polonya nın 1798-1885 yılları arasında yaşamış milli şairi. 1855 yılında istanbul a gelmiş hayatının sonuna kadar istanbul da yaşamış ve kolera sonucu ölmüştür.
Ünü dünyayı sarmış bir özgürlük şairi. Polonya'nın milli kahramanı. istanbul'un talihsiz ve ebedi konuğu.
Ülkesinin Rusya esaretinden kurtulması için gençlik yıllarından itibaren mücadeleye girişmiş, şiirleriyle halkına cesaret ve coşku aşılamıştır. 32 yaşındayken Fransa'ya göçmek zorunda bırakılmış. Orada büyük itibar görmüş, üniversite kadrosuna alınmış, el üstünde taşınmış...Bir yiğit kültür adamı.
"Doğmuşum kölelik içinde
zincire vurulmuşum daha beşikte.
Selam sana istikbalin fecri,
ardından doğacaktır, hürriyet güneşi..."
dizelerinin sahibi olan şair, 22 Eylül 1855'te bir gemiyle istanbul'a gelir. Amacı Osmanlı Ordusu'nda görev yapan ve Kırım'da Rusya'ya karşı savaşan Lehistanlı askerlere moral ve cesaret vermek, Rusların işgali altındaki Lehistan'ı bağımsızlığa kavuşturmaktır.
Ne var ki,talihsiz Adam, istanbul'un Kurtuluş sırtlarında kurulan çadırdaki hasta askerleri ziyaret ederken kaptığı kolera yüzünden 1855 yılı 26 Kasım günü sessizce ölür. iç organları Dolapdere'de yaşadığı küçük evin zeminine gömülür.Cenazesi paris'e götürülür. Daha sonra Polonya'ya nakledilir.
Gerek Paris'te gerekse Türkiye'ye geldiğinde Türkleri över:
"polonya'nın, komşu düşmanlar tarafından ezilmesine hiçbir devletin ses çıkarmadığı günlerde tek dostumuz Türkler olmuştur. Biz Türkleri düşmanımızın önünde eğilmediği ve Polonya'Nın işgalini kabul etmediği için, üstün bir millet olarak severiz."
Beyoğlu semtinde, Dolapdere'de Tatlı Badem Sokağı'nda son kaldığı 29 No'lu bina yangın geçirmiş, yıllar sonra onarılmış ve müzeye dönüştürülmüştür. Mickiewicz Müzesi pazartesi hariç her gün gezilebilir.
benim tatlı sevgilim, kuşlar gibi sevinçli
şarkı söyler neşeli, cıvıltılı.
her anı bal gibi tatlı,
her notası şen, ışıltılı
asla bitmesin isterim şarkısı
hep söylesin, söylesin, söylesin isterim
gözleri parlak, gülücük dolu
yanakları kiraz, dişleri inci
dalarım yüzünün tüm güzelliğine
ayıramam gözlerimi dudaklarından
hep öpmek, öpmek, öpmek isterim...
Yıkıl git karşımdan!
Derhal itaat ederim!
Yıkıl git kalbimden!
Ve itaat eder kalbim dahi.
Yıkıl git hafızamdan!
Yo!
Ne benim ne senin hafızan dinlemez bu emri.
Nice ıraktan düşerse onca uzun oluşu gibi gölgenin,
Matem çemberi onca geniş kuşatacak çevreni,
Nice ırağa kaçarsa şahsiyetim,
Karartacak hafızanı onca kalın bir şalıyla matemin.
Her yerde ve her vakit
Seninle ağladığım, seninle güldüğüm
Yanında olacağım her yerde ve daima
Bırakmışım zira her yerde canımdan bir parça.
Terk etmek zorunda kalsan da beni,
sevdiğindeki kalbi değiştirmeyeceksen,
terk ederken bile, üzmek isteme beni
ve ayrılıktan bahsetme ayrılırken!
Kederli yarından bir evvelki akşamdan
son bir an daha akıp gitsin okşayışlarla,
sevişenlerin ayrılık vakti gelip çattığında,
birkaç damla zehir ver bana.
Yapıştıracağım dudaklarımı dudaklarına,
istemem kapayayım göz kapaklarımı,
ölüm beni benden alırken;
bırak saadetle uyuyayım asırlarca, öperken yanaklarını,
gözlerine bakarken.
Günler, belki çok seneler sonra
mezarımı terk etmemi buyurduklarında,
hatırlar da uykudaki dostunu
ve inersin göklerden uyandırmak için onu.
Yine basarsın beni beyaz sinene,
yine sararlar beni sevdiğim kollar, uyanırım,
bir an içim geçmiş diye düşünerek öperken yanaklarını,
bakarken gözlerine. *
--spoiler--