bazen uzanıyorum yatağıma laptopu yanıma koyuyorum film izleyeyim diyorum filan.. amma ve lakin laptop çok ısınıyor kendi kendine kapanıyor altına bişeyler koymam gerekiyor bende kitap filan koyuyorum. işte arthur rimbaud o laptopun altına koyma işlevinde kullanılamayacak kadar değerli şiirler yazmıştır kanımca.
"Ben bir başkasıdır. Kendini keman olarak duyumsayan oduna yazık! Hiç bilmedikleri konularda tartışan bilinçsiz insanları küçümsüyorum!" demiştir. hayran olunası şairdir.
jim jarmusch'un son filmi the limits of control da Sarhoş Gemi'nin ilk iki dizesiyle başlar.
-Comme je descendais des Fleuves impassibles, Je ne me sentis plus guidé par les haleurs...
-Acı duymaz nehirlere inmemle birlikte feribotçu adamın rehberliğine ihtiyacım kalmadı.
ölü sularından iniyordum nehirlerin
baktım yedekçilerim iplerimi bırakmış;
cırlak kızılderililer, nişan atmak için
hepsini soyup alaca direklere çakmış.
bana ne tayfalardan; umurumda değildi
pamuklar, buğdaylar, Felemenk ve ingiltere;
bordamda gürültüler, patırtılar kesildi;
sular aldı gitti beni can attığım yere.
med zamanları, çılgın çalkantılar üstünde,
koştum, bir çocuk beyni gibi sağır, geçen kış
adaların karalardan çözüldüğü günde.
yeryüzü böylesine allak bullak olmamış.
denize bir kasırgayla açıldı gözlerim;
ölüm kervanı dalgaları kattım önüme;
bir mantardan hafif, tam on gece, hora teptim:
bakmadım fenerlerin budala gözlerine.
çocukların bayıldığı mayhoş elmalardan
tatlıydı çam tekneme işleyen yeşil sular;
ne şarap lekesi kaldı, ne kusmuk, yıkanan
güvertemde; demir, dümen ne varsa tarumar.
o zaman gömüldüm artık denizin şi'rine,
içim dışım süt beyaz köpükten, yıldızlardan;
yardığım yeşil maviliğin derinlerine
bazen bir ölü süzülürdü, dalgın ve hayran.
sonra birden mavilikleri kaplar meneviş
ışık çağıltısında, çılgın ve perde perde,
içkilerden sert, bütün musikilerden geniş
arzu, buruk ve kızıl, kabarır denizlerde.
gördüm şimşekle çatlayıp yarılan gökleri,
girdapları, hortumu; benden sorun akşamı,
bir güvercin sürüsü gibi savrulan fecri.
insana sır olanı, gördüğüm demler oldu.
güneşi gördüm, alçakta, kanlı bir âyinde;
sermiş parıltısını uzun, mor pıhtılara.
eski bir dram oynuyor gibiydi, enginde,
ürperip uzaklaşan dalgalar, sıra sıra.
yeşil geceyi gördüm, ışıl ışıl karları;
beyaz öpüşler çıkar denizin gözlerine;
uyanır çın çın öter fosforlar, mavi, sarı;
görülmedik usareler geçer döne döne.
ülkeler gördüm görülmedik, çiçeklerine
gözler karışmış, insan yüzlü panter gözleri
büyük ebemkuşakları gerilmiş engine,
morarmış sürüleri çeken dizginler gibi.
çıldırırdı çocuklar görseler mavi suda
o altın, o gümüş, cıvıl cıvıl balıkları.
yürüdüm, beyaz köpükler üstünde, uykuda;
zaman zaman kanadımda bir cennet rüzgârı.
bazen doyardım artık kutbuna, kıtasına;
deniz şıpır şıpır kuşatır sallardı beni;
garip sarı çiçekler sererdi dört yanıma;
duraklar kalırdım diz çökmüş bir kadın gibi.
sallanan bir ada, üstünde vahşi kuşların
bal rengi gözleri, çığlıkları, pislikleri;
akşamları, çürük iplerimden akın akın
ölüler inerdi uykuya gerisin geri.
işte ben, o yosunlu koylarda yatan gemi
bir kasırgayla atıldım kuş uçmaz engine;
sızmışken kıyıda, sularla sarhoş; gövdemi
hanza kadırgaları takamazken peşine.
büründüm mor dumanlara, başıboş, derbeder,
delip geçtim karşımdaki kızıl semaları;
güvertemde cins şaire mahsus yiyecekler:
güneş yosunları, mavilik meduzaları.
koştum, benek benek ışıkla sarılı teknem,
çılgın teknem, ardımda yağız deniz atları;
temmuz güneşinde sapır sapır dökülürken
kızgın hunilere koyu mavi gök katları.
titrerdim uzaklardan geldikçe iniltisi
azgın Behemotların, korkunç Maelstromların.
ama ben, o mavi dünyaların serserisi
özledim eski hisarlarını Avrupa'nın.
yıldız yıldız adalar, kıtalar gördüm; coşkun
göklerinde gez gezebildiğin kadar, serbest.
o sonsuz gecelerde mi saklanmış uyursun
milyonlarla altın kuş, sen ey Gelecek Kudret.
yeter, yeter ağladıklarım; artık doymuşum
fecre, aya, güneşe; hepsi acı, boş, dipsiz,
aşkın acılığı dolmuş içime, sarhoşum;
yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.
gönlüm Avrupa'nın bir suyunda, siyah, soğuk,
bir çukurda birikmiş, kokulu akşam vakti;
başında çömelmiş yüzdürür mahzun bir çocuk.
mayıs kelebeği gibi kağıt gemisini.
ben sizinle sarmaş dolaş olmuşum, dalgalar,
pamuk yüklü gemilerin ardında gezemem;
doyurmaz artık beni bayraklar, bandıralar;
mahkûm gemilerinin sularında yüzemem
çeviri: sabahattin eyüboğlu
okura not: şiirin arif dino çevirisi eyüboğlu'nu hayran bırakmıştır. lakin arif dino çevirisi hiç bi' zaman gün yüzüne çıkmadığından daha doğrusu arif dino yazmayı, yayınlamayı sevmediğinden sabahattin eyüboğlu'na adapte olduğu rivayet edilir.
Sembolist şiirler yazmış, şiirlerinde sert bir biçimde III. Napoleon'a, burjuva sınıfına ve katolik kilisesine saldırılarda bulunmuştur. Bu davranışının tek amacı, Paris'e gidip sanat çevrelerinin içine girmek ve şiirlerini yayımlatmaktır. 1871'de bu amacı gerçekleşmiş ve şiirlerini çok beğenen Paul Verlaine, sanatçıyı Paris'e davet etmiştir. Bir sûre Verlaine'le gezgin bir hayat yaşamışlardır. Sanatçı, bu süre boyunca daha sonra "Tanrısal Esinler" kitabında yayımlanacak şiirlerini yazmıştır. Verlaine'le bir tartışma sırasında yaralanmış ve bu olaydan sonra, yaşamı boyunca yaptığı taşkınlıkları dile getirdiği, "Cehennemde Bir Mevsim" adlı yapıtını yayımlamıştır. Bu tarihten sonra henüz on dokuz yaşındayken şiiri bırakmış ve başıboş bir yaşam sürmüştür.
Eserleri: Cehennemde Bir Mevsim, Tanrısal Esinler: Şiir..
büyük sapık. öyle böyle değil.
ama bizde de olsa bu sapıktan, bağrıma taş basar tutacak bir yer bulurum.
arkadaş bizdekiler sadece sapık anasını satayım. yetenek metenek yok.
fransız şair. 1854 yılında doğdu. 1875 yılında henüz 21 yaşındayken şiir yazmayı bıraktı. böylesine kısa bir sanat yaşamına pek çok şiir ve "illuminations" ve "cehenmende bir mevsim" gibi iki şiir şahikası sıkıştırmayı başardı.
şiir yazmayı bıraktıktan sonra avrupayı terketti ve kıbrıs, afrika gibi karşı dünyalar da yaşadı.şiirden nefret etti, bir daha o konuyla ilgili konuşmak istemedi.
bu dönem içerisinde köle ticareti yaptığına dair bir takım iddialar da vardır.
rimbaud ile ilgili pek çok şey söylenebilir ama o herşeyden önce gerçek bir sıradışı ve yabandı.
albert camus rimbaud için
"rimbaud yalnızca yapıtında başkaldıran bir şairdi. boşuna efsaneştirilen yaşamı aslında onun tam bir nihilist olduğunu gösteriyor. harrar'dan yazdığı mektupları okuyan nesnel bir göz bunu kolayca anlar." diyor.
Aldanmıyorsam bir zamanlar hayatım,önüne
bütün gönüllerin açıldığı, yoluna bütün şarapların
döküldüğü bir şölendi.
Bir akşamdı dizimi oturttum Güzelliği-Terslik
edecek oldu-iler tutar yerini bırakmadım ben de.
Bayrak açtım adalete karşı.
Aldım başımı kaçtım. Ey büyücüler, size ey
bahtsızlık, ey nefret, hazinem size emanet.
Azmettim, söndürdüm içerimde insan ümidi adına
ne varsa. Bir yırtıcı hayvan amansızlığıyla atıldım
üzerlerine boğayım diye cümle sevinci.
Cellatlara seslendim, ısırayım diye ölürken
mavzerlerin kabzalarını. Seslendim salgınlara,
boğsunlar istedim, kan içinde, kum içinde beni. Tanrı
bildim musibeti. Gırtlağıma kadar battım çamurlara.
Cürümün ayazında kurundum. Hop oturup hop
kaldırdım çılgınlığı.
Bana baharın getirdiği iğrenç bir budala kahkahasıydı.
Derken az önce işte, bir de baktım ki kıkırdamak
üzereyim; aklıma eski şölenin anahtarlarını aramak
geldi, dedim belki de yeniden heveslenirim.
Hayırmış meğer o anahtarın adı-Anlaşıldı ben bir
düşteymişim.
"Sen canavar kalacaksın..." falan filan... atıp
tutmaya başladı başıma bu şirin hasırları ören şeytan.
"Ölümüne sürsün cümle iştahın, bencilliğin, cümle
bağışlanmaz günahın."
Ah, canıma yetti arttı-Kuzum şeytan, ne olur daha
bir öfkesiz bakıver de benden yana ufak tefek, yolda
kalmış alçaklıklar vara dursun, sen ki yazarda tasvir,
öğreticilik vergilerinin yokluğuna vurgunsun, senin için
kopardım lanetli gün defterimden bu uğursuz yaprakları.
aşağıdaki harikulade şiirinin sahibi nihilist yazardır;
bir mucidim benden öncekilerden çok daha başka değerde; hatta bir müzisyenim, aşkın anahtarı gibi bir şeyi bulan. şimdi beyefendisiyim göğü sade kekre bir kırın, duygulanmak istiyorum düşünüp anısını dilenci bir çocukluğun, çıraklığın ya da tahta ayakkabılarla gelişin, kalem kavgalarının beş ya da altı dulluğun ve güçlü başım engel olduğu için dost uğultulara erişemediğim şu ya da bu balayı gecelerinin. eski göksel kıvanç payımdan yakındığım yok: bu sade havası kekre kırın harıl harıl işliyor acımasız kuşkuculuğumu. ama zaten kuşkuculuk artık işe yaramayacağından ve kendimi yeni bir kargaşaya adadığım içindir,- bekliyorum beterin beteri bir deli olmayı.
ilumınatıons/yaşamlar 2
ölüm anında arapça "allah kerim" dediğine dair rivayetler dolaşıyor ortalıkta. Kardeşinin yazdığı bir mektupta da benzer bir ifade var: "günlerdir kerim allah diyor" yazmış kız kardeşi, ismini şimdi hatırlayamadığım birisine yazdığı bir mektupta. yine bir mektubunda rimbaud "artık müslümanların inandığı gibi inanıyorum..." (kader mevzuunda) ve "...kuranın karmaşık bilgeliği..." gibi ifadeler kullanıyor. bütün bunlar ne ifade ediyor? bence hiç; ancak karpuzun içinden çıkan allah yazısına göre daha fazla etkiliyor beni, hayatını bütün yerleşik kurallara saldırarak geçiren, geleneği ve ahlakı tamamen yıkmaya çalışan birisinin hayatının içerisine, bana çok farklı anlatılmış bir hayat tarzını yerleştirince ortaya çıkan durum bana ilginç geliyor. belki de "küfre yaklaştıkça imanım artıyor"?
Geceler, demiryolu kemerleri, kötü gök,
Korkunç arkadaşları bunu bilmiyorlardı;
Ama bu çocuktaki söz cambazının yalanı
Pipo gibi fırlıyordu ağzından: soğuk,
bir şair yaratmıştı.
Bitik ve lirik dostunun ısmarladığı içkiler
Hiç şaşmadan aklını karıştırıyor,
Alıştığı saçmalıklara son veriyordu;
Lirden de, bitiklikten de bıkıncaya dek.
Kulağa özgü bir hastalıktı şiir;
Tutarlılık yetmezdi; çocukluğun
Cehennemi gibi bir şeydi:yeniden denemesi gerekti.
Şimdi, Afrika'da dört nala, düşünde
Yeni bir kimlik, oğul ya da mühendis,
Yalancıların benimseyebilecekleri gerçeği.
15 yaşında şiir yazmaya başlamış, 16 yaşında evden kaçıp şehir şehir başıboş gezme cesaretini göstermiş, daha sonra şiirlerini yolladığı zamanın ünlü ozanlarından olan "verlaine" in yanına, paris e gidip orada yeni arkadaşıyla "eşcinsel" bir hayat yaşamaya başlamış...
bu iki sıradışı insan avrupanın neredeyse tamamını gezdikten sonra birbirlerine küsmüşler, sonra bizim kahramanımız yoluna devam ederek afrikaya kadar gidip; orada bilimum "silah kaçakçılığı", "köle tacirliği" gibi her türlü b.ktan işi yapmış, 37 yaşında da gencecikken, körpecikken, ölüvermiştir...
işin en ilginç kısmı ise; arthur rimbaud un parise kaçmasından, yirmi yaşına kadar şiir yazmış olmasıdır...
sadece dört yıl....
uçuk şiirlerini yazmasındaki temel nedeni, çocukluk döneminin baskı ve monotonlukla geçmesine bağlıyorum...
israf derecesine vardırdığı bohem yaşantısı, sarhoş gemi ve paul verlaine ile yaşadığı şiddete varan aykırı ilişkisi ile akıllarda yer etmiş fransız şair. kuzey afrika' da kadın tacirliği yaptığı söylenmektedir.
Mavi yaz akşamlarında, özgür, gezeceğim,
ayaklarımın altında nemli, serin kırlar;
Başakları devşirip, otları ezeceğim,
Yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgar;
Ne bir söz,ne düşünce, yalnız bitmeyen bir düş
Ve yüreğimde sevgi; büyük, sonsuz, umutlu,
Çekip gideceğim, çingene gibi, başıboş
Doğada, -bir kadınla birlikte gibi mutlu.
rembo diye okunurdur. fransız alfa-beta'sının kuralları gereğincedir.*
ayrıca bu genç yetenek şair, pek de havai ve serseri ruhlu olmakla birlikte az süren şiir sayıklamalarını öyle bereketli şekilde kullanmıştır ki, dünyanın dört bir yanında tanınmıştır. ofelya adlı şiiri en bilinenidir:
"yıldızların uyuduğu, sessiz,kara
dalgalarda ofelya iri bir zambak,
yüzüyor duvaklı, uzanmış sulara...
avsı borularının ezgisinde bak.
bin yıl geçti, ofelya yine üzgün,
uzun sularda kefen gibi akıyor.
bin yıldır,gündüz gece, deli gönlünün
hüznünü meltem yellerine döküyor.
yöresinde üzgün nilüferler bazan
dağıtıyor ofelya kızılağacın uykusunu,
bir kanat vuruşuyla dallar yuvadan
salıyor yıldızların altın şarkısını
sen ey solgun ofelya, kar gibi güzel!
sulara gelin oldun ergen çağlarda!
çünkü norveç doruklarından esen yel
acı özgürlüğün tadını öğretti sana:
savuran bir soluk gür perçemlerini
büyüyordu düşlerinin akışında;
dinliyordun doğa'nın ezgilerini
ağacın,gecelerin yakınışında;
çünkü boğuk sesi çılgın denizlerin
o tatlı, çocuk göğsüne yorgun vuruyordu;
bir nisan sabahı, yorgun bir atlı senin
dizlerinde sdessizce oturuyordu!
gök! aşk! özgürlük! bu nasıl düş deli kız!
güneç vuran kar gibi eriyip gittin;
konuşma sus! seviyi bizlere dilsiz
o mavi gözlerinle çoktan öğrettin!
ve diyor ki ozan: aydın gecelerde
ofelyam çiçekler devşiriyorsun;
hep böyle yüz, ak gelinliğinle suda
dalgalar beşiğini sallayıp dursun.*
[çeviri:erdoğan alkan,cumhuriyet kitapları]