düşen uçakta ateistin aniden kelime-i şehadet getirmesi gibi bişey bu da. sonuçta her insanın maneviyata ihtiyacı vardır.her ne kadar dinsiz olunsada bi şekilde istem dışı da olsa insan allah a muhtaçtır.
Hayat her sekilde ona sıgınmamız için bizi tetikler. Herseyi ondan ister ve ona yöneliriz.
Yılmaz erdoğna bir şiirin de der ki :
Bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
anlarım bitkiden filan ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
"içinde benzetmeler olan" kusura bakma heybemde sana benzeyecek kadar güzel bir şey yok.
Uzun bir yoldan gelen
Tedariksiz katıksız bir yolcuyum
Bilsem ki sana varmak içindi
Bütün mola sancıları
Bütün stabilize arkadaşlıklar
Daha hızlı koşardım
Sever adım gelirdim
Gözlerinin mercan maviliğine
Sana bakmak
Suya bakmaktır
Sana bakmak
Bir mucizeyi anlamaktır
Sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
Sen teninde cennet kayganlığı iken
Sana şiir yazmak ahmaklıktır
Yazdığım bütün şiirler
Sana başlayan bir kitap için önsöz
Sana bakmak
Bir beyaz kağıda bakmaktır
Her şey olmaya hazır
Sana bakmak
Suya bakmaktır
Gördüğün suretten utanmak
Sana bakmak
Bütün rastlantıları reddedip
Bir MUCiZEYi anlamaktır...
aşk da tetikler allah a sığınmayı..nazan bekiroğlu adlı perinin anlatımından..
Cümle gibi aşk da ne senin ne benim.
Söz de,
aşk da,
ne benim ne senin.
Bir yaz sabahına doğan ve su değdiğinde kokusunu salan kırmızı sardunya,
ağustos göklerinde başımın üzerinden geçen bulut,
mayıs gülü,
ışıklı nisan yağmuru
ne kadar Allah'tansa,
mülk gibi söz de ve aşk da
O'ndan.
"Sen" tahtına yazıcı kimi oturtsan da,
beşerî bir sevgili ya da cismanî bir aşk gibi görünen,
hiçbir yol O'ndan özgeye çıkmıyor aslında,"gönül tahtına O'ndan özge sultan" olmuyor.
Değil mi ki her şey O'ndan,
gidecek yer yok O ndan başka. Gelinen yer yok O'ndan başka.
insan o ki, O'ndan başkasını sevemez sevginin mahiyeti icrabı, O'ndan başkasını bilemez bilginin mahiyeti icabı.
Işık ki tek kaynaktan dağılır, ışığı yakın olan aydınlık, uzakta kalan karanlıktır. Her şeyin O'ndan olması, ve ışığın tek kaynaktan dağılıyor olması O'ndan başkasının bilinme ve sevilme ihtimalini tümden yok eder.
Kimi zaman sevdiğimizin ne olduğunu bilmeden severiz. Ve insan henüz neyi sevdiğini bilmediği böyle zamanlarda O ndan başkasını sevdiğini zannedebilir;
Bir çiçeği, bir kuşu,
denizi, yağmuru,
gökyüzünü, yazıyı,
yazıyı yazanı, kalemi tutanı,
bir yaratılmışı hasılı.
Söz gelimi Leylâ Mecnun'u, Şirin Ferhâd'ı, Züleyha Yûsuf'u sevdiğini zannedebilir.
Oysa sevmek, en fazla, neyi sevdiğini fark etmek demektir ve seven biraz da neyi sevdiğini bilendir.
Çünkü ışığın kaynağı tektir ve kim aydınlığının kendinden menkul olduğunu iddia edebilir?
Her aşk O'na çıkar sonunda, O'ndan başkasını sevmek imkânsız gibidir. Seven neyi sevdiğini bilse de bu böyledir, bilmese de bu böyledir.
Bu yüzden değil mi ki kendini kaybetmek gibi görünen aşk, aslında kendini bilmek. istese de insan O'ndan özgeyi sevme şansı yok. Şans sözcüğü yok lügatlerde bundan böyle. O'ndan özgeyi sevme ihtimali yok. Ve neyi sevdiğini bilenle bilmeyen arasındaki fark sadece bilmenin bilincinden ibaret.
Küçük bir biliş farkı. Mülk gibi aşk da Allah'tan.
Ruhun da O, kalbin de O, aklın da O.
Tenin de O, canın da O, cismin de O.
Ve aradan perdeleri kaldırarak O'nu bilmek olarak tanımlanan şey, bu seyr ü sefer, sadece O'nu bilmeyi bilmenin sancısından ibaret.
ne yazıkki bazı insanlar sadece zor durumda kaldığı an sığınır;
özellikle bir yakının ölmesi... yapılabilecek başka bir eylem yoktur allah'a sığınmaktan gayri.