övülesi yazıları vardır. son zamanlarda en dikkatimi çekeni ise şüphesiz olarak:
--spoiler--
Tesirsiz Parçalar - 206.
Hüznün en soylu ifadesidir erkek suskunluğu. Söyleyecek bir sürü şeyi olan ama ya hepsini tükettiğinden ya da hiçbir işe yaramadığını gördüğünden, sözleri içinde boğup uzun uzun susan bir adam varsa etrafınızda sakın üstüne gitmeyin. Bir kadının suskunluğu bir sürü anlama gelebilir ve son derece korkutucudur. Fırtına öncesi sessizlik deyiminin vücut bulmuş halidir bu durum. Ciddi bir süre sessiz kalan bir kadının (tabi böyle bir şey mümkünse) suskunluğu öfkeden beklentiye, pazarlıktan alıp başını gitmeye bir sürü ihtimali içinde barındırır. Muhtemelen o, etkili bir darbeye hazırlanmaktadır içten içe. Oysa çaresizlikten kaynaklı hüznün susturduğu adam çoğu zaman diliyle birlikte beynini de susturur. Pazarlık yoktur, öfke yoktur. Çaresizlik vardır. Biraz da yorgunluk. Yıllarca annem sustuğunda ve (nadiren olurdu bu) babam konuştuğunda oh dedim ben. (Anne, seni seviyorum, ama bu örneğe ihtiyacım vardı. Yoksa sen yine konuş hep..)
--spoiler--
içinde serçeler ve güvercinler gezinen
laflar etme arzusu doluyor bir yerlerimde.
Ağzımı açacak oluyorum
ama dinleyen kimse yok
Neyse diyorum sonra, neyse
Neyse..
"Herkes Kıvanç Tatlıtuğ'u seviyor. Tabi adam hem yakışıklı hem adonis kaslı hem sarışın hem mavi gözlü hem ünlü hem zengin... Onu ebem de sever. Yiyosa beni sevsenize..!" *
"içimden geçenleri bilse koşup boynuma sarılır.Oysa sadece anlatabildiğim kadarını biliyor. Anlatabildiğim kadarını.. Anlatabildiğim kadarıyla ne yapılabilir? Birer çay içilebilir belki."
yakın zamanda mezun olduğum okulun nadide felsefecisidir. Sosyal medya fenomeni olduktan sonra biraz boşlasa da günde bir kitap okuma felsefesi vardır. yeri gelince cana yakın olsa da genel itibariyle öğrencilerle çok içli dışlı olmaz.
takip edilmesi lazım. bir kaç yıla patlayacak.
--spoiler--
Ben ona biriktirdiğim her şeyi sundum. Zamanı, kitaplardan süzdüklerimi, yazabildiğim ve yazabileceğim her şeyi. O ise günlük hayatın sıradan beklentilerine o kadar alıştırmıştı ki kendini, başka türlü bir sevme şekline ihtimal bile vermiyordu. Olmadı, olamazdı da. Benim yanımda uçmak için can atan bir kedi yavrusu gibi takıldı bir süre, uçabilmek için gereken arzu ve iyi niyete de sahipti aslında. Ama, kanatları yoktu..
--spoiler--
Aklından bir katedral tut beni bahçesine gömsünler
Dilini bilmediğim zangoç dışından Fatiha okusun
Sevgilim insan bazen yalan söylemeye bile üşenir
Çocuklar geçer yanından dönüp bakası gelmez
"Zaman olur iki kişinin inandığı yalan bile
Bir bakarsın yalan olmaz gerçeğin kralı olur
Herkes ne mutlu ne tuhaf hiç mi özledikleri yok?
Ben ki ölüp özlemekten katedraller düşünürüm
Sevgilim aklından bir katedral tut sonra
Sonra hiç bırakma, o hep aklında kalsın
Kimseler anlamaz beni ihtimal tek sen anlarsın
Sen nerdesin ben nerdeyim ne içtim böyle ne tuhaf
Ne çok tuhaf dedim oysa hiç sevmem tuhaf lafını
Bu bile tuhaf işte hadi sen bi' katedral tut
Katedraller bazen müze anlamına gelir
Seni seviyorum ben biliyorsun değil mi?
Her şey geçer aşk kalır, sen bilmezsen rabbim bilir..."
Şimdi sen karşımda öylece dururken,
Bakmayışından kırk başka anlam çıkaran ben,
Yanılıp da baksaydın bir kez kafanı kaldırıp
Sevincimden muhtemelen aklımı yitirirdim..
Kafan ki nasıl güzeldir üç duble çaydan sonra
Gözlerin, kim bilir..
Yok yok gözlerinden hiç bahsetmemem lazım.
Daha önce bana baktıkları gibi bakıyorlarsa sağa sola
Yok dedim, gözlerinden bahsetmemeliyim.
Ellerini gördüm sol çaprazdan, canımın içi ellerin..
Allahım onlar else benimkiler ne?
Kararlıyım, gözlerinden bahsetmeyeceğim
Allah belasını versin kulpunu tuttuğun kupanın.
Kafanı kaldırmadın ya hala, inna sabirin..
Ama bu böyle olmaz dönüp dolaşıp,
Dönüp dolaşıp gözlerine geliyor laf,
Çürümüş çimen yeşili gözlerin..
Yapma, merhamet et söz verdim
Gözlerinden söz etmemeliyim.
Şu an, tam şu an
Şu an Calvino görse beni kesin roman yazardı.
Kafam içinden geçsin Dorian Gray'in Portresinin
Ki severim aslında Oscar Wilde'i
Sevmem artık kulplu kupayla beraber
onun da allah belasını versin..
Sen içeri girmeden önce bir süreliğine,
bir süreliğine seni aklımdan çıkarmıştım
Yeni yeni şeyler düşünmeye başlamıştım sen içeri girmeden
(Söyle yanındakine, çeksin elini omuzundan
çeksin elini omuzundan yoksa,
yoksa ne yaparım hiç bilmiyorum,
bilmiyorum iyisi mi çeksin elini omuzundan)
Evet yeni yeni şeyler düşünmeye başlamıştım sen içeri girmeden..
Genç yaşta ölen dansçı, son okuduğum Metin Çakır polisiyesi, Mısırdaki ayaklanma falan..
Sırasızca gelip geçiyorken aklımdan.
Mendil satan çocuğa bakıp toplumsal duyarlılığımı kabartmıştım bir ara.
Doğurup doğurup sokağa salıyorlar cık cık..
Cıkcıklarken tam, sen içeri girdin gördüm.
Sen beni görmedin.
Ben seni gördüm.
Sahi görmedin mi sen beni?
Ben seni gördüm.
Ben seni gördüm ve o an!
Ve o an..
O andan sonra..
Dansçı kızın da Mısır'ın da, mendilci çocuğun da
bir süre sonra kulpunu tutacağın kupanın da
hepsinin Allah belasını versin o andan sonra.
(Sakız mı var ağzında? evet evet sakız var,
rabbim alsana canımı bir sakız nasıl böyle güzel çiğnenir?..)
Yanındaki baktı bana, hafifçe selam verdi.
Ben o an orada değildim, farketmedi selam verdi
Ben çoktan gitmiştim More'nin ütopyasına
O farketmedi kalktı bana selam verdi.
Hafifçe selam verdi, tanışıyormuşuz..
Tanışıyormuşuz da,
Sokarım tanışıklığına.
Az önce sol çaprazdan gördüğüm,
az önce sol çaprazdan gördüğüm sağ omuzunu saran kol onun koluysa
başlarım tanışıklığına..
Masadaki herkesle göz göze geldim,
bir seninle gelmedim.
Mahsus mu yapıyorsun?
(Yanındaki selamlaştığım adam,
yanındaki selamlaştığım adama söyle
söyle ona, öyle sokulup durmasın sana)
Ben dahil hepimizin allah belasını versin
derken..
Derken kalktın
Kalktın, kalkarken de bakmadın..
Kalkarken bile bakmadın..
Heyy dur nereye,
gitme..
gitmesene..
"ama günün başka kimselere anlamlı gelmeyen anlarında
bazen onu elli geçe mesela
bazen ikiye altı kala
çorabımın tekini ararken ya da
kaç yumurta kıracağımı düşünürken tavaya
mütemadiyen seni düşündüğümü söyleyebilirim.
Sevgilim denmez artık uzaktaki sevgiliye
sevgilim denmez çok ayıp ama sevdiğim diyebilirim
sevdiğim belli olmaz saçma sapan bir zamanda
bir çocuk gülüşünde ya da eski bir türk filminde
farkında bile olmadan aklına gelebilirim"
birgün bir parka elinde kırmızı tuborgla otururken görürsem yanına gidip sabaha kadar konuşmak istediğim insandır kendisi. abim sen haklısın diyeceğim. insanlar sevilmeye değmezler.
"Eğilip sen herhangi bir şeyin üzerine
soluk bir papatya olur yahut kirli bir mendilci çocuk
ışık hızıyla hepsini birden kıskanabilirim
uyu sen sadece başka hiçbir şey yapma
çünkü yapacağın en iyi niyetli şeylerde bile
kendimle ilgili kötü sonuçlar çıkarabilirim..
Aşk tanımsız bir obsesyon nedeni yaşanamayanlar
hastalık bu biliyorum o kadar salak değilim
hastalık bu yavaş yavaş ortaya çıkmasında
şarkıların, çiçeklerin ve saçlarının eşit payı var
hadi sen uyu sevgilim uyumadığın zamanlar
başkalarını düşündüğün gibi tuhaf düşüncelerim var..."
'' unutur gibi olursun bazen. bir süre. ondan önce nasıl akıyorsa öyle akıyor gibi gelir hayat. bir süre. başka şeylerle uğraşıp, başka şeylerle heyecanlanıp, başka şeylere üzülürsün. ama bir süre. oysa hepsi eksiktir. her neyle meşgulsen tam da onun ortasında geliverir gülüşü aklına. o an aklını kaybedersin. elinde bir kaldırım taşıyla polis barikatına doğru koşarken ya da tanımadığın insanlarla özgürlük sloganları atarken ya da kırığı sızlayan koluna daha az sızlayan incinmiş kolunla pres yaparken birden bire aklına geliverir. ve o an başka her şey anlamsızlaşır. koşarak onun yanına gitmek istersin. elinden tutmak, alıp onu, kimsenin kimseye değmediği bir yere kaçırıp, dizlerine yatmak istersin bütün yorgunluklarını diz kapaklarına gömüp. koşamazsın. öylece kalakalırsın. taş elinden düşer. kolunun sızısı donup kalır. ne ona gidebilirsin ne bulunduğun yerde kalabilirsin. onun dışında her şey anlamını yitirir. sessizce her neredeysen uzaklaşır, ilk gördüğün tekel bayiinden iki tane kırmìzı tuborg alıp parka doğru yol alırsın. aklında bir tek o, dudaklarında acı bir ıslık, davasına ihanet etmiş ama bundan zerrece pişmanlık duymayan bir suçlu gibi, içine içine akıtırsın akmaktan utanan tüm yaşlarını. çünkü aşktır bunun adı ve aşk başka her şeyi unutturacak kadar kuvvetli bir gerekçedir. neye mi? kendisinden başka her şeye... ''
"ama günün başka kimselere anlamlı gelmeyen anlarında
bazen onu elli geçe mesela
bazen ikiye altı kala
çorabımın tekini ararken ya da
kaç yumurta kıracağımı düşünürken tavaya
mütemadiyen seni düşündüğümü söyleyebilirim
sevgilim denmez artık uzaktaki sevgiliye
sevgilim denmez çok ayıp ama sevdiğim diyebilirim
sevdiğim belli olmaz saçma sapan bir zamanda
bir çocuk gülüşünde ya da eski bir türk filminde
farkında bile olmadan aklına gelebilirim"
"Ben ona biriktirdiğim her şeyi sundum.
Zamanı, kitaplardan süzdüklerimi, yazabildiğim ve yazabileceğim her şeyi.
O ise günlük hayatın sıradan beklentilerine o kadar alıştırmıştı ki kendini, başka türlü bir sevme şekline ihtimal bile vermiyordu. Olmadı, olamazdı da. Benim yanımda uçmak için can atan bir kedi yavrusu gibi takıldı bir süre, uçabilmek için gereken arzu ve iyi niyete de sahipti aslında.
Ama, kanatları yoktu.."
--spoiler--
Eğer birini seviyorsan ve o seni sevmiyorsa bundan çok güzel kaos çıkar. Bir sürü şiir, sağlam bir roman ve anlatacak bir sürü hikaye çıkar. Uykusuz geçen geceler, parklarda içilen şaraplar, yerli yersiz kıskançlık krizleri çıkar. Ama sevgine karşılık çıkar mı? O biraz zor işte.
--spoiler--
--spoiler--
Kendimi tek bir cümleyle tanımlamam gerekse 'tam olarak hiçbir şey ama herşeyden de birazcık' diye tarif ederim.. Sağcılar fazla solcu buldu beni, solcular da hep biraz sağcı. Tam olarak hiçbir yere ait olamadım. Anneme göre evlatlığımda, sevgililerime göre sevme şeklimde bir eksiklik oldu hep. Aramadıkları sürece aramadığım arkadaşlarım vefasızlığımdan, kendileri için neredeyse hiçbir şey yapmadığım öğrencilerim ilgisizliğimden şikayet ettiler..
Uzun yıllar önce bir balığım vardı, sahip olduğum ilk ve tek evcil hayvanım. Sazanaki'ydi adı. Hayvanı bana kakalayan arkadaşım Japon sazanı olduğunu iddia etmiş, ben de kabul etmiştim ve adını da Sazanaki koymuştum. Sevgilimden ayrılmıştım, canım çok sıkkındı, yaşayan, gözlerinin içine bakabileceğim ve konuşmayan bir canlıya ihtiyacım vardı evde ve balık bu kriterlere son derece uygundu. Sonradan ortaya çıktı foyası, eve gelen nadir arkadaşlarımdan biri 'Ne Japon sazanı lan bildiğin kırmızı dere balığı bu' deyince büyü bozuldu. Ama sevmiştim ben hayvanı, ismini de değiştirmedim o yüzden. Öyle yaşadık gittik bir süre. Sadece uyuduğum ve içki içtiğim bir hafta boyunca yem vermeyi unuttum kendisine. Yaklaşık bir hafta sonra ayıldığımda fark ettim tabi durumu ama yem vermeye de üşendim. inatla yaşamaya devam etti hayvan. Ben de merak ettim yem vermezsem ne kadar yaşar diye. Hesapta iyice zayıfladığını ve artık dayanamaz hale geldiğini görene kadar bekleyecek, sonra yemleyecektim kendisini. Hiç sesini çıkarmadı hayvan. Fizyolojisinde de bir değişiklik olmadı. Bir sabah kalktığımda öldüğünü gördüm. Çok asil bir ölüm dedim içimden ve alüminyum folyoya sarıp küçük bir cenaze töreniyle karşıdaki çamaşırcının kapı önündeki saksısına gömdüm. Sonra da aklıma bile gelmedi kendisi. Şimdi sorun şu. Aradan geçen onbeş yıldan sonra ilk defa o balık için üzülüyorum ve şu an resmen gözlerim dolu. Yapmış olduğum hayvanlıktan dolayı gecikmiş bir vicdan azabı mı çekiyorum yoksa yaşlanmaya mı başladım bilmiyorum. Bildiğim şu, eğer bir balığınız varsa sakın onun açlıktan ölmesine izin vermeyin. Yoksa onbeş sene sonra bir akşam ferdi tayfur dinleyip acıbadem likörü içerken o balık birden aklınıza gelip içinizin sızlamasına ve ağlamanıza neden olabilir..
--spoiler--
--spoiler--
annem tanısa seni kesin çok severdi. bana kalırsa seni bütün dünya çok sever, ben de seni çok severim ama şu an konu bu değil.
--spoiler--