bu konuda genelleme yapmak aptallıktır. en hafif tabir ile.
-hakkını verenler için söylüyorum- lan adamlar bilimsel araştırma yapıyor "türkiye"de. maddi imkansızlıkları, yurt dışına gidip gelememelerini bir düşün bakayım. yok profların yalakasıymış, oldu kardeşim oldu kaç tane araştırma görevlisi tanıdın da hepsine böyle deyiverdin? en azından tarih için söylüyorum, profesörlere saygı duyduğun sürece sorun yoktur. he yalaka olanlar da vardır elbet. fakat dediğim gibi olmayan iş yok zaten.
Profesör yalakası falan değildir, olmak zorunda da değildir. Ha olan yok mudur? Vardır, fakat bu o kişilerin kendi karaktersizliğinden daha fazlası değildir. Araştırma görevlisinin gayet de dekana rektöre atarlananı, danışman hocaya posta koyup danışman değiştireni, hatta kapısına "Görev tanımını" manifesto gibi asanı da mevcuttur.
Bölümün amelesi midir? Angarya işler verilebildiği doğrudur, fakat üniversitelerde öğrencilerin haberinin olmadığı o kadar çok angarya iş vardır ki herkes nasiplenir bundan. Bu anlamda araştırma görevlisi yalnız değildir.
Peki neden tüm sınav gözetmenlikleri bu arkadaşlara verilir? Araştırma görevlisi teknik olarak devletin yüksek lisans-doktora yapsın, akademisyen olsun diye maaş bağladığı bir kadrodur. Dolayısıyla kendilerinin ders vermesi yasaktır mesela. işleri araştırma yapmak ve doktoralarını tamamladıklarında nitelikli hoca olmaktır. Tabii araştırma yapan kişiye "işi yok" diye bakıldığı için malesef üniversitelerimizde, bir çok sınav gözetmenliği verilerek sözüm ona "iş" verilir bu kadroya. Meşgul edilir. Ya da bölümün ders programı hazırlatılır falan. Fakat onu da hala el yordamıyla hazırlayan insan kaldıysa zaten söyleyecek sözüm yok, teknolojinin 30 yıl gerisinde kalan araştırma görevlisi/okutman/akademisyen olmaz olsun.
Ha bir çok araştırma görevlisi bu durumdan zaten şikayet etmez. Gider paşa paşa eğitimini tamamlar, bir yandan da çalıştığı kurumun işlerine yardım eder, başında eziyet bir bölüm başkanı vs de yoksa zaten gül gibi yaşar gider. Mobbing'e maruz kalanlar, kişisel iş yaptırılanların ise yapmaları gerek şey "seviyolarsa gidip konuşmak" olmuyorsa yasal yollara başvurmak tabii ki de. Ama dediğim gibi, nadiren gerek kalır buna.
Not: Araştırma görevlisi değilim, olmayı düşünmüyorum.
finallerde sınavın yarısından fazlasını bıraktıktan sonra(ben bırakmadım onlar kaldılar!!!), bütünleme kağıtlarını okurken, neden finallerde ben bunları geçirmedim, şu an bu işle uğraşıyor olmazdım diye kendi kendine kızan insan.
kötü sınav kağıtlarını okumaya devam ettikçe, seneye sınavdan sonra hangi ülkeye kaçacağının telaşına da düşmekte.
cumhuriyet dönemi mimarisi dersine giren, ikinci dünya savaşı sırasındaki şehirleşmeyi anlatırken " getto" ları sorduğumda, " getto" yu bir mimar ismi sanan sevgili asistana sonsuz saygılar.
o şu an yardımcı doçent, ben işsizim.
Okulun ayakçılarıdır. Genelde lab derslerine girerler. Kendi alanları olsun veya olmasın her dersin labını anlatma yetenekleri vardır. Sınavlarda gözetmenlik yaparlar. Soru hazırlarlar, sınav kağıtlarını okurlar.
Bazıları son derece iyi niyetli ve anlayisli iken bazılarıda koridorda Prof veya rektör havasiyla yuruyebilir.
genellikle güç yalakası, hırslı, karaktersiz insanlardır. her ne kadar böyle düşünmemek için çok çaba sarf etsem de bugün kabul etmek zorunda kaldım. adam gözümün içine baka baka yalan söyledi ya.
kadro gelmesi bir dert. kadro geldikten sonra doktora bittikten sonra kadroyu elde tutması ayrı bir dert. 50-d ve 33-a diye iki türü vardır bunların.
33-a: o kadar rahat ve hayata umutlu bakar ki üniversite kadrosundadır ve bildiğiniz devlet memuru gibidir. üniversite kadrosunda olduğu için doktora bittiğinde de kadrosu ve parası devam etmektedir. ve yardımcı doç-doç-prof falan güzel güzel gitmektedir.
50-d: olan türler ise sevinse mi üzülse mi belli değildir. bunlar kadroludur ama sözleşmeli personel gibi doktoraları bittiği an maaşları ve kadroları da bitmektedir. açıkta kalacaklardır ve o açıklıkta acaba beleşe okulda kalıp bir daha kadro mu bekleseler yoksa özele kaçıp bir yerlerde işe mi başlasalar karar verememektedirler. bu yüzden bunlar doktoranın son dönemlerine doğru iyice yüzü asık ve hep düşünceli tipler olurlar.
He bir de 3. bir tip vardır ki benim de dahil olduğum ne 33-a ne 50-d hiçbir şekilde kadro bulamamış ve bekleyemeyen, cepten yiyemeyen tiplerdir. Bu yüzden akademisyen olma hayalini başka baharlarda yaşayabilirler. özel sektörde orada, burada çalışıp doktora tamamlamaya çalışırlardır ki bunlar daha acınasıdır.
o değil de kadro olsa da isterse çamurdan olsaydı bea.*
kendileri hiç öğrenci olmamış gibi öğrenciye kan kusturan yaratıklardır. Prof. larda olmayan kibir bunlarda vardır. Ama aralarından az da olsa olgun ve kaliteli insanlar çıkar ki bunlarda geleceğin prof. larıdır. **
bu meslek mensubuna üye çoğu insanın dilediği yerlerde olamamalarının sebebi üniversitede dinozorlaşmış ve kendini hiçbir şekilde ilerletme güdüsüne sahip olmayan profesör hocalarımızın varlığıdır. ne zaman bu adamlar üniversiteyi bırakır, o zaman uçarız aya fezaya diyeceğim... ama diyemiyorum çünkü bu kadar dar vizyonla yetiştirilen öğrencilerden de ne olur önümüzdeki yıllarda göreceğiz.
belki bende seneye asistan olacam ama tanıdığım nerdeyse tüm öğrenci asistanlar, hele de bayan olanları aşırı kaprislidir.
lan alt tarafı yüksek lisans öğrencisisiniz, yaşı benden küçük olanlar bile var aranızda, nedir bu her şeyi ben bilirim tavırlarınız, bi halt bildiğiniz yok sizin yüzünüzden boş günümde 1 saat yol gittim sonra geri geldim sonuç sıfır!
edit: sadece 5 tane asistan tanıyabileceğim için genelleme yapamaz mışım bu bile kapris göstergesi değil midir?*