hodbince sömürülmesidir. "Biz onları gidip durup dururken kesmedik"sözündeki pervasızlığı nasıl ele alsam bilemedim. "Ermenileri çok severim"cümlesiyle başlayan bir paragrafın "kesmek"eylemiyle bitişi sevmek sözcüğünün manasını silip süpürüveriyor. Asırlık trajedileriniz, mermer tanrıçaların yüzlerinden aşırma bir soğukkanlılıkla, "boşu boşuna kesmedik" cümlesinin ürperticiliğinde gamsız ağızlara meze olabiliyor.

    Neresinden tutarsanız tutun cehalet bezeli ve hitap ettiği kitlenin kültürsüzlüğüne güvenerek dillendirilmiş basit açıklamalar bunlar. "Savaşta yaşananlara soykırım demek zor"cümlesini ele alalım. Tarihteki en büyük soykırımların savaşlar esnasında yaşandığını göz önüne aldığımızda ne denli yanlış bir çerçeveden bakıldığını idrak edeceğiz. Pek az soykırım vardır ki savaş esnasında yaşanmamıştır. Örneğin, ispanyolların Güney Amerika’da gerçekleştirdiği kitlesel katliamlar taraflar arasında resmi bir savaş ilanı olmadan gerçekleşti. F. Pizarro önderliğindeki ispanyol işgalciler inka bölgesini ele geçirdiler. Yeni bir ispanya kurmak adına yerel halkı acımasızca katlettiler. 1542 yılında Peru Valiliği’nin kurulmasına dek isyan eden inkaları bastıran ispanyollar 1572’ de Vilcabamba’daki son inkaların düşüşü ile inka medeniyetini bitirmiş oldular. işgal durumunda yaşanan bir soykırım örneğidir ispanyolların Güney Amerika’yı işgali. Ya da Ruwanda’da gerçekleşen Tutsi Soykırımı’nı ele alalım. Yine birbirlerine uluslararası hukuk çerçevesinde savaş ilanında bulunmamış taraflar arasında vuku bulan üzücü bir kıyımdır. Fakat bu acı katliamı bu şekilde ele alsak dahi bir iç savaş olduğu gerçeğini yadsıyamayız. Zaten tarihteki soykırım pratiğine baktığımızda aşağılık katliamcılar planlarını uygulamak için savaşları ve siyasi istikrarsızlıkları bir fırsat olarak görmüşlerdir. "Savaşta yaşananlara soykırım demek zor" savını ciddiye almak bir hayli güç.

    Kulin "Biz Ermenileri Yahudiler gibi durup dururken kesmedik"diyerek yakın dünya tarihi düzleminde yanlış bir değerlendirmede de bulunuyor. Hitler Almanyasının Yahudileri durup dururken "kestiğine"inanmak tam manasıyla aymazlık. Tabanda müthiş bir örgütlenmeyle yükselen Nazilerin ilk amacı, Almanya’yı Versay Antlaşması’nın zincirlerinden kurtarmak ve saf Nordik-Aryen ırkını yaratmaktı. Dünya’daki Büyük Buhran’ın yıkıcılığı ve 1. Dünya Savaşı sonrası Almanya’nın sosyo-ekonomik durumu yaygın işsizlikle birleşince, Yahudiler hedef haline geldiler. Kulin’in iddia ettiği üzere Yahudiler durup dururken "kesilmemiştir." Nazi Harekatı’nın uzun yıllar boyunca planladığı ve ikinci Dünya Savaşı’nı fırsat bilerek uyguladığı zelil bir soykırımın kurbanı olmuşlardır. Tıpkı biz Ermenilerin, ittihat ve Terakki Cemiyeti tarafından yıllarca planlanan (1- Anadolu’yu Müslümanlaştır, 2- Anadolu’yu Türkleştir) ve 1. Dünya Savaşı’yla birlikte Almanların gözetiminde gerçekleştirilen soykırımın kurbanı olduğumuz gibi. Yahudi ve Ermeni Soykırımları bir birinden farklı değil bilakis birbirleriyle örtüşen soykırımlardır. iki imparatorluk, iki mazlum halk, iki Dünya Savaşı, iki ırkçı parti ve iki acı soykırım.

    Türkiye toplumunun geneline hakim olan ve son derece yaygın olan bir başka yanlışı da dillendiriyor Kulin. Konuşması adeta bir “resmi klişeler geçiş töreni”ni andırıyor. “.ama o bir tehcir olayıdır.”Tehcir bir halkı yaşadığı topraklardan yani doğal habitatından koparıp ihraç etmektir. Tehcirin sanki soykırımdan daha makul, daha acısız bir eylem olduğu izlenimine kapılmak ve bu izlenimin yaratılışında rol oynamak vicdansızlıktır. Yurtlarından sürülmüş, nereye gidecekleri belli olmayan, ceplerinde paraları olmayan, saldırıya, tecavüze ve açlığa karşı savunmasız olan insanları "kesmemeniz" onları öldürmediğiniz anlamına gelmez. Üç dindeki meşhur hikayedeki gibi Yusuf’u kuyuya atan kardeşleri kalkıp "Yusuf’u biz öldürmedik, kuyu öldürdü"deme lüksüne sahip midir? Ermeni Soykırımı’nda aç karna yürümekten ve hastalıktan ölenlerin sayısı "kesilerek" ölenlerin sayısından daha fazladır. Keza Yahudi Soykırımı’nda da açlıktan ölen Yahudiler’in sayısı bir hayli fazladır. Kulin ve toplumumuzdaki Kulingillerin fantezi dünyalarında soykırım mutlaka "kesmek" fiiline karşılık gelir. "Bestseller" yazarımız soykırım teriminin ne manaya geldiğini bilmeden değerlendirmelerde bulunsa da; Birleşmiş Milletler ve Uluslararası kavramlar açısından terim bazı unsurlara tabidir. Bu unsurların bir tanesi dahi tek başına mevcutsa; soykırım suçu vücut bulur.

    Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli ve 260 A (III) sayılı Kararıyla kabul edilen ve 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren sözleşmenin 2. Maddesi soykırım suçunu oluşturan unsurları sayar:

    Madde 2

    Soykırımı oluşturan eylemler;

    Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri, soykırım suçunu oluşturur.

    a) Gruba mensup olanların öldürülmesi;

    b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;

    c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek, (grubu doğal habitatından koparmak);

    d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;

    e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek;

    ikinci maddenin C bendini ele aldığımızda Ayşe Kulin ve Tayfası’nın "Soykırım değil tehcirdir" savunusu da hükümsüz kılınmaktadır. Gözünüzün önüne vatanlarından, bildikleri topraklarından koparılarak Suriye çöllerine sürülen Ermenileri getirmenizi rica ediyorum bir an. Yol, iz bilmediğiniz bir coğrafya. Yolda yitirdiğiniz yakınlarınızın acısı hala tazecik duruyor içinizde. Açsınız ve her türlü saldırıya açıksınız. Böyle düşününce tehcir mazur görülebilir bir yaptırım mıdır? Bugün Suriye’deki iç savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan 500. 000 civarı mültecinin, kamplarda barınmalarına ve BM ve Türkiye’den gördükleri desteğe rağmen ne kadar zor durumda olduklarına şahidiz. Yaşadıkları dram içimizi parçalıyor değil mi? Bir de 100 yıl önce Suriye’ye sürülen Ermenileri düşünün. Mülteci kampları yok, Kızıl Haç yok, BM yok, Suriye’nin garantörlüğü yok, hukuk yok. Bu şartlar altında Ermenilerin yaşadıklarının tehcir olduğunu kabul etsek bile bu bizi sorumluluktan kurtarır mı?

    Ailesi, soykırıma kurban giden Ermenilerin mallarıyla oluşturulan Emval-i Metruke’den yolunu bulmuş bir Beyaz-Türk hanımefendinin "soykırım vardır"demesini beklemiyorum zaten. Önemsemiyorum da. Ermeni Soykırımı’nın 100. yılına yaklaştığımız şu zaman diliminde bu tür açıklamaların çoğalacağını ve Türk Resmi Tezi’ni savunan kampanyaların zirve yapacağını öngörebiliyorum. Lakin beni asıl huzursuz eden bunları öngörebilmek de değil dostlarım.

    Ben insanların yaşadığı onulmaz acıların "Ermeni olayı", "Ermeni Hadisesi" gibi yavan kavramların sığlığına peşkeş çekilmesine katlanamıyorum. Büyük trajedilerin bir olaya indirgenmesini alçaklık addediyorum.

    Ayşe Kulin gibilerin söze "Ermenileri severim" diyerek başlamalarına dayanamıyorum. Keşke dürüst olabilseler. Keşke Ermenilerin acılarını paylaşmak yahut inkar etmek için Ermenileri sevmelerinin gerekmediğini idrak edebilseler.

    Keşke “soykırım” yahut “tehcir” hakkında konuşurken acıya karşı vakur durmayı öğrenebilseler. Onlarcakitap yazmış bir insanın "sevmek"le başlayan bir cümleyi büyük bir ruhsuzluk örneği sergileyerek ve umursamazca "kesmek"fiiliyle bitirebilmesi ne acı.

    Belki de ben "best-seller"ların dilini anlayamıyorumdur. Belki de çok satmanın formülü toplumun ezberlerine ve sığlık odaklarına hitap ederek yazmaktır.

    Belki de yüzleşilmeyen onca acıdan sonra elimizde kalan budur: Birbirlerinin acılarına eğilemeyen insanlardan mütevellit, ruhsuz bir toplum.
    *
    1 ...
  14. 68.
  15. Yazdığı romanlar her zaman okuması olan iyi yazar.
    0 ...
  16. 67.
  17. “ Bir çocuğun dövülerek öldürüldüğü bir ülkede yaşamak bana utanç veriyor” demiş yazardır.

    http://www.hurriyet.com.tr/kultur-sanat/25732452.asp
    1 ...
  18. 66.
  19. Benimle onun arasında kaldıysan, onu seç! Çünkü beni gerçekten sevseydin, beni seçenek yapmazdın.
    0 ...
  20. 65.
  21. Veda kitabı 2. sayfada "yüksünmek" fiilinin ne olduğunu bilmeden yanlış anlamda kullanan yazar(!)
    1 ...
  22. 64.
  23. sık yazan ve çok satan hemen her yazar gibi vasat, yavan, edebiyat sanatından ve uğraşından bir hayli uzaktır.
    3 ...
  24. 63.
  25. Bir kadının sana aşık olduğunu şuradan anlarsın: seni koklayarak öper."
    1 ...
  26. 62.
  27. nedense kitapları, kamusal alanlarda hep cadaloz tiplemelerin elinde olan yazardır.

    vesselam...
    2 ...
  28. 61.
  29. 60.
  30. Kendisine iyi hikayeler bulan fakat okuruna basit bir dil ve anlatımla aktaran kolaycı yazar. Bence okumayı alışkanlık edinmiş her orta yaşlı bayan onun yazdığı ölçüde kitaplar yazabilir. Canan Tan var bir de bunun kopyası. Filme çekilince daha da rant sağlıyorlar. Piyasa yazarları sizi.
    1 ...
  31. 59.
  32. okunması rahat sıkıcı olmayan kitaplar yazan abla. özellikle ailesinin ve kendisinin hayat hikayesini anlattığı dörtlemesi * edebiyatımızda güzel biyografi örneklerindendir.

    ayrıca belirtmek gerekir ki balkan - kafkas melezi hemen her insan gibi * oldukça güzeldir.
    0 ...
  33. 58.
  34. --spoiler--
    Birini çok sevdiğinizde Dünya’daki herkes ona yavşıyormuş gibi hissedersiniz.
    --spoiler--

    bak şimdi bunu bu kadın dediğinde etkili oluyor d mi ben desem öle vay anasını demezsin. ee aşk ve aşk acısı üzerine piyasa dönüyor sen aşk acısı çekmezsen ben çekmezsem bu insanlar nasıl ekmek parası kazansın d mi?

    o değilde hakketen doğru demiş *
    1 ...
  35. 57.
  36. Bir varmış bir yokmuş adlı hikaye kitabının yazarı. Kitaba ilk başladığımda yazarın yine yabancı devletlerde yaşayan ve o kültürle yoğrulan kişileir kahraman olarak seçtiğini düşünmüş ve bundna rahatsızlık duymuştum ancak kitabın son hikayesi doğu'daki töre cinayetleriyle ilgi idi ve bu hikaye önyargımı kırdı. ikinci kısım ise gerçekten çok güzeldi. aslında ayrı gibi görülen ve biribiriyle bağlantılı ve de sanki birinci bölümdeki gerçeklikten pay alınmış hikayeler var. Okunmasını tavsiye ederim.
    1 ...
  37. 56.
  38. veda kitabıyla beni benden almış, arkasına okuduğum nefes nefese isimli romanıyla ilk defa kitap okurken ağlamama şahit olduğum, akıcı ve sürükleyici bir anlatıma sahip olan kalemi güçlü yazarımız. şu an umut isimli romanını okumaktayım. bu da veda'nın devamı niteliğinde harika bir roman. kısacası roman severlere ısrarla tavsiye edebileceğim güzel kitaplara sahip olan nadide yazarlarımızdan bir tanesi; Ayşe kulin.
    0 ...
  39. 55.
  40. iyi bir kitap yazan ve diğer kitapları da o kitabın taklidi olan türk yazarlarından biridir. lise çağlarında okunduğu takdirde, övgüler sunulabilir. lakin yaş ilerledikçe bu yazarın özellikle roman karakterlerine yüklediği düşüncelerinin yapaylığından tiksinilebilir. "sen anandan yine doğardın amma baban kimdi bilemezdin şerefsiz" haykırışını, romanındaki karakterlerinde görmeniz mümkündür. biraz daha farklı bir dille bu fikri sunar o kadar. bazen o denli abartır ki bu durumu, romandaki karı kocanın evlilikle ilgili sıkıntılarını konuşurken birden "vatan millet sakarya" moduna geçtiklerine şahit olursunuz. komik midir? ziyadesiyle.
    0 ...
  41. 55.
  42. abartılmış balon bi yazar. hiçbir kitabını okumamış olmakla övünebilirim. evet.
    1 ...
  43. 54.
  44. gerçekten ders çıkarılacak nitelikte olan bir konuşma metnine denk geldim bugün. kendisinin bugüne kadar bir tane bile kitabını okumuşluğum yoktur. alıpta okuma ihtiyacı hissetmedim yalan yok. ama bu konuşmasını paylaşmak boynumuzun borcu gibi geldi.

    Ayse kulin'in 25 haziran 2012 de, robert kolej'deki mezuniyet töreninde yaptığı konuşmadan;

    "ben de, bugün burada verilecek olan diplomayı bir haziran günü, tam 51 yıl önce aldım. o zamanlar kızlar bu binalarda, erkekler r.c dediğimiz bebek'deki bu günün boğaziçi üniversitesinde okurdu. her iki okul sık sık bir araya gelir çeşitlietkinlikler yapardık.
    yıl boyunca birlikte hazırladığımız tiyatro oyunlarımız, her dönem bir-iki konserimiz ve mutlaka dans partilerimiz olurdu.

    Partilerimiz akşam yedi'de başlar on bir'de biterdi ve inanmayacaksınız ama bu bize yeterdi. öpüşmek yoktu, el ele tutuşmak ve bakışmak vardı. I-pod yoktu, müziği kulağımıza takamaz ancak pikapta plak olarak çalardık ama bu günün gençleri gibi rüzgara tutulmuş gençleri gibi ayakta sallanmaz, çılgınca dans ederdik.
    kokakola yoktu, gazoz içerdik. televizyon yoktu, radyo dinlerdik. bugün artık tarihe karışmış faks bile yoktu, acil haberler için, postanede kelime başına ödeme yaparak telgraf çekerdik. cep telefonu yoktu, şehir dışına santralden bağlanarak ve ancak saatlerce bekledikten sonra konuşurduk.

    internet yoktu, mektup yazardık. araştırmalarımızı tozlu arşivlerde yapar, yığınla 'book mite' yutardık. *
    Bilgisayar, internet, cep telefonu, facebook, twitter, tablet, ancak birer kurgu- bilim romanı malzemesiydi.
    Kısacası siz gençlere bu gün siz gençlere Taş Devri gibi gelebilecek bir dünyada yaşardık.
    Öğretmenlerimizle yine arkadaş gibiydik. Hem eğlenir hem öğrenirdik. Aramızda zor öğrenenler de vardı ama onlar bile bir duruş sahibiydi. BiR DURUŞ!

    Nedir bu duruş dediğim, onu da bir örnekle anlatayım:

    Okula ilk başladığım yıl, bir yaramazlık yapıp, kendimi okul müdürü Mrs. Hanson'ın karşısında bulmuştum. Ayşaa, anlat bakalım meseleyi dediğinde, heyecan ve korku içinde anlatmış, sonra da, Şahitlerim bile var, bana inanmazsanız falancaya sorun, filancaya sorun gibi bir şeyler gevelemiştim. Bak Ayşa, demişti Mrs. Hanson, Doğruları söyleyen, sorumluluk sahibi birinin şahite ihtiyacı olmaz. Sen bende öyle bir itimat uyandır ki, ben kimseye sorma ihtiyacı hissetmiyeyim. Ayşa söylüyorsa, öyledir demeliyim. Sen kendine inanırsan, ben de sana inanırım..."

    edit: yazım hatası
    2 ...
  45. 53.
  46. veda'yı okurken kendinizi o sisli 1919-1923 istanbul'unda bulmanızı sağlayan yazardır. bir çırpıda okunabilecek, tadı damağınızda kalan kitaplar yazar.
    1 ...
  47. 52.
  48. Çok kitap sever bir insan olarak, tek solukta okuduğum, tek yazar basit yazdığı için değil, gerçekçi ve yaşanmış şeyleri tecrübelerle kendini öne çıkarmadan sadece aktarmak amacıyla yazdığı için. Son kitabı Gizli Anların Yolcusu'dur.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük