"Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür
gümbür bir telaş
Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne
güzel,
düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz!"
''Başka biri olacaksın istemesen de
Tenine başka bir ten dokunduğunda
Gövden buluştuğunda başka bir gövdeyle
Başka bir nefesle karıştığında nefesin
Başka biri olacaksın istemesen de
Gece uykunda ya da gün ortasında
irkileceksin apansız bir duyguyla
Bir uçurum kıyısında sendelemiş gibi
Başka biri olacaksın istemesen de
Bakışlarımın izini taşıyan giysilerin
Tüketecek ömürlerini birer birer
Değişecek yeri bir dolabın,pencerede bir çiçeğin
Başka biri olacaksın istemesen de
Dudaklarında benden sonraki bir çizgi
Tanımadığım bir ton gülüşünde
Ve artık beni unutmaya başlayan gözlerin
Tam anlamıyla bir şairdir. Çevirileri de bana kalırsa şahanedir.
Fikir insanıdır, duygu insanıdır. Muazzam bir betimleme ustasıdır. Tarzı, uslubu bana kalırsa eşsizdir.
Hissettiğimiz ama doğru kelimelerle ifade edemediğimiz duygular vardır. Bizim kelimelerimiz çoğu zaman onları olanca çıplaklıklarıyla açığa çıkartmaya, dolayısıyle o duyguyu eksiksiz, büsbütün yaşayabilmemize imkan tanımıyor. Ataol behramoğlu ve onun gibi değerli ustalar bu açıdan okuyucusunu besliyor, rahatlatıyor. Anlamanın ve anlaşılmanın, duygu ve düşünceleri hakkını vererek anlatmanın sanatını öğretiyor.
Ayrıca son kitabı 'ne çok hain' herkese tavsiyemdir.
"insan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine.
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına.
insan balıklama dalmalı içine hayatın.
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına.
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar.
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın.
Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu.
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın.
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle.
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı.
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına.
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı.
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına.
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana."
Revolver şiiri harikadır mutlaka okuyun dediğim yazardır.
Aşağıya bırakıyorum okumak isteyen sözlük ahâlisine.
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider
Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir
Solarken albümlerde çocuklar ve askerler
Yüzün bir kır çeçeği gibi usulca söner
Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir
Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler
Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı!
Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı
Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider.
reichstag yangını yazmıştı, behramoğlu, yurtseverlerin ergenekon ve balyoz 'la yakıldığı
en alevli günlerde.
bu kurmaca olay, 'hitler’in iktidara bütünüyle el koymasının ve komünist partisi başta olmak üzere her türlü muhalefeti kısa süre içinde yok etmesinin de başlangıcıdır.' diyor.
ataol behramoğlu
24.01.2009
cumhuriyet
reichstag yangını mahkemesi
arkasında devletin olduğu bir provokasyonun kokusu duyulduğunda akla hemen reichstag yangını ve onu izleyen düzmece mahkeme gelir.
internete girdiğinizde bu konuda basınımızda yayımlanmış yazılarla karşılaşırsınız.
ali kırca’nın “reichstag’ı kim yaktı?” başlıklı yazısı (sabah, 13 eylül 2005) bunlardan biri.
aynı konuda ali sirmen de “reichstag yangını nasıl oldu?” başlıklı bir yazı yayımlamış (cumhuriyet, 25 mart 2008).
her iki yazarın da yazı başlıklarını soru işaretiyle noktalamış olmaları rastlantı değil. reichshtag binası yangını ve onu izleyen mahkeme üzerindeki soru işaretleri günümüzde de sürmekte.
fakat kesin olarak bilinen, bir kundaklama sonucu gerçekleşen yangını kim, nasıl çıkarmış olursa olsun, hitler yönetiminin bu olayı bütün muhaliflerini temizlemek için kullandığı ve bunda da büyük ölçüde başarıya ulaştığıdır.
***
ansiklopedik bilgimizi yenileyelim:
almanya cumhurbaşkanı paul von hindenburg, 31 mart 1932 seçimlerinde oyların yüzde otuz yedisini almakla birlikte parlamentoda çoğunluğu sağlayamayan nasyonal sosyalist işçi partisi kurucusu ve başkanı adolf hitler’i ocak 1933’te başbakanlığa atıyor.
kapitalizmin korkusu, komünistlerin bir genel grevle ülkede devrimci durum yaratmasıdır.
hitler’in partisinin katolik merkez parti’yle istikrarlı bir koalisyon kuracakları umulmaktadır.
reichstag (alman parlamento binası) bu atamadan bir sonraki ay, şubat 1933’te kundaklanıyor.
bu olay, hitler’in iktidara bütünüyle el koymasının ve komünist partisi başta olmak üzere her türlü muhalefeti kısa süre içinde yok etmesinin de başlangıcıdır.
***
şu günlerde benim reichstag yangını ve mahkemesiyle ilgilenmem de rastlantı değil.
tahmin edilebilecek nedenin yanı sıra bir başka neden, şu günlerde okumakta olduğum muhteşem bir kitapta anlatılanlar.
peter weiss’ın “direnmenin estetiği”nden söz ediyorum… (yky, çağlar tanyeri-turgay kurultay çevirisi.)
kitabın olağanüstü önemi ve değerinin yanı sıra, çevirinin de eşine az rastlanır seçkinlikte bir çeviri emeği olduğunu belirtmek gerekir.
büyük boy 820 sayfalık bu kitabı, acele etmeksizin, sindirerek okuyor (başka türlüsü zaten olanaksız!) ve diyebilirim ki her sayfasından bir şeyler öğreniyorum.
“direnmenin estetiği”ne belki bir anı-roman denebilir.
aynı zamanda bir siyasi tarih kitabı, yanı sıra da edebiyat ve sanat kuramı alanında bir başyapıt…
sayfalar boyunca almanya’da komünist, sosyalist, sosyal demokrat ya da demokratik sol partiler ve kişiler arasında dinmek bilmeyen çatışmaların, kamplaşmaların, düşmanlıkların hitler’i ve partisini adım adım iktidara nasıl getirdiğini ibretle okuyorsunuz…
ve.. başka başka ülkelerde de olsa, tarihin nasıl bu kadar göz göre göre tekrar ettiğine şaşırarak…
***
burada ayrıntıya girmemin olanağı yok. (başka vesilelerle ve nedenlerle weiss’ın kitabından daha sonraları da mutlaka söz edeceğim.) şimdilik reichstag yangını ve sonrasındaki düzmece mahkeme konusunda gözlemim ise, kundaklamayla suçlanarak tutuklanıp berlin’deki moabit hapishanesi’nin avlusunda volta atmaya gönderilen, sonuçta da yaşamları şu ya da bu biçimde gestapo’nun elinde sona eren seçkin aydın, yazar, gazeteci, siyasetçi ya da sendikacı arasında hitler faşizminin hiçbir ayrım gözetmemiş olduğu…
solun kılı kırk yaran tartışmaları ve sonsuzca sürüp giden bölünmeleri, nazizmin toptancı yargısı önünde hiçbir anlam taşımıyor.
bu ayrışıp bölünmeler, sadece ve ancak, solun ve yanı sıra da her türlü muhalefetin nazizm tarafından kökünün kazınmasını kolaylaştırmaya hizmet etmiştir.
***
alman parlamento binası yangını ve sonrasındaki düzmece mahkeme tipiktir…
totaliter sistemler provokasyonu sever.
tarih burada tekrar ediyor ve edecektir de…
şaşırtıcı olan, bundan ders çıkarması gerekenlerin ders çıkarmamakta ısrar etmeleri, yaklaşan büyük tehdidin karşısında birlik olmayı başaramayışlarıdır.
sadece büyük bir şair değil, büyük bir yurtseverdir.
cahilini arsızını savdık şimdi bir de kendini sosyalist sanan basınımızdar düdüklü tencere çıktı meydana.
biraz mürekkep yalayınca 3 kitap okuyunca havaya giren çakma solcular az değil, bu bağımlı emperyal yarı aydını bol bu az gelişmiş ve çorak topraklarda.
ergenekon ve balyoz süreçlerinde, akp,fetö, liboş birlikteliği ile yürütülen sürek avına
bu ülkenin tü,m yurtseverleri karşı çıktı, karşı durdu. kendini solcu sanan kökünde pis emperyal sular bulunan liboş ve solcu müsvetteleri, fetönün itleri ile kucak kucakkucağa, yurtsevere ellerindeki tüm medya organları ile linç yürüttüler. aha da misal örnek ufak bir uras var misal bunlardan numunelik bir örnek. bunlarında alayı da yetmez ama evetci ahmak oldu.
şimdi bu pis adamların, yurtsever aydınların için yazdıkları iftiraları kopyala yapıştır buralara
koyan kuş beyinli tipler var.
lan sağ kemalist ne demek lan ötmeyen düdüklü tencere.
şimdi, sana nerelerine kadar battı ise, kemalizmi aşşağılamak için kullanıyorsun anladık.
onu biz göğsümüzde aklımızda yüreğimiz de şerefle taşırız. sağ kemalist ne lan tahammülsüz civciv.
ne demiş şair,
emeksiz zengin olanın kitapsız bilgin olanın sermayesi din olanın rehberi şeytan olmuştur.
böyle kitapsız, ezberlediği kopyala yapıştır yaptıüğı üç cümle ile çakma solcu olanın rehberi boka batmakta olan emperyalizmdir.
neyse bu itleri geçelim bir kalemde.
o kadar işin gücün arasında, bu büyük şairi tekrar anımsattı bu alçaklar.
ekşi, arşivimi karıştırdım. güzel cümleler kurmuşum zamanında.
"...
bir gün mutlaka yeneceğiz! bir gün mutlaka yeneceğiz! bunu söyleyeceğiz bin defa!
sonra bin defa daha, sonra bin defa daha, çoğaltacağız marşlarla
ben ve sevgilim ve arkadaşlar yürüyeceğiz bulvarda
yürüyeceğiz yeniden yaratılmanın coşkusuyla
yürüyeceğiz çoğala çoğala...
..
şiirin, yurtseverliğin ve de insanlığın bayrağını hep beraber dalgalandırır.
.....
alçaklıkla insan olmak arasında
bir seçim yapman gerekirse eğer
neresi olmalı bulunduğun yer?
...
ve yaşamla ölüm arasındaki savaşta
ölümü göze alman gerekirse eğer
neresi olmalı bulunduğun yer?
17 ekim 2015 cumartesi günü köşesinde bu çarpıcı şiiri vardı. an itibarı ile halk radyo'da dinliyorum.
10 ekim'de katledilen canlar için yazdığı şiiri okudu ekrem ataer.
kendime ve herkese sorular
karanlığın aydınlıkla savaşında
karanlıktan yana değilsen eğer
neresi olmalı bulunduğun yer?
iyilik kötülüğe yenik düşerken
kötülükten yana değilsen eğer
neresi olmalı bulunduğun yer?
nefretin sevgiyle yarışında
nefretten yana değilsen eğer
neresi olmalı bulunduğun yer?
akıl sinmişken aptallık karşısında
aptallıktan yana değilsen eğer
neresi olmalı bulunduğun yer?
zalim acı çektirmedeyken mazluma
zalimden yana değilsen eğer
neresi olmalı bulunduğun yer?
doğruluk yalanla kuşatılmışsa
yalandan yana değilsen eğer
neresi olmalı bulunduğun yer?
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
insan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
insan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
insan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana