filmin sonunda kovalayanlar ilk maya habercileri temsil etmektedir. bu haberciler kralına demiştir ki denizden büyük dağlarla iri kıllı hayvanlar geldi. işte bu söz halkın kaçmasıyla son bulmuştur. maya takviminde de o günlerde yok olmaları gerekiyormuş.
Filmiz izledikten sonra görüntüler uzun süre gözlerimin önünden gitmedi.Çok güzel bir filmdi.Kostümler,aksesuarlar, mekan, görsel bir şenlik sunuyordu.Oyunculuklar da doğaldı.
ana karekterin the rock'a benzediği, onu kovalayan kabile üyelerinden bir tanesinin de feci hasan şaş'a benzediği film. kahinlik yapan küçük kızın rolü kesinlikle bir numaraydı. resmen kanım dondu.
mayaları vahşi, ilkel, asıp kesen ve piramitten atan bir topluluk olarak gösterilen filmdir. beyaz hristiyanların aşağılık komplekslerinden bir örnektir.
başrol oyuncusu (filmdeki adı ile jaguar pençesi) nun feci halde ronaldinho'ya benzediği film. özellikle koşma sahnelerinde sahalardaki ronaldinho'yu gördüm resmen. film konusu itibarıyla fazla birşey sunmasa da görsel anlamda izleyici tatmin ediyor. görüntüler gerçekten çok hoş. büyük umutlarla izlenmediğinde ağızda tatlı bir tad bırakabilir.
Enteresan bir film. Görüntü yönetmenine sözüm yok, işini iyi yapmış, Mel gison'da kendisinden bekleneni ortaya profesyonelce koymuş.
Spoiler
Şimdi mel gibson filmin başında "Büyük bir uygarlık kendi içerisinden parçalanmadıkça, dışarıdan fethedilemez" tarzında bir yazıyla başlıyor filme. Sonra bir bakıyoruz bu mayalılara, her türlü vahşet ve rezilliğin bini bir para. Filmde mayalılardan iyice tiksinirken, bu arada bir kahramanlık öyküsü izliyoruz. Avrupalı dostlarımızın gelişinin de kısmen etkisiyle film mutlu sonla bitiyor. yani belki avrupadan gelen o gemiler bir saat geç gelse, jaguar pençesi ve ailesi sizlere ömür.
Benim çıkardığım sonuç ise beyaz adam geldiğinde zaten ortalığı kan götürüyormuş, yerlilere yapılan soykırımı fazla abartmamak gerekir. Beyaz adam olmasa zaten bunlar kendini bitirirlermiş, hiç değilse şimdi medeniyet gelmiş kıtaya. Ne güzel... Spoiler
ilginç konusu, hareketli ve katliam içerikli sahneleriyle film izlemekten sıkılan anneyi* bile meraklandırıp bilgisayarın başından ayrılmamasını sağlayan film. görüntü kalitesine ve kostümlerin inandırıcılığına diyecek yok. mel gibson iyi kıvırmış filmi takdir etmek lazım.
mayaların barbar bir kavim olduğunu aşılamak ve ispanyolların mayaları barbarca katletmesini haklı göstermek amacıyla çekilmiş bir filmdir. filmin başından bu yana çekilen vahşet sahnelerinde her dakika " ulan ispanyollar nerde gelsede kurtarsalar zavallıları" düşüncesini bile bana kazıyabilmiş, her ne kadar aşılanmak istenen düşünce yanlışda olsa başarılı ve iyi bir senaryoya sahip bir filmdir.
Başlığındaki entrylerden bazılarının sahiplerine , arkadaşlar lütfen , tekrar doğup biraz daha öğrenerek büyüyelim deme ihtiyacını hissettiren film. Nitekim film çok başarılıdır. Kopukluk yoktur . Gelen gemiler kolonilerin başlangıcı olacaktır. Ana karakterin ölmeme gibi bir sorunu yoktur. Zira akıllı savaşmaktadır ve kendisini bekleyen ailesi onu motive etmektedir. Arenadan kaçamayanlar zaten ölmüştür yani. Cellat denen bir kavram vardır hatırlatırsam. Yuh . Ha bir de orası Amerika , acaba gemiler neden geldi.
ivmeli bir film. pek hızlı başlamıyor. yavaş yavaş hızlanan bir tempo içeriyor. ama son bölümdeki tempo gerçekten nefes kesici türden. filmin müzikleri çok kaliteli olduğu için bu yüksek tempoyu harika bir harmoniyle pekiştirerek nefes kesici bir atmosfer yaratıyor. bu filmi izlememek gerçekten kayıp.
mel gibson uzamış sakalı ve saçıyla bilge görüntüsü çizdiği film.
inanılmaz güzel tat bırakması sebebiyle sinema eleştirisi tadında sizlerle paylaşmak istediğim drama.
film başladığında aile yaşamına ince dokunuşlarıyla 600 yıl bile önce aynı meseleler varmış yahu dersiniz kendi kendinize. baba - oğul ilişkisi, çocuk sahibi olamamanın bir nevi sosyal ezikliği ve aile tarafından gelen baskı olaylarını görünce yüzyıllar öncesinde bile insanoğlu aynıymış diyorsun kendi kendine.
ve bir sabah huzur içinde yaşayan bu insanlar kendilerine yapılan baskınla uyanırlar. tarumar edilirken köyleri ne kadar da çok benzettim kendimizi mayalara.
kadınlara tecavüz edilirken, yaşlı demeden çoğu insanlar hunharca katledilirken, çocuklar öksüz kalırken ve esir götürülenleri görünce ne kadar da çok benzettim kendimizi mayalara. karabağı, hocalıyı,felluce ni, darfuru, groznyyi, filistini hatırladım birden.
hani hatırlarken bu vahşetleri öyle çok uzun zaman öncesine gitmedim belki ama belki düzelmişiz diye umut edercesine.
boşuna. ne kadar da çok benzettim bu barbaları kendimize ve ne kadar da çok benzettim köyün ezilen insanlarını kendimize.
yüzyıllardır hep aynı acı değil mi?
bunlara sebep güç - iktidar ihtirası değil mi?
pazarlarda köle olmak için satılan hür insanları görünce ne kadar da çok benzer taraflarımız varmış dedim kendi kendime. dünün köle kadını bugünün fahişesi veya metresi. tek fark şimdilerde bu vahşilik daha gizli veya kamufleli ve birazda ahlaklı! yapılması.
ve işte o muhteşem meselenin işlendiği sahne.
sözüme başlamadan önce voltaire nin bir lafını hatırlatmak isterim.
tanrı eğer olmasaydı, insanlar onu uydurmak zorunda kalırlardı.
voltaire bu lafı kilise mahkemelerinin ortalığı kan gölüne çevirdi döneminde söyledi.
tanrı nın olması gerekiyordu çünkü güç - iktidar ihtirasını meşrulaştırmanın en mükemmel ötesi gerekliliğiydi.
bir tür manevi boşluk içerisindeyken doğan insanın bulmak için bir ömrünü vereceği yegane amal veya gaye bir ilahi gücün varlığıydı.
o ilahi güç yani yaratıcı, her şeyi bilen ve gören tanrıydı.
kimine göre tanrı
göktanrıydı.
budistlere göre buda.
putperestlere göre put.
şamanlar bir farklı.
kızılderiler bir farklı.
romalılara göre başka bir farklı.
ve yine voltaire den
ilk tanrısal kişilik; ilk aptalla karşılaşan ilk sahtekardır.
bugün nasıl ki siyasal izmlere inananlar meydanları hınca- hınç dolduruyorsa ve bir lider bu izmler üzerinden halka hitap edip onları coşturuyorsa o günlerde aynı böyleydi.
halk bir tanrı istiyordu ve tasavvurlarında ki tanrı kötü giden zamanlarda kurban yani şükran istiyordu.
güç - iktidar bu inananların fanatizmini olabildiğince kullanıyor ve vahşetlerine yeni bir şeyler daha ekliyorlardı.
ben bu son sahnede işte insanlığın binlerce yıldır aynı çilesini gördüm.
güç - iktidar hep sömürdü ve bu sömürüye kulak tıkayanlar herkes bir gün mazlum oldu.
filmin sonuna doğru yaşam, özgürlük, aile kavramları inanılmaz derecede güzel işlenmiş.
hayır, şimdi değil diye inanmak ve kurtulmak. sonra bütün cesaretinle karşı gelip hep kaçmak ve zaman zaman kendini korumak.
zalimlere karşı kendi topraklarının efendisi olduğunu hatırlamak.
bugün filistinde veya çeçenyada halkın yaptığı bu değil mi?
çoluk çocuğun veya eşi bir meta olarak görmeyip sonsuz bir kaçış olacağına rağmen hep onlara doğru kaçmak özlenen bir aile yapısı değil mi?
ve o muhteşem doğum sahnesi, insanoğlu ne kadar saf ve temiz olarak dünyaya geliyor diye düşünürken aklımdan geçen başka bir soru
ezende biz - ezilende biz
yaşamak bu mudur?
yoksa hür ve özgürce doğmak ve ölmek mi?
işin sonun da haç olayını görmesem şaşırırdım.
nitekim şaşırmadım.
yönetmeni eleştirirken hakkını vermek adına.
fakat kaç bush bir mel eder?
son tanım: keyifle ve doyumsuzca izlenecek gerçek anlamda insanoğlunun draması.
mel gibson ın gerçekten başaroyla yazdığı/yönettiği film. kurgu, makyajlar oyunculuk süper. özellikle dövüş sahnelerindeki sertlik nasıl yapıldı kafamda soru işaretleri bırakmıştır. elindeki garip aletlerle gerçek gibi vuruyorlardı yerliler birbirlerine. çoğu zaMAN SANKi BANA VURUYORLARMIŞ GiBi HiSSEDiP YÜZÜMÜ FALAN SAKLAMAYA ÇALIŞTIM. SON ZAMANLARDA iZLEDiĞiM GERÇEKÇiLiK BAKIMINDAN EN iYi FiLMLERDEN BiRi. RONALDiNHO YA ÇOK BENZEYEN ESAS OĞLANIN FiLMiN iKiNCi BÖLÜMÜ BOYUNCA KOŞUYOR OLMASI BiRAZ GÖZE BATAN EKSiKLiKLERDENDi.
Mel gibson'a "isa'nın çilesi" filminden sonra nefretimin biraz dinmesine sebep vermiş filmdir. sağlam filmdir. izleyin izletin. fakat alt yazılısını izlemeniz daha hayırlı olacaktır. zaten diyaloglar çok az. alt yazılı olması canınızı sıkmaz.
izlerken asla sıkılmayacağınız çok sağlam filmdir. mantık hatalarıyla gölgelenmeye çalışılsa da ,eğer böyle adrenalin olacaksa yemişim mantığını diyorum ve kabuğuma çekiliyorum.
cozefe göre: başarılı bir film, hele de oynayanların çoğunun profesyonel olmayışı ve mel gibson ın film çekilirken oyunculuk dersi vermesi. oyunculuktaki başarısını yönetmenliğe de yansıttığını gösteriyor.
mayalardan bu zamana değişen pek birşey yok hayatta düşüncesi uyandıran güzel bir film.
insan hayata geldikten sonra ölene dek bitmek bilmez bir mücadele içinde. arada hayatın güzel molalar vermesi umut denen pollyanna virüsünün oluşumuna olanak sağlıyor.hepimizin yaptığı,ölene dek bu mücadelenin bitmeyeceği gerçeğini unutmuş olmamız sebebiyle hayal kırıklığı yaşamamız.
hayat mücadelesi ara ara soluklanmalarla ölene dek sürer, bu böylece biline der film kısaca.
izlenmeye değer, aynen hayatın herşeye rağmen yaşamaya değer olduğu gibi.
hani hikaye olsun, doğa görüntüleri olsun insanı etkiliyor amma velakin lavuğun birinin boşluğunda ok yarasıyla 3 gün boyunca tazı gibi koşması..
olmadı mel efendi.
herkes şapır şapır geberiyor bu tip ilah mı da kaçabiliyor?
dün gece kanal d de alt yazılı olarak yayınlandı. gece 2.30 a kadar sürdü ama uykusuz kalmaya değdi. kaçış sahneleri ve görselliği mükemmeldi. filmin sonunda annenin suda doğum yapması da çok dikkat çekiciydi. izlemeyenlere tavsiye edilir...