yazdığı son yazıda sağlam tespitler yapan yazar.yazı aşağıda efenim :
bir ak partiliyi cumhurbaşkanı seçtirmemek için motorla bu kadar oynamaya ne gerek vardı ki; neticede bakınız balataları yaktık; saçmalıklar, bırakın düzeltmeyi, listesi bile yapılamayacak derecede çoğaldı.
birisi egzoza çiğ patates tıkıyor, öteki karbüratöre kum serpiyor. bir başkası piston yatağına bir avuç çivi atarken diğeri direksiyon simidi ile sol ön tekeri becâyiş ettiriyor. yapmayın yahu yazık; şoförü protesto edeyim derken arabayı haşat etmek revâ mıdır?
şüphesiz farkında değilsiniz ama hatırlatalım; bir memleket böyle batar, bir ülke böyle bölünür, bir kamu düzeni böyle iflas ettirilir. dün itibariyle gördüğüm manzara budur; türkiye'de herkes çıldırmış neredeyse.
başbakan, iki doğrudan sonra bir yanlış yapmamayı eksiklik sayıyor; "diklenmeyeceğiz, dik duracağız" gibi güzel bir sözün yanına anayasa mahkemesi kararını "yüz karası" diye nitelemesinin başka mânâsı yok.
anayasa mahkemesi, baykal'ın tehdidini ve genelkurmay bildirisini görmezden gelip başbakan'a celâllenerek iki yanlış bir doğru sarmalına sıkıştığının ve kurumun itibarını fena zedelediğinin henüz farkında değil.
ordu, basına açık toplantılarda ülkenin en hassas güvenlik meselelerini kemâl-i zevkle tartışıyor. basın aracılığı ile hükümetten kuzey ırak'a girmeleri için siyasi (yazılı) karar talep ediyor, hemen ardından "barzani'ye bişey yapacak mıyız?", "amerika da var orada" diye yüksek sesle mütereddid zihni idmanlar yapıyor.
basınımız bağcılar lisesi'nde satanist ayinini suçüstü etmiş havasında saçmalarken gaşy hâlinde; ak parti'nin kapatılma davasına bir dosya daha eklemenin sevinciyle ellerini ovuştururken avuçlarından duman çıkmakta.
kendini herkesten akıllı zanneden ve 27 nisan'da hükmen siyâsi mevtâ statüsüne giren bazı muhalefet liderleri, "otobüsü duvara toslattınız; şimdi de duvarı suçluyorsunuz" diye hem nalına hem mıhına vurduğunu zannetmekte (bkz. meşhurların son sözleri)
tam da zamanıymış gibi hükümet, polisin yetkileri konusunda tartışmalı bir kanun teklifini meclis'e götürerek "acaba kendimi hangi baldırımdan vursam daha şık olur" hesabında.
bazı gazeteler, pkk tarafından sabote edilen trenin yük konşimentosunu yayınlayarak, "iran'ı köşeye sıkıştırdık" havalarıyla acar habercilik yaptığı iddiasında.
havada kesif bir yanık balata ve benzin kokusu... motordan yükselen garip gıcırtı ve patlama sesleri...
dava nedir hatırlayalım? bir cumhurbaşkanı seçimi... "o olmasın, başkası olsun" pimpiriklikleri...
mefhumun muhalifinden hareket edelim; darbecilerin pek sevdiği, ayılıp-bayıldığı uzatmalı devlet başkanı şu anda fiilen görev (direksiyon) başında; arabanın hali ise ortada: devletin kurumları birbiriyle yaka paça, temel kavramlar yerlerde sürünmekte. peki, "devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetmekle" (104. madde) görevli sayın a. n. sezer'e "vallahi bravo; görevini çok iyi ifa ediyor" diyebilecek bir ferd-i vâhit çıkar mı? çıkar! burası türkiye, kafa karışıklığının tavan yaptığı, devlet şuurunun buharlaşıp stratosfere çekildiği memleket.
sahi yahu, orada, yani çankaya'da kimse var mı?
kestirmeden söyleyelim: sıktınız artık, hepiniz, parkinson'un dediği gibi kendi liyakatsizliğiniz fevkine tırmanmak için ortalığı birbirine kattınız. sizlerden daha iyisine layık olduğumuz konusunda artık tereddüdüm kalmadı. yeter!
"Türk milliyetçiliği, tarihî süreç içinde 'ötekiye' yaygın nefret duygusu geliştirerek ve ötekiyi aşağılayarak gelişti. Dünyadaki örneklerine benzer bir biçimde, nefret edilene karşı her türlü şiddetin meşruluğunu savundu. Irkçı milliyetçilikler nefretle yönetilirler ve bu nefretin yöneldiği kurban ya da kurbanlar her zaman oldu.
Nefretle yönetilen bu milliyetçiliğin son kurbanı oldu Hırant Dink. insani olana karşı şiddet uygulanmasını teşvik etmek, böylece sosyal yaşamın temeli olan empatiyi insanların hayatından silmek, ırkçı milliyetçiliğin karakteristik özelliğidir." (O. Miroğlu, 'Arka Bahçe'nin Kürtleri, Radikal, 25.2.2007)
*
Basılı ürünlerin böyle bir illüzyonu var; ilk elde sanki doğruymuş gibi görünüyor. internet sayfalarındaki ifadeler henüz bu peşin krediyi hak edemediler. Ne de olsa basılı ürünler, Gutenberg'den bu yana geçen beş asır içinde kolay sarsılmaz bir itibar kazanmıştı. internet medyası henüz çocuk; güven telkin etmiyor. Orada yazılıp çizilenlerin okuyucuda daha çok "dedikodu" imiş gibi etki uyandırması bu yüzden.
Hayır hayır, yanlış düzeltmek gibi beyhûde bir gayret içinde olmayacağım; yanlışı tashih, yanlış sahibini ve söylediklerini ciddiye almak anlamına gelir. Yukardaki satırların sahibi bana göre yanlışı düzeltilecekler zümresinde bulunmayı hak etmiyor.
*
Bilim, hakikatin emrinde iken saygıdeğer bir araçtır. Hakikate vâsıl olmak ve her ne ise onunla yüzleşmek irâdesini ıskalamış bir bilim aşkı, benim için sadece marazlardan bir maraz. Bazıları, "Bilim zaten gerçeğe yönelmemiş midir ki böyle bir tefrike ihtiyaç duyuluyor?" sualini merak edebilirler. Cevabı şöyle: Bilim, neyin üzerine tutulursa onun hakikatini gösteren bir büyüteç değildir; bilakis daha işin başında bilim bir "orientation" (yönelme, yön belirleme, hedefle uyum içine girme) problemini ihtiva eder; basitçe ifade olunmak gerekirse otomobilin yaptığı iş, nereye yönlendirildiği ve hareketi esnasında doğru kullanılması (etik) ile ilgilidir. Yanlış oryantasyon ile bilimi vasıta kılarak hatalı sonuçlara ulaşmak mümkündür ve bilim tarihi bu yüzden heyecanlı bir serüvendir.
*
Baştaki ibareler, yanlış oryantasyona ilginç bir misâl teşkil ediyor, çünkü hakikate değil, ideolojik doğruları pekiştirme maksadıyla kaleme alınmış şeylerdir, "türrehat" zümresindendir; ciddiye alınıp cerh ü tâ'dili ayrıca tenezzül gerektiren bir meseledir.
*
Okur-yazarlık, geçen yüzyılın yücelttiği bir değerdi; artık tek başına mânâ taşımıyor; okur-yazarlığın yanına tefrik ve temyiz kabiliyetini de ilâve etmek lâzımdır. Haber ve bilgi sağanağı altında bunaltılan 21. yüzyılın insanı, doğru bilgilenmek bakımından -meselâ- 16. yüzyılda yaşayanlardan daha talihsiz ve daha çok risk altında bulunuyor. Ne var ki insanların kısm-ı âzâmı tefrik ve temyiz kabiliyetinden mahrum olduğu için, bazılarımızın "aydınlanma" diye tekrarlayıp durduğu o büyük ideal hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir hülyâdır.
Çünkü insanların büyük çoğunluğu, okudukları ilk şeyi doğru kabul ederler ve böylece yeniden başa dönmüş oluruz.
*
Haberleşme araçları ve genel eğitimin araçları, insanları tefrik ve temyiz kabiliyetini haiz "ferd"ler olarak olgunlaştırmakta başarısız ve isteksizdir. Çağdaş demokrasilerin en büyük zaafı budur; fikir ve söz hürriyeti, bu zaafı izale etmiyor, sadece bu zaaftan doğan acıları kısa süreliğine dindiriyor.
*
Bağlayalım: Türk milliyetçiliğini doğuran ve hâlâ aktif halde bulunduran saik, ağzı olanın ona dahletmesinden neş'et eden tepkiler olmuştur. Irkçılık ithamı ise, bu çerçevede daha ziyade itham sahibine yaraşıyor.
kalemine türkiye'de en hakim köşe yazarlarından biridir. değindiği noktalar genellikle toplumda en çok tepki çeken ya da tartışma konusu olan hususlar olsa da onları yumuşatır, ortamı gerginleştirmeden sunar, kısaca eksi oy almamak için yazıyormuş gibi yazar ama ayarın kralını satır aralarında verir. takip edilesidir, hayranlık duyulasıdır. http://www.zaman.com.tr/?...rh=20060211&hn=255285