hakaret etmeyen gerçekleri söylemekten çekinmeyen yazardır.
1400 yıllık yapıyı değişmedi sanan insan cahildir bunu da çekinmeden söylerim.
zulme karşı direnmenin din tarafından zulmetmek olduğunu sanmakta zavallılıktan başka birşey değildir. bir insan cahil ve zavallı değilse bunları söylemek hakarettir lakin bir insan yazdıklarıyla bunu belli ediyorsa ve sende bunu söylüyorsan bu hakaret değil gerçeklerin dışa vurumudur. saf ve homojen müslüman olması noktasına gelince, illa uyduruktan* bir sıfat üretmek için yırtınanların artık susması gerektiğinin kanıtıdır. sadece müslümandır. vesselam.
Aynı çatı altında 2 yıl dırdırımı çekti. Sonra, Farklı çatı altında, Aynı şehirde 2 yıl daha dırdırımı çekti.
Şimdi mi? farklı çatıda, farklı şehirde, aynı ülkede hala dırdırımı çekiyor. Ben ölmedikçe de çekmeye devam edecek sanırsam. Kurtuluşu yok!!!
alttakiler bir şarkının sözleriymiş. Tesadüfen okudum. Daha önce duymamış olmam cahilliğimdendir belki. Neyse işte, bu şarkının sözlerini oku diye yazıyorum:
farketmeden gelip geçiyor seneler
yaşadıkça çözülen garip bilmeceler
bu virane geçmişi gönlüm neden heceler
belki de onlara dönesim geldi
dilimin ucunda zaman beni sayıklar
kağıttan bir sandal dönmeyen uçurtmalar
gönlümün bahçesine açılan patikalar
belki de geçmişe dönesim geldi
dönesim geldi dönesim geldi dönesim geldi dönesim geldi
sabah bir sır gibi kopardı geceden
herşeyi anlardı gözlerim gözlerinden
zamansız ayrıldı ellerim ellerinden
şimdi ise onları tutasım geldi
içimde sen vardın bilmezdim bildiğini
anlamazdım o zaman neden üzüldüğümü
nasıl da saklardım seni sevdiğimi
şimdi ise onları diyesim geldi
diyesim geldi diyesim geldi diyesim geldi diyesim geldi
çözdükçe dolaşan bir yumaksın içimde
sen geliyorsun kapılar açıldıkça
gölgem gibi arkama bakındıkça
dönüpte sana koşasım geldi
dudaklarım titriyor adını söyledikçe
dönmek kolay değil içini bilmedikçe
seni unutmak için ölesim geldi
dudaklarım titriyor adını söyledikçe
dönmek kolay değil içini bilmedikçe
yaşayacak gibisin kalbim durmadıkça
seni unutmak için ölesim geldi
Cenab-ı Hak hadsiz kudret ve nihayetsiz rahmetini göstermek için insanda hadsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr derceylemiştir. Hem hadsiz nukuş-u esmasını göstermek için insanı öyle bir surette halketmiş ki, hadsiz cihetlerle elemler aldığı gibi, hadsiz cihetlerle de lezzetler alabilir bir makine hükmünde yaratmış. Ve o makine-i insaniyede yüzer âlet var. Herbirinin elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazifesi ayrı, mükâfatı ayrıdır. Âdeta insan-ı ekber olan âlemde tecelli eden bütün esma-i ilahiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmanın umumiyetle cilveleri var. Bunda sıhhat ve âfiyet ve lezaiz gibi nâfi' emirler, nasıl şükrü dedirtir, o makineyi çok cihetlerle vazifelerine sevkeder. insan da bir şükür fabrikası gibi olur. Öyle de: Musibetlerle, hastalıklarla, âlâm ile, sair müheyyic ve muharrik ârızalar ile o makinenin diğer çarklarını harekete getirir, tehyic eder. Mahiyet-i insaniyede münderic olan acz ve za'f ve fakr madenini işlettiriyor. Bir lisan ile değil, belki herbir âzânın lisanıyla bir iltica, bir istimdad vaziyeti verir. Güya insan o ârızalar ile, ayrı ayrı binler kalemi tazammun eden müteharrik bir kalem olur. Sahife-i hayatında veyahut Levh-i Misalî'de mukadderat-ı hayatını yazar, esma-i ilahiyeye bir ilânname yapar ve bir kaside-i manzume-i Sübhaniye hükmüne geçip, vazife-i fıtratını îfa eder.
-Lem'alar, RNK | Mariusz Lewandoski, IN THE LAND OF SLEEP.
Fakr, yemek, içmek ve uyumak başta olmak üzere birçok şeye ihtiyaç duyan, acz ise bunları yapabilmek için Allah'ın sonsuz inayetine muhtaç durumda olan kul anlamına gelir.