bugün

"Bazı geceler, zaman duracak kadar yavaşlar. Böyle anlarda insan kendine anımsayıp kederleneceği bir anı seçer istemeden. Binlerce kötü anı içinden en çok canını yakanı bulup çıkartır bilinç ve öncesinin arafındaki çöplükten. Bazı geceler, zaman akmayı unutur. Canını ısırmak ister insan geçemeyen saatler boyunca. Belleği, yıllarca şımartıldıktan sonra terk edilen, artık sokak köpeği olmayı beceremeyen ama gidecek bir evi de olmayan zavallı bir kaniş acınasılığıyla oradan oraya atlayıp durur. Bazı geceler, zaman bir yerlerde takılıp kalır. Bazı şarkılar sadece böyle zamanda dinleyelim diye vardır. Bazı şiirler ancak böyle zamanlarda anlaşılabilir. Bazı hikayelere sadece ve sadece böyle zamanlarda katlanılabilir. Bazı geceler, zaman buzdan bir bıçak kadar sert, soğuk ve şeffaftır. Görünmez bir el onu ruhumuzun en hassas noktasına batırır..."
"Dostoyevski epilepsi hastası, homofbik ve iflah olmaz bir kumarbazdı. Oğuz Atay sevdiği kadına yakın olabilmek uğruna karısından boşanıp sevdiği kadının kocasıyla arkadaş oldu evlerine daha sık gidebilmek için. Salinger yaklaşık kırk yıl evinden dışarı adım atmadı, tek bir kare bile fotoğrafı çekilemedi. Yusuf Atılgan Türk Edebiyatının kilometre taşları sayılabilecek iki büyük eseri yazdıktan sonra (Anayurt Oteli ve Aylak Adam) insanlara küstü, bir köye yerleşip otuz yıla yakın neredeyse tek bir satır bile yazmadan çiftçilik yaptı. Althusser elli yıldır birlikte olduğu ve taparcasına sevdiği karısı Helen'i bir sabah yanıbaşında uyurken elleriyle boğdu, bu boktan hayata daha fazla katlanmasına seyirci kalmaması için. Stephan Zweig'de tıpkı Althusser gibi yaptı, tek farkla, o tabanca kullandı karısı ve kendisi için. insan ırkına duyduğu güvensizlik Walter Benjamin'i Fransa sınırında kendi kafasına sıkmaya zorladı. Hemingway yalancının tekiydi, Jean Genet gasptan tecavüze kadar bulaşmadık suç bırakmadı ve ömrünün yarısını hapiste geçirdi. Kierkegaard çok sevdiği nişanlısı Regine Olsen'i terk etti, çok sevdiği için. Ömrü boyunca hep acı çekti bu yüzden ama soranlara da yaptığının doğru olduğunu söyleyip durdu. O kadar çok seviyordu ki Regine'i ve o kadar nefret ediyordu ki kendisinden, evlenip onun kendisine 'maruz kalmasına' izin veremezdi!..

En sevdiğim yazarlardan bir kaçının kısa yaşam öykülerini anlatmaya çalıştım. Bir yerlerde bir terslik var ama nerede bilemiyorum..."
--spoiler--
ben seni severim sevmesine de toplum buna hazır değil
nükleer denemeler kyoto sözleşmesi küresel ısınma falan.
belki sen çok küçüksün belki benim ruhum ölü
biraz nietzsche biraz kant kafan karışmış belki
parlıamanet'i de bozdular tutunacak dalımız mı kaldı?

pavyonda tanıdığım bilge bir pezevenk vardı!
kötü kitaplar okumak kötü yaşamak gibidir derdi.
iyi kitaplar okudum bir boka yaramadı..

Ali Lidar
--spoiler--
"Küçükken sayıları son derece az ve aşırı derecede mütevazı olmalarına rağmen çok sevdiğim oyuncaklarım vardı. Ve onları birileriyle paylaşma fikrinden bile nefret ediyordum. Ancak müşterek bir oyunun parçası olunca bir işe yarayacağını bildiğim için hiç futbol topum olmadı mesela. En sevdiğim oyuncaklarımı birileri elimden alır ya da benden izinsiz oynamaya kalkarlar korkusuyla evden hiç çıkarmadım, hatta iki odalı evimizde bir şekilde yaratmayı başarabildiğim gizli saklı köşelerde kardeşlerimden bile sakladım elimden geldiğince. Ama neredeyse hiç yalnız kalamadığım düşünülünce de şu garip çelişki kendiliğinden ortaya çıktı; en sevdiğim oyuncaklarım neredeyse hiç gün ışığına çıkaramadığım ve oynayamadığım oyuncaklar haline geldi. Eskir diye giymeye kıyamadığım sevdiğim kıyafetlerim küçük gelince otomatik olarak kardeşime devredildi. Ve birdenbire bitmesin diye ibadet hassasiyetiyle küçük küçük parçalarla ısırdığım dondurmaların yarısı ben yiyemeden eridi. Kremalı bisküvilerin bisküvilerini önce kremalarını sonra yedim hep ama sıra kremaya geldiğinde yediğim bisküviler beni tıkadığından hayal ettiğim tada hiç ulaşamadım..
Çok sonraları bunun bir tür kader olduğunu anladım. Kimi ya da neyi sevdiysem en az onunla vakit geçirebildim. Hiçbir şeyi ya da hiç kimseyi doya doya, tadını çıkara çıkara sevemedim. Elimden alınır ya da kaybederim korkusu içimden gelenlerin bir adım önündeydi hep. Çok sonra anladım ki ben aslında sahip olduğumu zannettiğim tüm sevdiklerimi en baştan kaybettim..."
facebook ta bir beğeni sayfası bir de kişisel sayfası mevcuttur. kişisel sayfasındaki paylaşımlarını da herkese açık bir şekilde yapmaktadır. bir yıla yakın bir süredir neredeyse her gün kişisel sayfasına girip ne yazmış diye bakardım, bir kaç ay öncesine kadar da fan sayfası açıldı. * bir de o sayfayı her gün kontrol etmem gerekiyordu artık. e bir de buna eski sevgilinin aslında hiçbir şey göremediğim ama yine de açıp baktığım sayfası eklenince facebook ta çok vakıt harcamaya başlamıştım, ben de kapattım gitti.. blog * falan da kullanmadığımdan kendisinin şiirlerinden epeydir uzak kaldım. bünye istiyor bir zamandan sonra facebook giriş sayfasıyla bakışıyoruz kaç zamandır ama diretiyorum açmamak için.. sözlüklerden eski şiirlerini falan okuyorum. bir kitap çıkarsaydı iyiydi.

bir kişiyi facebook illetinden kurtaran şairdir.
"insan terk ettiği yere geri dönmemeli. Hayat dönmek zorunda bırakırsa da olacakları peşinen kabul etmeli. Olacaklar ne mi? Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacak olması mesela. 15 yıl önce son kez kapattığımda baba evimin kapısını yemin etmiştim bir daha kısa süren ziyaretler dışında buraya gelmeyeceğime. Ama yıllar ve yıllar süren acılardan sonra imkanlar ve imkansızlıklar bir tenis topu gibi oradan oraya savurup durdukça beni, sığınacağım başka bir liman olmadığını farkettim. Ve döndüm.. Arada olup bitenlerden bahsetmek istemiyorum, hayat diyeyim kısaca. Kötü yaşanmış bir hayat. Ama, insan terk ettiği yere dönmemeli. Döndüğümde, giderken geride bıraktıklarım beni tekrar aralarına kabul etsinler diye umutsuzca paraladım kendimi. Ve ilk günden anladım ki aslında çıkıp gitmek dönmekten çok daha kolaydı. Nereden mi anlamıştım? Çünkü bunu gitmeyi kafasına koyup beceremeyen ve kuyruğunu kıstırıp geri dönen herkes yaşar. Geride kalanlar hiçbir şey olmamış gibi davransalar bile size eşyanın yoğun muhalefetiyle karşılaşır/karşılanırsınız. Döndüğünüzü sandığınızda döndüğünüz yer size eski siz olmadığınızı durmadan hatırlatır. Bir zamanlar kendinizin kıldığınız o küçücük özgürlük alanı odanız işgal altındadır artık. Eskiden oraya ait olmayan dikiş makinesinin sığıntı gibi odanızda durmasına aldıramazsınız. Çünkü artık siz bir tür sığıntı haline gelmişsinizdir. Ve bunda alınıp gücenecek bir şey yoktur. Kelimenin tam anlamıyla sığınmışsınızdır bir zamanlar dünya zannettiğiniz küçücük odanıza. Sizi siz yapan her türlü saçıntının dolaplara tıkılmış ya da çatıya kaldırılmış olmasına da ses etmezsiniz. Zamanında terk edilmiş olmanın acısı bir şekilde çıkartılır sizden. Oraya ait olduğunuz yalanını önce eşya kakar başınıza. Oraya ait değilsinizdir. Hiçbir yere ait değilsinizdir..."
" Yüksek sesle konuşma olur mu benimle? Fısılda yeter, duyarım ben, bağırma ne olur.. Ve lütfen benim sesimin yüksek perdeden çıkmasına da aldırma. Kalabalık evde büyüdüğüm için birbirimize bağırmadan duyuramazdık sesimizi. O yüzden küçük harflerle konuşmayı bir türlü beceremedim. O zamanlar da farkındaydım aslında, ne kadar çok bağırırsam o kadar az anlaşılıyordum, ama bu bir aile geleneğiydi. En çok babam bağırırdı anneme, ara sıra da annem babama. Öyle anlarda kendimi mutfağa kapatırdım ve seslerini duymamak için bağıra çağıra saçmalardım. (Saçmalamaya meyyalim ta o zamanlardan miras olmalı) Ama ne yaparsam yapayım duyardım. Ya ellerim çok küçüktü ya da kulaklarım çok büyük. Bir türlü tam olarak kapatamazdım. Mutfak kapısının altından sızan ses, kapatamadığım kulağımın içinden beynime girerek beni yiyip bitirirdi. Hiçbir şey anlamazdım. Neden kavga ettikleri hakkında da hiçbir fikrim yoktu. Galiba onlar
da bilmiyorlardı nedenini. Onlar amaçsızca birbirlerine bağırırdı, ben de kendime. Yıllarca sürdü bu drama ve kulaklarımla ruhum arasındaki zar yavaş yavaş yırtıldı. Şimdi sen ne zaman benimle yüksek sesle konuşsan, kulağım değil ruhum titriyor sanki. Yapma olur mu? Bana bağırma, fısılda yeter, duyarım ben..

inceliklerden pek nasiplendiğim söylenemez. Yıllarca kendimle ve herkesle girdiğim kavga bedenimde kirpi oklarının oluşmasına neden oldu. Şimdi sen elini uzattıkça canını yakacaklardır. Normal.. Eğer istersen ve yeterince sabredebilirsen onları tek tek koparman mümkün. Ama iyi düşünmelisin, eğer yarıda bırakacaksan hiç başlama ne olur. Ya tamamen yol at bütün dikenleri, ya da hiç uğraşma..

Beni anlamadığın zamanlar da olacaktır. Saçmaladığım, ne yaptığımı bilmediğim.. Anlamaya çalıştıkça ve anlayamadıkça sinirleneceksin. Ama şunu unutma, öyle anlarda ben de bilmiyorumdur neyi neden anlatamadığımı. Bana yardım et, beraber anlamlandıralım beni. Kırılma, küsme, kaçma.. Senin gücün benden sevilebilecek bir adam yaratmaya yeter, unutma..

Bir insan nasıl sevilir hatırlamıyorum. Öğret bana. Tut elimden, gözlerimin içine bak, okula başlamış çocuğa alfabeyi öğretir gibi, kırk yıllık budiste namaz kılmayı öğretir gibi, sabırla öğret bana seni sevmeyi. Merhameti ve şefkati elden bırakma. Öyle bir bak ki bana, hırçınlığım gözlerinin buğusundan utanıp kendi kendini yok etsin..

içimde herkesten gizlediğim küçücük bir çocuk saklı. ister tut elinden büyüt, istersen de öldürelim beraber. Ama ne olur onu kandırmaya kalkma..

Çok hayal kırıklığı yaşadım. Belki de geçen ömrümün özetidir kocaman bir hayal kırıklığı. Böyle olsun istemezdim tabi. Her yola çıktığımda güzel şeyler hayal ettim aslında. Ama işte iyi niyet iyi bir yaşantı için yeterli olamıyor. Şimdi yine bir kavşaktayım. Ve yine saflık derecesinde iyi niyetliyim. Hayal kurmaktan korkuyorum sadece Bana yardım et, artık kırılmayacak hayalleri beraber kuralım. Doğru düzgün hayaller kurmayı öğret bana..."
sıkıntı.. büyük.. dağılmıyor ne yapsam. tuhafım.. tırnakla et arasındaki pislik gibiyim, gönülsüzce verilen selam gibi, tam namaza duracakken bozulan abdest gibi. nesli tükenme riski bulunmadığı için kimselerin aklına gelmeyen özelliksiz bir hayvan gibiyim, çarşı iznine askeri kıyafetlerle çıkan vasıfsız er gibi, cari açık gibi, ısınan küre, patlak ampül, yarılmış teker, kokmuş et.. cami avlusu yerine musalla taşına bırakılmış yatalak bir ihtiyar gibiyim, ingilizce sınavında mal mal etrafa bakınan onikinci sınıf öğrencisi gibi, bozuk küçük ev aleti gibi, kabı yırtık üçüncü sınıf cinayet romanı gibi, denizaltı'daki sineklik gibi, afrika'da ufo, güney kutbunda derin dondurucu gibi.. ağartmayan dandik çamaşır suyu gibi, onuncu kez kullanılmış yağ gibi.


alengirli olmasına alengirli zira ne güzel güncellemesini yapmış üstelik kendime demiş.
şiirlerinde ve düz yazılarında günlük hayattan parçaları duru, hoş ve samimi bir dille anlatmasından ötürü sevilir. candır.. çoğu şiiirinde melankolik olabilir ve genellikle aşk şiirleri yazdığı da doğrudur. fakat tüm bu saydıklarımdan ötürü liseli diyebilmek için ah muhsin ünlü gibi aynı kulvardaki üstadı da liseli saymak gerekir ki bu çok saçma.aşkı kendince anlatmaya çalışan insanlara liseli deme adeti peydah oldu bir de, nerden olduysa.
Kesinlikle kitap çıkarması lazım;ama bildiğim kadarıyla çıkarmadı. Çok güzel Türkçe tadında şiirleri vardır. Karpuz Kabuğuna yazılar yazmak blog adresidir. Hemen hemen iki şiirinin bir tanesinde Annem kelimesi geçmektedir.
Müslüman mahallesinde salyangoz satmak gibi
radikal fikirlerim vardı annemi ikna edemedim
annem tanısa seni kesin çok severdi
bana kalırsa seni bütün dünya çok sever
ben de seni çok severim ama şu an konu bu değil
gitmeliyim şimdilik kuşlara emanet ediyorum seni
işim var...

Ali Lidar
Adam kadından uzaktaydı. Mesafeyle ilgili teknik bir problem. Bir şekilde üstesinden gelinebilecek bir şey..
Kadın ise adama uzaktı. Coğrafi uzaklıkla ilgisi olmayan metafizik bir problem. Kolay kolay üstesinden gelinemeyecek bir şey..

Ali Lidar
Kimseyle konuşmuyorum. Böyle daha iyi oluyor sanki. Bir anlamı olduğundan değil. Konuşamadığımdan da değil. Canım istemiyor sadece. Aslında canım isterse bir saksı bitkisiyle hava durumu hakkında bile konuşabilirim. Ama hiç canım istemiyor işte. Sahiden de hiçbir şey söylemeden susarsam ne demek istediğim anlaşılabilir mi ki?

Ali Lidar
--spoiler--
Benim onu sevmemin nasıl bir mucize olduğunu bilmiyor. Belki de sıradan ve vasıfsız bir şey gibi görüyor bunu. O da haklı. Neredeyse tanıyan herkes sevmiş onu. Farklı boyutlarda elbet. Ama bir şekilde sevmiş. Zaten onu birazcık tanıyan birinin kayıtsız kalması, sıradan biri gibi davranması mümkün değil. Fakat ben ne yapabilirim? Anlatamıyorum. Anlatamamamın sıkıntısı içimdeki telaşı kat be kat artırıyor.. Seni en çok ben seviyorum desem, en başka ben seviyorum ve en başta, herkesten çok, en çok, en.. Ne en? içimden geçenleri bilse koşup boynuma sarılır.Oysa sadece anlatabildiğim kadarını biliyor. Anlatabildiğim kadarını.. Anlatabildiğim kadarıyla ne yapılabilir? Birer çay içilebilir belki. Belki de eski bir bankta birer bira.. Kırmızı Tuborg.. Gazeteye sarılı.. Ben de ona sarılabilsem.. Anlatamadıklarımı anlar mı o zaman?..
--spoiler--
Sen, bir sürü şeyin arasında fırsat buldukça beni düşünürsün;
ben hep seni düşünürüm..
Sen, benimle birlikte çocukları, tabiatı, sokak köpeklerini falan seversin;
ben bir tek seni severim...
Geçenlerde kitap çıkarıp çıkarmayacağını sorduğum, hayır cevabı aldığım yazar. üzmüştür.
Sevgilim! Yalansız bir öpüşmeden daha soylu ne olabilir?
"…. Biliyorum. Bakma inanmaz gibi durduğuna, bence o da biliyordur. Ama şunu unutma bu tek başına hiçbir işe yaramaz. Eğer birini seviyorsan ve o seni sevmiyorsa bundan çok güzel kaos çıkar. Bir sürü şiir, sağlam bir roman ve anlatacak bir sürü hikaye çıkar. Uykusuz geçen geceler, parklarda içilen şaraplar, yerli yersiz kıskançlık krizleri çıkar. Ama sevgine karşılık çıkar mı? O biraz zor işte.."

Ali Lidar
Bana başka gülüyor, ben de seni sevecek
gibiyim ama daha değil der gibi gülüyor.
Bekle diyor sanki bana.
Ben de bekliyorum.

Dizelerinin sahibi.
bana başka gülüyor be abi. biliyorum beni sevdiğini, ben de seni sevecek gibiyim ama daha değil der gibi gülüyor. bekle diyor sanki bana. ben de bekliyorum.

lidar.
"içimden geçenleri bilse koşup boynuma sarılır. Oysa sadece anlatabildiğim kadarını biliyor. Anlatabildiğim kadarını.. Anlatabildiğim kadarıyla ne yapılabilir?

Birer çay içilebilir belki."
"Ben bir kere ölmüştüm ve sen yanımda yoktun
bir kere ben sen yanımda yoksun diye ölmüştüm
artık yanımda olmaman sadece lüks eksikliği
kedi değilim tek canım var ben o zaman ölmüştüm
Ben o zaman ölmüştüm sen şimdi duyuyorsun
konuştuğun bir ceset, aklını mı kaybettin
tüketim çılgınısın sen tükkettin mi dönmemelisin
bir ölüyü problem çıkarmaya zorluyorsun."
"Bazen tek bir kelime, basitlikten kaynaklı zerafetle, bütün benzetmelerden daha kuvvetli olabilir. Özlüyorum. Çok fena özlüyorum. Hem çok güçlü hem de çok zayıfmışım gibi, coşkulu bir umutla kahreden bir umutsuzluk arasında gidip geliyorum bazen. Hisler durmaksızın çatışıyor birbirleriyle. Birbirlerine ekleniyorlar bazen, bazen birbirlerinden çıkıyor bazen de birbirlerine bölünüyorlar.,

Sadece şundan eminim. Tüm işlemlerin sonunda tek bir sonuç kalıyor elimde. Özlüyorum... canımın içi; kocaman kıvırcık bir gülümseme bazen, bazen de dünyanın en güzel ihtimali..."
sıcağı sıcağına yazayım diyorum;


--spoiler--

ŞiMDi BiR ŞEY SÖYLE BANA

Şimdi tek bir şey söyle, sonsuza kadar susalım
Şimdi bütün imkanlar ayağımıza serilsin
Şimdi sen uzaksın ya, kilometreler var arada
Şimdi bir mucize yarat her şey lehimize gelişsin
Şimdi alkollüyüm biraz saçmalıyor olabilirim
Şimdi seni seviyorum, gerisini idare et
Şimdi burada olsaydın boynuna sarılırdım
Şimdi yanımda olsaydın sana şunları söylerdim
Şimdi ve daima sen benim ışığımsın
Şimdi ve her zaman tek yerin benim yanım
Şimdi ve sonsuza dek karım olsana benim
Şimdi bu teklif sana biraz tuhaf gelebilir
Şimdi anla ama beni tuhaflığımı sana yor
Şimdi yorgun ve mahçubum kanımın yarısı alkol
Şimdi değil tek her zaman ben seni çok severim
Şimdi bir şey söyle bana söylemezsen deliririm..

--spoiler--
candır, candan ötedir hatta.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar