kavram kargaşası yaşayan yazar. biyografik roman sever biri olarak bir kaç kitabını okudum. beğendim ama yetişme ortamından mıdır nedir bence yanlış olan "şey" i kendisi de yanlış buluyor ama hemen ardından savunur cümleler kuruyor. ali ismail' nin ölümüne üzülüp, sayısız insanı katledenlerin safında olan birine o ya da bu şekilde "sempati" duyup hayatını yazma isteği bana samimi gelmiyor. normal ve sağlıklı olmayan bir şeyi çok normalmiş gibi gösterip üzerine kitaplar yazmak, elbette o yazarın bileceği iş ama yanlış! yönlendirilmeye çok açık bir kitleye hitap ediyorsan yazdığına çizdiğine biraz olsun dikkat etmek gerekir.
entrikası bol romanlar yazan yazar. kendisi hakkındaki tüm pozitif düşüncelerim bir anda tersine döndü. üşenmesem bu düşünceler doğrultusunda yazdığım entryleri de sileceğim.
"biz ermenileri durup dururken kesmedik" diyen
zavallı cehalet yazarı vasat gerzek ayşe kulin'e
hektor vartaryan'ın eze eze ayşe kulinin
cahaletini suratına vura vura ders verdiği yazı
"ben ermenileri çok severim ama o bir tehcir
olayıdır. savaşta yaşanmış bir olaydır. savaşta yaşananlara soykırım demek zor. yahudilerinki
gibi gidip durup dururken biz onları kesmeye
başlamadık." tırnak içinde aktardığım sözler, 3 şubatta enver
ayseverin aykırı sorular programına
katılan, best-seller yazarımız ayşe kuline ait.
ki siz de muhakkak haberdar olmuşsunuzdur.
kulinin katıldığı bir televizyon programında
zikrettiği bu cümleler, sığlığın ve resmi söylemce sakatlanmış bir dimağın dışa vurumudur.
bireysel olarak konuşan kulinin kendisi olsa da,
aslında dile gelen toplumdaki genel geçer
ruhiyetin ahvalidir. nasıl incindim tarif edemem. beni inciten tabi ki
ayşe kulin gibi vasata hitap eden bir yazarın
söylemi değil, bir acının hodbince
sömürülmesidir. "biz onları gidip durup
dururken kesmedik"sözündeki pervasızlığı nasıl
ele alsam bilemedim. "ermenileri çok severim"cümlesiyle başlayan bir paragrafın
"kesmek"eylemiyle bitişi sevmek sözcüğünün
manasını silip süpürüveriyor. asırlık trajedileriniz,
mermer tanrıçaların yüzlerinden aşırma bir
soğukkanlılıkla, "boşu boşuna kesmedik"
cümlesinin ürperticiliğinde gamsız ağızlara meze olabiliyor. neresinden tutarsanız tutun cehalet bezeli ve
hitap ettiği kitlenin kültürsüzlüğüne güvenerek
dillendirilmiş basit açıklamalar bunlar. "savaşta
yaşananlara soykırım demek zor"cümlesini ele
alalım. tarihteki en büyük soykırımların savaşlar
esnasında yaşandığını göz önüne aldığımızda ne denli yanlış bir çerçeveden bakıldığını idrak
edeceğiz. pek az soykırım vardır ki savaş
esnasında yaşanmamıştır. örneğin, ispanyolların
güney amerikada gerçekleştirdiği kitlesel
katliamlar taraflar arasında resmi bir savaş ilanı
olmadan gerçekleşti. f. pizarro önderliğindeki ispanyol işgalciler inka bölgesini ele geçirdiler.
yeni bir ispanya kurmak adına yerel halkı
acımasızca katlettiler. 1542 yılında peru
valiliğinin kurulmasına dek isyan eden inkaları
bastıran ispanyollar 1572 de vilcabambadaki
son inkaların düşüşü ile inka medeniyetini bitirmiş oldular. işgal durumunda yaşanan bir
soykırım örneğidir ispanyolların güney
amerikayı işgali. ya da ruwandada
gerçekleşen tutsi soykırımını ele alalım. yine
birbirlerine uluslararası hukuk çerçevesinde
savaş ilanında bulunmamış taraflar arasında vuku bulan üzücü bir kıyımdır. fakat bu acı
katliamı bu şekilde ele alsak dahi bir iç savaş
olduğu gerçeğini yadsıyamayız. zaten tarihteki
soykırım pratiğine baktığımızda aşağılık
katliamcılar planlarını uygulamak için savaşları ve
siyasi istikrarsızlıkları bir fırsat olarak görmüşlerdir. "savaşta yaşananlara soykırım
demek zor" savını ciddiye almak bir hayli güç. kulin "biz ermenileri yahudiler gibi durup
dururken kesmedik"diyerek yakın dünya tarihi
düzleminde yanlış bir değerlendirmede de
bulunuyor. hitler almanyasının yahudileri durup
dururken "kestiğine"inanmak tam manasıyla
aymazlık. tabanda müthiş bir örgütlenmeyle yükselen nazilerin ilk amacı, almanyayı versay
antlaşmasının zincirlerinden kurtarmak ve saf
nordik-aryen ırkını yaratmaktı. dünyadaki
büyük buhranın yıkıcılığı ve 1. dünya savaşı
sonrası almanyanın sosyo-ekonomik durumu
yaygın işsizlikle birleşince, yahudiler hedef haline geldiler. kulinin iddia ettiği üzere yahudiler
durup dururken "kesilmemiştir." nazi
harekatının uzun yıllar boyunca planladığı ve
ikinci dünya savaşını fırsat bilerek uyguladığı
zelil bir soykırımın kurbanı olmuşlardır. tıpkı biz
ermenilerin, ittihat ve terakki cemiyeti tarafından yıllarca planlanan (1- anadoluyu
müslümanlaştır, 2- anadoluyu türkleştir) ve 1.
dünya savaşıyla birlikte almanların gözetiminde
gerçekleştirilen soykırımın kurbanı olduğumuz
gibi. yahudi ve ermeni soykırımları bir birinden
farklı değil bilakis birbirleriyle örtüşen soykırımlardır. iki imparatorluk, iki mazlum halk,
iki dünya savaşı, iki ırkçı parti ve iki acı soykırım. türkiye toplumunun geneline hakim olan ve son
derece yaygın olan bir başka yanlışı da
dillendiriyor kulin. konuşması adeta bir resmi
klişeler geçiş törenini andırıyor. .ama o bir
tehcir olayıdır.tehcir bir halkı yaşadığı
topraklardan yani doğal habitatından koparıp ihraç etmektir. tehcirin sanki soykırımdan daha
makul, daha acısız bir eylem olduğu izlenimine
kapılmak ve bu izlenimin yaratılışında rol
oynamak vicdansızlıktır. yurtlarından sürülmüş,
nereye gidecekleri belli olmayan, ceplerinde
paraları olmayan, saldırıya, tecavüze ve açlığa karşı savunmasız olan insanları "kesmemeniz"
onları öldürmediğiniz anlamına gelmez. üç
dindeki meşhur hikayedeki gibi yusufu kuyuya
atan kardeşleri kalkıp "yusufu biz öldürmedik,
kuyu öldürdü"deme lüksüne sahip midir?
ermeni soykırımında aç karna yürümekten ve hastalıktan ölenlerin sayısı "kesilerek" ölenlerin
sayısından daha fazladır. keza yahudi
soykırımında da açlıktan ölen yahudilerin
sayısı bir hayli fazladır. kulin ve toplumumuzdaki
kulingillerin fantezi dünyalarında soykırım
mutlaka "kesmek" fiiline karşılık gelir. "bestseller" yazarımız soykırım teriminin ne
manaya geldiğini bilmeden değerlendirmelerde
bulunsa da; birleşmiş milletler ve uluslararası
kavramlar açısından terim bazı unsurlara tabidir.
bu unsurların bir tanesi dahi tek başına
mevcutsa; soykırım suçu vücut bulur. birleşmiş milletler genel kurulunun 9 aralık
1948 tarihli ve 260 a (iii) sayılı kararıyla kabul
edilen ve 12 ocak 1951de yürürlüğe giren
sözleşmenin 2. maddesi soykırım suçunu
oluşturan unsurları sayar: madde 2 soykırımı oluşturan eylemler; bu sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal
veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen
ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki
fiillerden her hangi biri, soykırım suçunu
oluşturur. a) gruba mensup olanların öldürülmesi; b) grubun mensuplarına ciddi surette bedensel
veya zihinsel zarar verilmesi; c) grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel
varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak,
yaşam şartlarını kasten değiştirmek, (grubu
doğal habitatından koparmak); d) grup içinde doğumları engellemek amacıyla
tedbirler almak; e) gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba
nakletmek; ikinci maddenin c bendini ele aldığımızda ayşe
kulin ve tayfasının "soykırım değil tehcirdir"
savunusu da hükümsüz kılınmaktadır.
gözünüzün önüne vatanlarından, bildikleri
topraklarından koparılarak suriye çöllerine
sürülen ermenileri getirmenizi rica ediyorum bir an. yol, iz bilmediğiniz bir coğrafya. yolda
yitirdiğiniz yakınlarınızın acısı hala tazecik
duruyor içinizde. açsınız ve her türlü saldırıya
açıksınız. böyle düşününce tehcir mazur
görülebilir bir yaptırım mıdır? bugün suriyedeki
iç savaştan kaçıp türkiyeye sığınan 500. 000 civarı mültecinin, kamplarda barınmalarına ve bm
ve türkiyeden gördükleri desteğe rağmen ne
kadar zor durumda olduklarına şahidiz.
yaşadıkları dram içimizi parçalıyor değil mi? bir
de 100 yıl önce suriyeye sürülen ermenileri
düşünün. mülteci kampları yok, kızıl haç yok, bm yok, suriyenin garantörlüğü yok, hukuk yok.
bu şartlar altında ermenilerin yaşadıklarının
tehcir olduğunu kabul etsek bile bu bizi
sorumluluktan kurtarır mı? ailesi, soykırıma kurban giden ermenilerin
mallarıyla oluşturulan emval-i metrukeden
yolunu bulmuş bir beyaz-türk hanımefendinin
"soykırım vardır"demesini beklemiyorum zaten.
önemsemiyorum da. ermeni soykırımının 100.
yılına yaklaştığımız şu zaman diliminde bu tür açıklamaların çoğalacağını ve türk resmi tezini
savunan kampanyaların zirve yapacağını
öngörebiliyorum. lakin beni asıl huzursuz eden
bunları öngörebilmek de değil dostlarım. ben insanların yaşadığı onulmaz acıların "ermeni
olayı", "ermeni hadisesi" gibi yavan kavramların
sığlığına peşkeş çekilmesine katlanamıyorum.
büyük trajedilerin bir olaya indirgenmesini
alçaklık addediyorum. ayşe kulin gibilerin söze "ermenileri severim"
diyerek başlamalarına dayanamıyorum. keşke
dürüst olabilseler. keşke ermenilerin acılarını
paylaşmak yahut inkar etmek için ermenileri
sevmelerinin gerekmediğini idrak edebilseler. keşke soykırım yahut tehcir hakkında
konuşurken acıya karşı vakur durmayı
öğrenebilseler. onlarcakitap yazmış bir insanın
"sevmek"le başlayan bir cümleyi büyük bir
ruhsuzluk örneği sergileyerek ve umursamazca
"kesmek"fiiliyle bitirebilmesi ne acı. belki de ben "best-seller"ların dilini
anlayamıyorumdur. belki de çok satmanın
formülü toplumun ezberlerine ve sığlık
odaklarına hitap ederek yazmaktır. belki de yüzleşilmeyen onca acıdan sonra
elimizde kalan budur: birbirlerinin acılarına
eğilemeyen insanlardan mütevellit, ruhsuz bir
toplum.
"Biz Ermenileri durup dururken kesmedik" diyen Zavallı cehalet yazarı vasat Ayşe kulin'e Hektor Vartaryan'ın eze eze ayşe kulinin cahaletini suratına vura vura ders verdiği yazı
"Ben Ermenileri çok severim ama o bir tehcir olayıdır. Savaşta yaşanmış bir olaydır. Savaşta yaşananlara soykırım demek zor. Yahudilerinki gibi gidip durup dururken biz onları kesmeye başlamadık."
Tırnak içinde aktardığım sözler, 3 Şubatta Enver Ayseverin Aykırı Sorular programına katılan, best-seller yazarımız Ayşe Kuline ait. Ki siz de muhakkak haberdar olmuşsunuzdur. Kulinin katıldığı bir televizyon programında zikrettiği bu cümleler, sığlığın ve resmi söylemce sakatlanmış bir dimağın dışa vurumudur. Bireysel olarak konuşan Kulinin kendisi olsa da, aslında dile gelen toplumdaki genel geçer ruhiyetin ahvalidir.
Nasıl incindim tarif edemem. Beni inciten tabi ki Ayşe Kulin gibi vasata hitap eden bir yazarın söylemi değil, bir acının hodbince sömürülmesidir. "Biz onları gidip durup dururken kesmedik"sözündeki pervasızlığı nasıl ele alsam bilemedim. "Ermenileri çok severim"cümlesiyle başlayan bir paragrafın "kesmek"eylemiyle bitişi sevmek sözcüğünün manasını silip süpürüveriyor. Asırlık trajedileriniz, mermer tanrıçaların yüzlerinden aşırma bir soğukkanlılıkla, "boşu boşuna kesmedik" cümlesinin ürperticiliğinde gamsız ağızlara meze olabiliyor.
Neresinden tutarsanız tutun cehalet bezeli ve hitap ettiği kitlenin kültürsüzlüğüne güvenerek dillendirilmiş basit açıklamalar bunlar. "Savaşta yaşananlara soykırım demek zor"cümlesini ele alalım. Tarihteki en büyük soykırımların savaşlar esnasında yaşandığını göz önüne aldığımızda ne denli yanlış bir çerçeveden bakıldığını idrak edeceğiz. Pek az soykırım vardır ki savaş esnasında yaşanmamıştır. Örneğin, ispanyolların Güney Amerikada gerçekleştirdiği kitlesel katliamlar taraflar arasında resmi bir savaş ilanı olmadan gerçekleşti. F. Pizarro önderliğindeki ispanyol işgalciler inka bölgesini ele geçirdiler. Yeni bir ispanya kurmak adına yerel halkı acımasızca katlettiler. 1542 yılında Peru Valiliğinin kurulmasına dek isyan eden inkaları bastıran ispanyollar 1572 de Vilcabambadaki son inkaların düşüşü ile inka medeniyetini bitirmiş oldular. işgal durumunda yaşanan bir soykırım örneğidir ispanyolların Güney Amerikayı işgali. Ya da Ruwandada gerçekleşen Tutsi Soykırımını ele alalım. Yine birbirlerine uluslararası hukuk çerçevesinde savaş ilanında bulunmamış taraflar arasında vuku bulan üzücü bir kıyımdır. Fakat bu acı katliamı bu şekilde ele alsak dahi bir iç savaş olduğu gerçeğini yadsıyamayız. Zaten tarihteki soykırım pratiğine baktığımızda aşağılık katliamcılar planlarını uygulamak için savaşları ve siyasi istikrarsızlıkları bir fırsat olarak görmüşlerdir. "Savaşta yaşananlara soykırım demek zor" savını ciddiye almak bir hayli güç.
Kulin "Biz Ermenileri Yahudiler gibi durup dururken kesmedik"diyerek yakın dünya tarihi düzleminde yanlış bir değerlendirmede de bulunuyor. Hitler Almanyasının Yahudileri durup dururken "kestiğine"inanmak tam manasıyla aymazlık. Tabanda müthiş bir örgütlenmeyle yükselen Nazilerin ilk amacı, Almanyayı Versay Antlaşmasının zincirlerinden kurtarmak ve saf Nordik-Aryen ırkını yaratmaktı. Dünyadaki Büyük Buhranın yıkıcılığı ve 1. Dünya Savaşı sonrası Almanyanın sosyo-ekonomik durumu yaygın işsizlikle birleşince, Yahudiler hedef haline geldiler. Kulinin iddia ettiği üzere Yahudiler durup dururken "kesilmemiştir." Nazi Harekatının uzun yıllar boyunca planladığı ve ikinci Dünya Savaşını fırsat bilerek uyguladığı zelil bir soykırımın kurbanı olmuşlardır. Tıpkı biz Ermenilerin, ittihat ve Terakki Cemiyeti tarafından yıllarca planlanan (1- Anadoluyu Müslümanlaştır, 2- Anadoluyu Türkleştir) ve 1. Dünya Savaşıyla birlikte Almanların gözetiminde gerçekleştirilen soykırımın kurbanı olduğumuz gibi. Yahudi ve Ermeni Soykırımları bir birinden farklı değil bilakis birbirleriyle örtüşen soykırımlardır. iki imparatorluk, iki mazlum halk, iki Dünya Savaşı, iki ırkçı parti ve iki acı soykırım.
Türkiye toplumunun geneline hakim olan ve son derece yaygın olan bir başka yanlışı da dillendiriyor Kulin. Konuşması adeta bir resmi klişeler geçiş törenini andırıyor. .ama o bir tehcir olayıdır.Tehcir bir halkı yaşadığı topraklardan yani doğal habitatından koparıp ihraç etmektir. Tehcirin sanki soykırımdan daha makul, daha acısız bir eylem olduğu izlenimine kapılmak ve bu izlenimin yaratılışında rol oynamak vicdansızlıktır. Yurtlarından sürülmüş, nereye gidecekleri belli olmayan, ceplerinde paraları olmayan, saldırıya, tecavüze ve açlığa karşı savunmasız olan insanları "kesmemeniz" onları öldürmediğiniz anlamına gelmez. Üç dindeki meşhur hikayedeki gibi Yusufu kuyuya atan kardeşleri kalkıp "Yusufu biz öldürmedik, kuyu öldürdü"deme lüksüne sahip midir? Ermeni Soykırımında aç karna yürümekten ve hastalıktan ölenlerin sayısı "kesilerek" ölenlerin sayısından daha fazladır. Keza Yahudi Soykırımında da açlıktan ölen Yahudilerin sayısı bir hayli fazladır. Kulin ve toplumumuzdaki Kulingillerin fantezi dünyalarında soykırım mutlaka "kesmek" fiiline karşılık gelir. "Bestseller" yazarımız soykırım teriminin ne manaya geldiğini bilmeden değerlendirmelerde bulunsa da; Birleşmiş Milletler ve Uluslararası kavramlar açısından terim bazı unsurlara tabidir. Bu unsurların bir tanesi dahi tek başına mevcutsa; soykırım suçu vücut bulur.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 9 Aralık 1948 tarihli ve 260 A (III) sayılı Kararıyla kabul edilen ve 12 Ocak 1951de yürürlüğe giren sözleşmenin 2. Maddesi soykırım suçunu oluşturan unsurları sayar:
Madde 2
Soykırımı oluşturan eylemler;
Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri, soykırım suçunu oluşturur.
a) Gruba mensup olanların öldürülmesi;
b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek, (grubu doğal habitatından koparmak);
d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek;
ikinci maddenin C bendini ele aldığımızda Ayşe Kulin ve Tayfasının "Soykırım değil tehcirdir" savunusu da hükümsüz kılınmaktadır. Gözünüzün önüne vatanlarından, bildikleri topraklarından koparılarak Suriye çöllerine sürülen Ermenileri getirmenizi rica ediyorum bir an. Yol, iz bilmediğiniz bir coğrafya. Yolda yitirdiğiniz yakınlarınızın acısı hala tazecik duruyor içinizde. Açsınız ve her türlü saldırıya açıksınız. Böyle düşününce tehcir mazur görülebilir bir yaptırım mıdır? Bugün Suriyedeki iç savaştan kaçıp Türkiyeye sığınan 500. 000 civarı mültecinin, kamplarda barınmalarına ve BM ve Türkiyeden gördükleri desteğe rağmen ne kadar zor durumda olduklarına şahidiz. Yaşadıkları dram içimizi parçalıyor değil mi? Bir de 100 yıl önce Suriyeye sürülen Ermenileri düşünün. Mülteci kampları yok, Kızıl Haç yok, BM yok, Suriyenin garantörlüğü yok, hukuk yok. Bu şartlar altında Ermenilerin yaşadıklarının tehcir olduğunu kabul etsek bile bu bizi sorumluluktan kurtarır mı?
Ailesi, soykırıma kurban giden Ermenilerin mallarıyla oluşturulan Emval-i Metrukeden yolunu bulmuş bir Beyaz-Türk hanımefendinin "soykırım vardır"demesini beklemiyorum zaten. Önemsemiyorum da. Ermeni Soykırımının 100. yılına yaklaştığımız şu zaman diliminde bu tür açıklamaların çoğalacağını ve Türk Resmi Tezini savunan kampanyaların zirve yapacağını öngörebiliyorum. Lakin beni asıl huzursuz eden bunları öngörebilmek de değil dostlarım.
Ben insanların yaşadığı onulmaz acıların "Ermeni olayı", "Ermeni Hadisesi" gibi yavan kavramların sığlığına peşkeş çekilmesine katlanamıyorum. Büyük trajedilerin bir olaya indirgenmesini alçaklık addediyorum.
Ayşe Kulin gibilerin söze "Ermenileri severim" diyerek başlamalarına dayanamıyorum. Keşke dürüst olabilseler. Keşke Ermenilerin acılarını paylaşmak yahut inkar etmek için Ermenileri sevmelerinin gerekmediğini idrak edebilseler.
Keşke soykırım yahut tehcir hakkında konuşurken acıya karşı vakur durmayı öğrenebilseler. Onlarcakitap yazmış bir insanın "sevmek"le başlayan bir cümleyi büyük bir ruhsuzluk örneği sergileyerek ve umursamazca "kesmek"fiiliyle bitirebilmesi ne acı.
Belki de ben "best-seller"ların dilini anlayamıyorumdur. Belki de çok satmanın formülü toplumun ezberlerine ve sığlık odaklarına hitap ederek yazmaktır.
Belki de yüzleşilmeyen onca acıdan sonra elimizde kalan budur: Birbirlerinin acılarına eğilemeyen insanlardan mütevellit, ruhsuz bir toplum. *
Kendisine iyi hikayeler bulan fakat okuruna basit bir dil ve anlatımla aktaran kolaycı yazar. Bence okumayı alışkanlık edinmiş her orta yaşlı bayan onun yazdığı ölçüde kitaplar yazabilir. Canan Tan var bir de bunun kopyası. Filme çekilince daha da rant sağlıyorlar. Piyasa yazarları sizi.
okunması rahat sıkıcı olmayan kitaplar yazan abla. özellikle ailesinin ve kendisinin hayat hikayesini anlattığı dörtlemesi * edebiyatımızda güzel biyografi örneklerindendir.
ayrıca belirtmek gerekir ki balkan - kafkas melezi hemen her insan gibi * oldukça güzeldir.
--spoiler--
Birini çok sevdiğinizde Dünyadaki herkes ona yavşıyormuş gibi hissedersiniz.
--spoiler--
bak şimdi bunu bu kadın dediğinde etkili oluyor d mi ben desem öle vay anasını demezsin. ee aşk ve aşk acısı üzerine piyasa dönüyor sen aşk acısı çekmezsen ben çekmezsem bu insanlar nasıl ekmek parası kazansın d mi?
Bir varmış bir yokmuş adlı hikaye kitabının yazarı. Kitaba ilk başladığımda yazarın yine yabancı devletlerde yaşayan ve o kültürle yoğrulan kişileir kahraman olarak seçtiğini düşünmüş ve bundna rahatsızlık duymuştum ancak kitabın son hikayesi doğu'daki töre cinayetleriyle ilgi idi ve bu hikaye önyargımı kırdı. ikinci kısım ise gerçekten çok güzeldi. aslında ayrı gibi görülen ve biribiriyle bağlantılı ve de sanki birinci bölümdeki gerçeklikten pay alınmış hikayeler var. Okunmasını tavsiye ederim.
veda kitabıyla beni benden almış, arkasına okuduğum nefes nefese isimli romanıyla ilk defa kitap okurken ağlamama şahit olduğum, akıcı ve sürükleyici bir anlatıma sahip olan kalemi güçlü yazarımız. şu an umut isimli romanını okumaktayım. bu da veda'nın devamı niteliğinde harika bir roman. kısacası roman severlere ısrarla tavsiye edebileceğim güzel kitaplara sahip olan nadide yazarlarımızdan bir tanesi; Ayşe kulin.
iyi bir kitap yazan ve diğer kitapları da o kitabın taklidi olan türk yazarlarından biridir. lise çağlarında okunduğu takdirde, övgüler sunulabilir. lakin yaş ilerledikçe bu yazarın özellikle roman karakterlerine yüklediği düşüncelerinin yapaylığından tiksinilebilir. "sen anandan yine doğardın amma baban kimdi bilemezdin şerefsiz" haykırışını, romanındaki karakterlerinde görmeniz mümkündür. biraz daha farklı bir dille bu fikri sunar o kadar. bazen o denli abartır ki bu durumu, romandaki karı kocanın evlilikle ilgili sıkıntılarını konuşurken birden "vatan millet sakarya" moduna geçtiklerine şahit olursunuz. komik midir? ziyadesiyle.
gerçekten ders çıkarılacak nitelikte olan bir konuşma metnine denk geldim bugün. kendisinin bugüne kadar bir tane bile kitabını okumuşluğum yoktur. alıpta okuma ihtiyacı hissetmedim yalan yok. ama bu konuşmasını paylaşmak boynumuzun borcu gibi geldi.
Ayse kulin'in 25 haziran 2012 de, robert kolej'deki mezuniyet töreninde yaptığı konuşmadan;
"ben de, bugün burada verilecek olan diplomayı bir haziran günü, tam 51 yıl önce aldım. o zamanlar kızlar bu binalarda, erkekler r.c dediğimiz bebek'deki bu günün boğaziçi üniversitesinde okurdu. her iki okul sık sık bir araya gelir çeşitlietkinlikler yapardık.
yıl boyunca birlikte hazırladığımız tiyatro oyunlarımız, her dönem bir-iki konserimiz ve mutlaka dans partilerimiz olurdu.
Partilerimiz akşam yedi'de başlar on bir'de biterdi ve inanmayacaksınız ama bu bize yeterdi. öpüşmek yoktu, el ele tutuşmak ve bakışmak vardı. I-pod yoktu, müziği kulağımıza takamaz ancak pikapta plak olarak çalardık ama bu günün gençleri gibi rüzgara tutulmuş gençleri gibi ayakta sallanmaz, çılgınca dans ederdik.
kokakola yoktu, gazoz içerdik. televizyon yoktu, radyo dinlerdik. bugün artık tarihe karışmış faks bile yoktu, acil haberler için, postanede kelime başına ödeme yaparak telgraf çekerdik. cep telefonu yoktu, şehir dışına santralden bağlanarak ve ancak saatlerce bekledikten sonra konuşurduk.
internet yoktu, mektup yazardık. araştırmalarımızı tozlu arşivlerde yapar, yığınla 'book mite' yutardık. *
Bilgisayar, internet, cep telefonu, facebook, twitter, tablet, ancak birer kurgu- bilim romanı malzemesiydi.
Kısacası siz gençlere bu gün siz gençlere Taş Devri gibi gelebilecek bir dünyada yaşardık.
Öğretmenlerimizle yine arkadaş gibiydik. Hem eğlenir hem öğrenirdik. Aramızda zor öğrenenler de vardı ama onlar bile bir duruş sahibiydi. BiR DURUŞ!
Nedir bu duruş dediğim, onu da bir örnekle anlatayım:
Okula ilk başladığım yıl, bir yaramazlık yapıp, kendimi okul müdürü Mrs. Hanson'ın karşısında bulmuştum. Ayşaa, anlat bakalım meseleyi dediğinde, heyecan ve korku içinde anlatmış, sonra da, Şahitlerim bile var, bana inanmazsanız falancaya sorun, filancaya sorun gibi bir şeyler gevelemiştim. Bak Ayşa, demişti Mrs. Hanson, Doğruları söyleyen, sorumluluk sahibi birinin şahite ihtiyacı olmaz. Sen bende öyle bir itimat uyandır ki, ben kimseye sorma ihtiyacı hissetmiyeyim. Ayşa söylüyorsa, öyledir demeliyim. Sen kendine inanırsan, ben de sana inanırım..."
veda'yı okurken kendinizi o sisli 1919-1923 istanbul'unda bulmanızı sağlayan yazardır. bir çırpıda okunabilecek, tadı damağınızda kalan kitaplar yazar.
Çok kitap sever bir insan olarak, tek solukta okuduğum, tek yazar basit yazdığı için değil, gerçekçi ve yaşanmış şeyleri tecrübelerle kendini öne çıkarmadan sadece aktarmak amacıyla yazdığı için. Son kitabı Gizli Anların Yolcusu'dur.