sözleri başka müziği başka olan güzel bir şebnem ferah şarkısı.
bir kadının durumu bundan iyi anlatabilmesi mümkün müdür bilmem! ama şebnem anlatır! şebnem yazar! şebnem söyler! şebnem yapar! şarkının 10 mart senfoni konserindeki şahane canlı versiyonu için:
&feature=related
bu ev artık yuva değil bütün eşyalar üstüste terketmeden önce...
bu akşam enteresan bir manzaraya sahip olan dünya uydusu. Şöyle ki, etrafında kusursuz bir yuvarlak var. Bulut olabilir ama değil gibi de. Bulut olsa biraz yamuk yumuk olurdu. Sadece çanakkale semalarından görülmüyordur umarım. Bilen biri bi şey desin lan heyecan yaptım şimdi.
ahmet haşim'in hayatını bilenler bilir. çirkin bir yüze sahip olmanın acısıyla "başım" şiirini yazmış, akşam vaktini hep sevmiş, görüneni görünmez kılana hayran olmuş kendini hayallere gizlemiştir. akşam vaktinin güzelliğini anlattığı şiirlerinin yanında nesirlerinde de düşüncesini savunmaya devam etmiştir. "bize göre" kitabında yer alan "ay" nesrine bakarak gün ve gece , güneş ve ay hakkındaki düşüncelerini daha iyi anlayabiliriz.
" bütün gün kırlarda deniz kıyılarında dolaştık. güneş, hayale izin vermeyecek şekilde, her şeyi apaçık ve dupduru gösterdiği için yalnız gözlerimizle yaşadık ve hiç eğlenmedik.
ağaçların tozlu yapraklarını, kayalar üzerinde durup soluyan kertenkeleleri, denizin kirli suları altında cam kırıklarını, paslı tenekeleri, eski pabuç cesetlerini seyretmenin ne kadar çabuk ruha uyuşukluk verdiğini denememiş olan var mı? güneşli kırlarda geçen bir gezinti gününden sonra, akşam üstü eve hüzünlü ve umutsuz dönmemenin mümkün olmadığını denemelerimle bilirim. güneş, bütün gün, insana doğru ama acı söyleyen bir arkadaştır. onun ışığında eğlenmenin ve mutlu olmanın hiç olanağı var mı?
sonunda akşam oldu. karanlık bastı. karşı karşıya oturmuş, iki insan, artık yüzlerimizi görmüyor, yalnız seslerimizi duyuyorduk. birden, arkamızda garip bir fısıltıyı andıran bir hışırtı duyar gibi olduk. başımızı çevirdik: iki büyük fıstık ağacı arkasından kırmızı bir ay, sanki yapraklara sürtünerek yükseliyordu. birden çevremizde dünyanın bütün manzaraları değişti. sanki japonyalı bir ressamın siyah bir mürekeple çizdiği belirsiz ve bitmemiş bir dünya içindeydik. artık her şeyi açıklıkla görmek acısından kurtulmuştuk.yanlış görmek ve hayal etme olanağının sarhoşluğu, vücudumuzu yavaş yavaş bir afyon dumanı gibi uyuşturuyordu. çevremizde, gündüzün bütün uyuz ağaçları yerine zengin bir orman oluşmuştu. karşıda yemek yiyen yoksul ailelerin kirli kızları, yüzlerine vuran ay ışığı içine birer süslü hayal olmuşlardı. denz,n bulanık suları boşalmış ve onun yerine şimdi kıyının kumları üzerinde ışıklı bir sıvı, sallanıp şarkı söylüyordu. dünyanın güzelliğnden korkmaya başlamıştık. çünkü aydan akan büyünün mutluluğuyla ruhlarımız çatlayacak kadar dolmuştu.
ay! ay! yalancı ay! zekadan bitkin düşenleri hayal gibi, güneşten bunalanları da avutan, sensin!"