ask uzerine derleme

entry1 galeri0
    1.
  1. böyle bir başlık altında; "aşk nedir?" sorusunun yanıtını beklenir. sonra da soyut bir kavram olduğundan tarif edemeyiz deyip, geçiştireceğiz. aşk bir yanılsama olabilir mi? dünyada en fazla istismar edilen duygulardan biri olduğu kesin.
    beyin kimyasında ne tarz bir değişiklik oluyor acaba? ilk karşılaşma, flört, ilk heyecan ve zaman içinde yıpranma...
    yaşamın akışı içinde çatışan yönler. yabancılaşma, uzaklaşma ve ayrılık. söylenen yalanlar, düşüncesizlik, özensizlik...

    kuşuklarla yaşanmaz... yalanlarla beslenen birliktelikten çok, ayrıyken üretilen yalanlara öfkelenirsiniz. artık kandırmanız gereken, başkalarıdır. karşı tarafı ne kadar kötülerseniz o kkadar aklanacağınızı düşünürsünüz. bir biiçimde içinde yer alınan ilişkinin, asıl mağduru kim olacaktır? birilerine bir rol biçilir, sonuna kadar o role katlanacağı varsayılır. olayın öznesi, amacı olmayı bekleyene, kendi amacına kilitlenenlerin mücadelesine de dönüşebilir aşk.

    "kimdi giden, kimdi kalan? aslında giden değil, kalandır terk eden. giden de bu yüzden gitmiştir zaten." diyor murathan mungan.

    kadının sabrın bittiği yerde ve uzaklaştığı anda, her şey biter, diyenler de olabilir. bitene değil, bitirtene bakmak gerek. güven duygusunun giderek zedelendiği bir ilişki, nereye kadar sürebilir ki? "aynı ırmakta iki kez yıkanılmıyor."
    aşk, tıpkı hayat gibi, gelip geçici olduğu bilinerek, aklın kendini kaybetmesi hali...
    sizi yerden yere kimin vurabileceği hiç belli olmaz.

    size hiç yakıştırılmayan, hiç uygun görülmeyene gönlünüzü mü kaptırırsınız; tongaya mı düşersiniz; içinizdeki boşluğu mu doldurmaya çalışırsınız; başkalarıyla mı inatlaşırsınız; aykırılık olsun diye mi bir biçimde en rezil, en alçak, en karanlık, en yüz karası insanlarla, en sefih ilişkileri yaşar buluverirsiniz kendinizi? aşk, hastalık mı; serotonin düşerse, takıntılı bir hal alır mı?

    ölçülür mü? can dündar'a göre , sevgi, bir bakıma öncelik. bir arada ollmanın her halükarda tercih edilmesi. öncelik testi öneriyor. her fırsatta, sevdiğini iddia ettiği kişiden kaçanlar, bu testten asla geçemezler. özgürlük, yalnızlığı mı getirir? ya zincir, ya tasma, ya da özgürlük o zaman. denge ve ölçü, aşkla beraber anılamıyor.

    hesapsız kitapsız yaşayanların, başkalarının hesaplarının kurbanı olmaları; çokça yaşanan bir durumdur. sonuç hüsran olsa da... "falımızda hasret var, ayrılık var demedim mi?" şudur ki: kimse kimseyi tamamlayamaz, bütünleyemez ve şifalandıramaz. "boğulacaksak da büyük denizde boğulalım." bari. her seçim, geçimle sonuçlanmıyor ne yazık ki... davul, dengi dengine olsa bile...

    bitimsiz mutluluk arayışlarımız, ne derce gerçekçi? nerede hak ettiğimizi sandığımız mutluluğu bulabiliriz? "mutlu aşk yoksa, mutlu an varsa" neyin peşinde koşarız? başımızı omzuna rahatlıkla yaslayabileceğimiz, koynuna girebileceğimiz, boynuna dolanabileceğimiz bir insan arayışının, bunca zorluğu yaşantılarımıza getirmesi neyle açıklanabilir? aşk, tanrı'nın bit lutfu değil de cezası mıdır yoksa?

    "aşkı erkekler yazıyor, kadınlar oynuuyor." diyenler de var. aşk yaşanmasa da, türkiye'de en çok okunan kitaplar, aşk kitaplarıymış. aşkın kanunu veya kitabını yazan var mı? ömrü kaç yıldır gerçekten de? onca yazılıyor, çiziliyor, konuşuluyor, ooynanıyor, anlatılıyor, söyleniyor, dilleniyor... "mutluluğun resmi yapılamıyor" sa ne yapalım? "bu benim değil, aşkın kaderi." ya da "bana kaderimin bir oyunu mu bu?" da denilebiilir.

    hiç tanımadığımız, belki de tanıyamayacağımız insanlara duyulan özlem mi aşk? ölümsüz hayat aşkla mümkün dersek, aşka çok şey mi yüklemiş oluruz? yaşamımızı karıştıran bu karmaşık duyguyu nasıl çözümleyebiiliriz? doludizgin yaşanamayan, doyumsuz ilişkiler, coşkunun söndüğü, hevesin kırıldığı, karşılıklı hesaplaşmalara dönüşen ilişkiler, daha doğrusu ilişkisizlikler...

    yıpratılmış, hoyratça, saygısızca, düşüncesizce hırpalanmış, öğüten ilişkiler; insanları giderek tek başınalığa , özgür yalnızlığa, idealize edilmiş bir aşkı özlemeye ve beklemeye itiyor. tek başınalığın güvenli ve verimli alanına çekilmenin kaçınılmazlığı ile mi karşı karşıyayız? kestirmeden "bizi aşktan koru!" mu desek?

    aşk ve sevgi üzerine çok kafa yoran halil cibran, may ziyade ile yirmi yıl boyunca, yüzünü görmeden mektup aşkı yaşamış. özlem ve aşkı birlikte yaşamışlar. büyüyü bozmadan, zekalarının sınırsızlığıyla severek, beslenerek...
    bedensel arzularla tükenmeyerek, tüketmeyerek... kavuşmadan, eskimeye vakit bulmadan. yeter ki onursuz olmasın aşk.

    abdülhak şinasi hisar "boğaziçi mehtapları" eserinde , erkeklerle kadınların birlikte gezemedikleri, buluşup görüşemedikleri eski istanbul'u anlatıyor. "lüzümsuz mesafenin boşluğunu açan bu adet, hülyalara adeta hastalıklı denilecek bir aşk ihtiyacı aşılar vemuhayyileleri daima bir vuslat hayaliyle yorardı." şeklindeki saptamaları, bugünü hiç karşılamııyor. aşkların fiziksel hastalıklar gibi sonuçlara yol açtığı saptaması, günümüz gerçekleriyle de hiç bağdaşmıyor.

    zeki ve güçlü kadınlar, varsayılanın aksine, sevmeyi daha çok bilenlerdir. içten ama temkinli olması gerektiğini de bilerek... yaşamlarındaki onca ilişkiye rağmen özlemleri bitmeyen, içlerindeki boşluk dolmayan, yalnızlığı dinmeyen, ıssızlıkları giderilmeyenler... yaşamın diğer alanlarında kazandıkları savaşlara rağmen, huzurlu bir aşk arayışı bitmeyenler... oysa aşkın olduğu yerde, huzur ne gezer? aşkın kimyası var mı? tenler mi uymalı?

    geçmişte kalan, değerini bilmediğimiz bize uzanan eller, aşk çağrıları... "savurganca harcadığımız aşkların hazin hatırasıyla kalıveririz bir gün; hayatı sonsuz, fırsatları sayısız sanarak." mı diyordu yine mungan? imkansız aşklar, yanlış anlamalar, kıskançlıklar, baskılar,tek taraflı aşklar, bunalmalar, kötü niyet, parasızlık, uyumsuzluk, şiddet... aşkın bileşenleri mi? alt bileşenleri mi? hangi bağımsız değişken, aşkı bağımsız kılar? aşkı ne etkiler?

    ahmet arif'e"hasretinden prangalar eskittim", atilla ilhan'a "ben sana mecburum" dedirtenler kimlerdi peki? nerede aşk varsa orada ayrılık, hüüzn ve ihanet mi var? atilla ilhan" ayrılıklar da sevdaya dahil, ayrılanlar hala sevdalı" dememiş miydi? "her bir dertten ala yaman ayrılık." nerede o "şiirler, şarkılar söyleyerek, mehtabı birlikte seyrederek" tarzı aşklar?
    ilaçlarla ayakta kalan ilişkiler; elektronik/,nternet aşkları, sanal, banal durumlar... hakiki sahici kavramlarının öne çıktığı şu günlerde, giderek yapaylaşmamız, sahteleşmemiz... kolayca söylenen "seni seviyorum"lar. başlamadan biten, çok çabuk eskitilen ilişkiler. "aslında aşk da yok." dememiş miydi duygu asena?

    bunun için mi, "sevmek, kimi zaman rezilce korkuludur; insan bir akşamüstü ansızın yorulur" demiş atilla ilhan? "elde var hüzün" o zaman. aşkını söylemeye geç kalanlar. "yorgun yürekler". beklemekten usananlar; incinmekten, dengini ve doğru adamı bulamamaktan, dışlanmaktan korkanlar... "aşk her şeyi afferder mi?"

    şarkılarda, şiirlerde, romanlarda, filmlerde, kitaplarda aradık, sorduk. hayallerimiz, umutlarımız, çaresizliklerimiz, acılarımız ve aşk...
    lay lay lom; cik cik cik bir durum değil kesinlikle. hayatlarımızı alt üst eden bir duyguyu kolayca anlatabiilmek, pek mümkün görünmüyor. bir uzmanlık alanı ve araştırma konusu olamaz sanki. öyleyse, akham kesmenin de bir alemi yok.
    bu yazı olsa olsa aşk üzerine bir "deneme" den çok, bir "derleme" olabilir. ah aşk, ilahi aşk! aşkolsun aşk...
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük