--spoiler--
Bir gün Mevlana'ya felsefe ile meşgul olan bir grup insan geldi. imani konularda soruları vardı. Mevlana, bu felsefecileri Şems-i Tebrizi'ye gönderdi.
Felsefeciler Şems'e geldiklerinde, O, talebelerine, bir kerpiç üzerine nasıl teyemmüm edileceğini gösteriyordu.
Gelenlerden biri, en çok takıldıkları üç soruyu, peş peşe sıralayıverdi:
1- Allah var dersiniz, ama görünmez, gösteremezsiniz; gösterin de inanalım!
2- Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonrada Cehennemde ateşle ceza verilecek, dersiniz. Ateşten yaratılmış şeytana, ateş acı verebilir mi?
3- Ahirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının karşılığını görecek, diyorsunuz. Rahat bırakın şu insanları istediklerini yapsınlar.
Sorular biter bitmez Şems, elindeki kerpici, soruları soran felsefecinin kafasına vurdu.
Felsefeci hemen kadıya gitti ve Şems'ten şikayetçi oldu.
Ben soru sordum, O bana kerpiçle vurdu! dedi.
Şems-i Tebrizi de kendini savundu:
O bana sordu, ben de cevabını verdim.
Kadı bu işi açıklamasını isteyince de şu açıklamayı yaptı:
Efendim, bu adam, Bana Allah-u Teala'yı göster dedi. Ben de elimdeki kerpici başına vurarak sorusunu açıkladım. Şimdi başının ağrıdığını söylüyor. Bana başının ağrısını gösterebilir mi?
Adam şaşırdı ve,
Ağrı gösterilir mi? Ancak hissedilir! dedi.
Şems de taşı gediğine koydu:
işte, nasıl varolan ağrı gösterilmezse, Allah'da vardır, ama göze gösterilemez demek istedim!
Şems savunmasına şöyle devam etti:
Bu adamın ikinci sorusu, ateşten yaratılmış olan şeytanın ateşle nasıl cezalandırılacağı idi. Ben bunu açıklamak içinde başına topraktan yapılmış bir kerpiçle vurdum. Başı acıdı, ağrıdı. Oysa ki kerpicinde kendisi gibi asıl maddesi topraktır. Nasıl toprak toprağa acı veriyorsa, ateş de ateşten yaratılmış şeytana azap verecektir. Üçüncü sorusu da Bırakın insanları, isteyen istediğini yapsın; niçin ahirette yapılanların karşılığı verilecek, diye korkutuyorsunuz? şeklindeydi. Ben de ona canımın istediğini yaptım. Ama bundan hoşlanmadı ve beni size şikayet etti.
--spoiler--
ayar olmasa da komik sayılabilecek yaşanmış bir diyalog:
yyt: ee ramazan da yaklaşıyor, oruç tutacak mısın?
arkadaşı: yok be yaa, ne orucu.
yyt: niye, tutamıyor musun?
a: olm, allah'a inanmıyorum ki ben.
yyt: hadi yaa, niye ki?
a: saçma geliyor, bilmediğin, görmediğin bir şey...
yyt: lan dikkat et çukur var.
a: allaaahh.
yyt: iyi hadi son anda düşmedin.
a: valla ya.
yyt: nooldu lan, birden allah valla filan.
a: ya lafın gelişi işte.
yyt: hadi len.
a: val.. harbiden ya.
yyt: zuhaha
temel yıllar sonra amerika'dan izne köyüne döner,
kahve ahalisine selam verir, tokalaşır,
kahve ahalisi - ula temel hiç teğişmemişsun der.
temel - çok teğiştum uşaklar ben ateist oldum cevabını verir.
ahali bihaber sorar temel'e - ula ateist ne temektur?
temel cevap verir - ben tanru'yu tanımayrum!
ahalinin bozulduğunu gören temel eve gitmek üzere kahveden ayrılır.
yolda yaşlı bir amca ile karşılaşır, selam verir.
amca da tıpkı ahali gibi - temel hiç teğimemuşsun der.
bunun üzerine temel yine - amica çok teğiştum ben ateist oldum der.
amca sorar - ula ateist ne temektur?
temel - amica ben tanru'yu tanimayrum der.
amca boynunu sağa sola çevirir ve ayaru verur
- ula temel tanru'nun çok ta sikindeydu tanıyup tanımaduğun.