17 Ağustos / ''O'' günden sonra, yüreğimizdeki fay hatlarının arasından hep aynı sesi duyar olduk. 03.02'de rüyanın en derininden. Sesimi duyan var mı ?
11. yıldönümünde de insana aynı hüzünü yaşatabilen,...
devamını yazamadım. elim gitmiyor yazmaya, olmuyor. bunları bile zor yazıyorum.
(bkz: sesimi duyan var mı?)
yaşayanların 'küçük kıyamet' benzetmesi yaptığı gün. hayatımın tüm seyrini değiştiren gün, hatırlanmak istenmeyen ama unutturulmaması gereken günlerden biri...
normalde ankarada yaşıyorken depremin seni sakaryada yakalaması durumu..
mucizelere inanmam normalde ama olaylar karşısında hala şaşırabiliyorum... etrafımızdaki binalarn hepsi yıkılmışken kaldığım ev sağlamdı ve dışkapıdan geçmek için mutfaktan da geçmemiz gerekiyordu ki bu da biraz zor oldu.. raftaki tüm camlar yerdeydi zaten yer cam parçalarından görünmüyordu, çıplak ayaklarla geçtiğimiz halde ne bende ne ailemde tek bir çizik bile yoktu... hayatımda geçirdiğim en kötü tatildi.. ki olayın bende bıraktığı iz çok büyüktü.. her korktuğumda aynı sesleri duyabiliyorum mesela..
o dönemin insanlarının psikolojisini yerle bir eden doğal afet. kayıp olan sadece insanlar, evler vs. değildi, gelecekti.
ben marmara'da ikamet eden bir insan değilim. ankara'da oturuyorum ve o dönemde de yine ankara'da idim. henüz yaşım küçüktü ve bu depremin benim hayatıma çok derin etkileri oldu. şu an 21 yaşındayım ama hala ışıksız yatamam, hala korktuğum geceler olur. bunlar verebileceğim somut örnekler. bunların dışında sadece benim hissedebileceğim ve dışarıya yansıtma ihtiyacı duymadığım şeylerde yaşıyorum. bunları sadece psikolojik destekler aldığım kişilere aktarıyorum. tek bir örnekle açıklanacak şeyler değil. bir sorun başka sorunlara sebebiyet veriyor kendi içimde.
velhasıl, ben ankara'da bile bu denli psikolojik rahatsızlıklar yaşayabildiysem, marmara'daki insanları hiç ama hiç düşünemiyorum.
ölenleri anmak güzel bir şey ama ölenleri anmak çözüm olmuyor. hiçbir çözüm üretmez isek ya da ürettiklerimizi uygulamaya koymaz isek geçmişte yaşadığımız olayların aynısı yine bizi bekler. herkesin kendine düşen bir sorumluluğu var. bunlar yerine getirilirse, olabilecek tehlikelere karşı daha hazır olmuş oluruz.
Çok canların yandığı tarihtir.. Bu tarihten 1 hafta kadar önce, marmara denizinin sularının sıcaklığı garip değerlere ulaşmıştır. Durumdan işkillenen kaptanlar* gerekli yerlere ulaşmaya çalımışlardır. Lakin araştırmalara başlanamadan olay patlak vermiştir.
Depremin denizle ilgili bir başka olayı da şöyledir. Az önce bahsettiğim enişte, teyzem ve kuzenim birlikte o gece istanbula, tekne için mazot alma bahanesiyle gezmeye gitmek için yola çıkmışlardı. *** Depremin başlamasından tahmini 1-2 dakika kadar önce eniştem, teknenin aldığı yolda bir gariplik olduğunu farkediyor. Öyle ki, biri 720, diğeri 420 beygir gücünde olan 2 motor, tam yol gaz verilmesine rağmen tekneyi ileri götürmekte zorlanıyor. ilk olarak "pervanelere birşey dolandıysa boku yedik" diye düşünen eniştem, koşa koşa makine dairesine iniyor. Ve tam o sırada, tekneye sanki denizin içinden biri balyoz ile vuruyomuşçasına gümbürtü sesleri geliyor. Eniştem ne yapacağını bilemiyor, bi aşağı bir yukarı boş boş inip çıkıyor defalarca. Artık çıldıracak bi durumdayken sesler yavaşça kesiliyor. Tekne, az önce onu tutan gücün elinden kaçarcasına birden hızlanmaya başlıyor. Derken telsizden gelen haberler ile anlıyorlar deprem olduğunu.
Eniştem bu olayı ne zaman anlatsa gözlerini kocaman açar, yaşadığı korkuyu hissettirir mimikleriyle. Ve hala anlam veremediğini söyler, o motorların o tekneyi nasıl olup da ileri götüremediğini o birkaç dakika boyunca.
burada unutturmamak, yenisini yaşamamak için kıçımızı yırttığımız gün. nereye gitti deprem vergileri, ne oldu, güvende miyiz, 11 yıl geçti, 11 yılda insan neyi başarır. lanet olsun lanet.
tam olarak 11 sene öncesi.
yıkık dökük umut ve dayanakla kurulmuş bu kişisel yeni dünya düzeninin tam da bugünkü halinin onbir sene öncesi.
her geçen sene yeniden hakkında yazılır mı? her geçen sene yeniden aynı şiddetle hatırlanır mı? evet, orada olmayan birisi için hayır, hatırlanmaz. yazık oldu, kötü oldu, tanrının gazabı işte, bu bir uyarıydı cümlelerinden öteye geçmez ağustos 17. belki damlar gözyaşı o günden kalan görüntüleri izlerken, feryatları duyarken, ümitsiz uğraşların olumsuz sonuçlarını görürken. normal bir insan, sadece insani duygularıyla olsun, üzülür. ama o günlerden kalan anılarını yeniden her gün tazelerken, ağustos 17 sabahı anı tazelemez, hatırlamaz o gün orada bir şekilde kaosu görebilmiş birisi, o günü, yeniden, yeniden, yeniden, sabah, gündüz, akşam yaşar.
açıkçası olaylara ve sonuçlarında meydana gelen ölüm ve doğumlara duygusal yaklaşmak ya doğamda yok lanetliyim, ya da alışığım yaşadıklarım itibariyle. bugün bunları yazma sebebim de duygularım değil, en azından tamemen. bunu yazma sebebim yok aslında. sadece ağustos 17 de öyle birşey var ki, anlatılmıyor. üzüntü desem..? değil. nefret desem..? o da değil. ne olduğunu bilmiyorum, ama o bulamadığım sıfatlardan birisi, belki de teki, acı.
o gün tanık olduklarımı yine bu başlık altındaki diğer yazımda bulabilirsiniz. buraya yazmak istemiyorum yeniden, gözümün önündeyken parmaklarıma hakim olmak güç belki ama bunu başarabilecek güç var sanırım.
en saf ve savunmasız halinde kabuklarını paramparça edip betonlar altına zoraki gömmüş olan insanlarız. kimimiz o günden sonra ağzını açamamış, kimimiz tamamen özgürlüğüne kavuşmuş. kimimiz tanrısını yitirmiş, kimimiz bulmuş. kimimiz o günden sonra hafif sarsıntılar olduğunda kriz geçirmiş, kimimiz ise telaş eden insanlara gülüp geçmişiz, bundan mı korkuyorsunuz diyerek, biraz da gülümseyerek. felaketle dalga geçmek mi? orada kalmış cesetlere saygısızlık etmek mi? böyle görenler var. ama öylelerimiz var ki, o gün o cehenneme dayanabildikten sonra, komik görünüyor herhangi bir telaş. komik görünüyor insanların o en doğal hali, korku ve kaosun tahta kurulup sırıtması. bunun yüzünden suçlanıyoruz.
yetmedi mi? bunu soranlar vardı. günümüzde belki sayıları çok daha fazladır. insanın içindeki inanma arzusunu kabullenip, bir yaratıcıya inanıp, mensubu olduğu dinin insanları düzene ve mutluluğa eriştirebilecek yeterlilik ve kapasitede olduğunu söyleyip, hala bunu soranlar var günümüzde de, her yerde. hep beddua etmiştim. o soruyu, o sahneyi ilk gördüğümden beri. başlarına gelmesini dilemiştim öğrenmeleri için. çünkü öğrenmeleri gerekiyordu. ama şimdi böyle bir bedduayı çoktan çöpe atmış durumdayım. inandığınızı ve inancınızın saflığını savunurken, tüm olanların, -suçsuzlar dahil- tüm ölenlerin gerekli ve birer kurban, birer örnek, birer ibret olduğunu söylerken, 7.4 yetmedi daha fazlası gerekiyor galiba derken yüzü gözü düzelse de, o günden sonra ruhunda hala taş parçalarını, molozları, tozu, dumanı taşıyan insanlara nasıl göründüğünüzü umursamadınız. çok inancı tam insanlar olduğunuzu iddia ediyorsunuz ya hani, şu anda seslenişim inancınız ve dininize göre oldukça tanıdık gelecek. rabbim, onları affet. çünkü onlar, bilmiyorlar.
bu bölümde ne bir dine saldırma amacı gütmekteydim ne de bir dini ve inancı aşağılamak. sonuç itibariyle en temelde adice olsa bile bir düşünce insanın hayatını düzene sokabiliyorsa o düşünceye saygı gösterilmesi gerekir. bu açıklamayı niye yapıyorum o zaman? çünkü dediklerimi objektif ve her düşünceden arınmış, yalnızca insani duygularla okuyamayacaklar var. gözlerini dünyada mutlu olabilmek için açmasına yardımcı olarak bir dinden ziyade, kuralları abartıp gözlerini kör edenler var.
bu dediklerimden bu yüzden saygılı, insancıl, huzur ve barış dini olduğuna inandığı düşünceyi gerçekten huzur ve barış ile yaşamakta olan arkadaşları ayırıyorum. üstünüze alınmanız için hiçbir sebep yok. zira karşı çıktığım bir din veya bir görüş yok. eleştirdiğim sadece insanlığını en iyi seviyeye çıkartabilecek bir düşünceyi insanlığını yok etmek pahasına abartanlar. sizler mi? iyi ki varsınız.
evet... iç rahatlığıyla diyor musun, ulan bunlar hakikaten haketmiş olanları, bunların laneti bu, iyi ki oldu bu? öyleyse, gönül rahatlığıyla atlayabilirsin bu kelimeleri. bugün, insanlara zarar verme günü değil. başka bir gün olsa belki ama, bugün birisine birşeyleri anlatmak istemeyeceğim bir gün. huzur içinde acıyı anılar defterinden çıkarıp medya oynatıcısına takıp izleyeceğim bir gün. üzgünüm, başka zaman.
kızmayın artık, bundan onbir yıl öncesinde hayatını yeniden kurmak zorunda kalan kardeşlerim, amcalarım, teyzelerim. kızmayın yetmedi mi diyenlere. onlara dediğim geçerli. onlara kızmayın, çünkü onlar bilmiyorlar. bunu öğrenmeleri gerekiyorsa yaşamak zorundalar. ama diyebilir miyim umarım böyle bir şey yaşarlar da anlarlar? asla. o gün orada olanları hepiniz biliyorsunuz çünkü. o gün facebook durumunda yazamadık olanları. o gün milyonlarca kişiyi bulabileceğimizi iddia ettiğimiz gruplar açamadık internette, çeşitli görüş, çeşitli altyapı yetersizlikleri, çeşitli herhangi birşeye karşı. o gün milyonları aramıyorduk çünkü. o gün bulmaya çalıştığımız sadece birkaç bedendi. birkaç alınmamış son nefesti. ulaşmaya çalıştığımız buydu sadece. daha doğrusu ulaşabildiğimiz sadece buydu. telefonla birilerine ulaşmak mı? imkansızdı. bugün hala masamın üstünde duran, yıllarca sürüklendiği şehirlerde çizilmiş, anteni kırılmış, tuşları yıpranmış, benim kadar yaşlı siemens cep telefonu, binlerce, belki milyonlarca kez denedi birilerine ulaşmayı. bazen küfürlerle, bazen dualarla, bazen kriz kahkahaları, bazen gözyaşlarıyla. oldu mu? hayır.
keşke kolay olsaydı unutabilmek o günü. tıpkı yalova yı terk edişim gibi. sonunda taş ve topraktan başka bir zemin bulup otomobil koltuğunun cennetten kopup gelmiş gibi duran yumuşaklık ve rahatlığında arkama baka baka uzaklaşabilseydim hepsinden. ismini şimdi hatırlayamadığım, yalova nın dış taraflarında, belki başka bir şehir sınırlarında kalan o fabrikanın patlayışını arabanın camından izlemek zorunda kalmak pahasına da olsa. şoka girmiş gözlerle yola doğru koşanların birer birer alevlerin dilinde ufacık lokmalara dönüşmesine şahit olmak pahasına, bu acı karşılığında da olsa unutabilmek mümkün olabilseydi keşke.
ama o gün oralarda olanlar, o gün isim, cisim, mal-mülk, cinsiyet, din, dil, ırk, ten rengi ayrımında olmadan kol kola girdiğimiz, yaralarını temizlemeye çalıştığımız, hatta gözümüzün önünde ölenler unutamayacak asla. bir diğer dünyada olacaklarına inansalar ve o dünyada hafızalarının silineceğini, acı çekmeyeceklerini bile düşünseler sırf o gün çıkamayacak kadar ağır bir darbeydi çünkü.
ne lanet edeceğim, ne daha da şiddetlisinin gelmesi muhtemelken kılını bile kıpırdatmayanlara söveceğim. bugün, o gün oranın dışında kalıp, televizyonlardan izleyip üzülen, sadece bir yakını öldüğünde tepki göstermeye başlayan, başına gelmediği için aynı şeyleri hissedemeyenleri düşünmeyeceğim.
bugün tek dileğim, onbir sene boyunca ne hale gelmiş olursa olsun, bugünden sonra, o günden kalan depremzedelerin hayatlarını bugünden başlayarak yoluna koymaları ve daha iyi bir hayata sahip olmaları. evet o felakette hep beraberdik. biz bir aileydik. bazen birbirimize küfrettik, birbirimize vurduk derdimiz anne-baba-kardeş vesaireyken. orada birilerini bulmaya çalışırken destek olmaya gelmiş olsa da yanımıza gelenleri kovduk. o gün bu yüzden birbirimizi üzdük belki. ama hepimiz bugün biliyoruz ki, çoktan affedildi sessizce dile getirdiğimiz tüm özürler, duymasak bile hiç.
dediğim gibi, kim ne derse desin, önemsemeyin. o günden sonra hayatta size bir joker sunuldu, sıfırdan bir hayata başlamak için. sahip olunan aile dahil belki herşeyi bırakıp yeniden başlamak için. her geçen saniye yeni bir jokerdir aslında ama o gün yıllara mal olacak bir jokerdi.
o günkü kadar içten, o günkü kadar acıyla, ve tam olarak hissettiklerinizin aynısını hissetmiş olduğum halde, hepinize sevgiyle yeniden geçmiş olsun diyorum. başka birinden bahsetmiyorum aslında, hepinize değil, hepimize geçmiş olsun diyorum.
yetmedi be millet. tüm düşünce ve değer yargılarından sıyrılmış halimizle, tek vücut, tek aile, tek istek, tek arzu ve tek korkuda birleştik ya o gün, o gün başımıza gelenler bizi bozmaya yetmedi. o gün orada olanlar, yedi nokta dört bize yetmedi. insanlığımızı, birbirimize istekle ve ümitle uzattığımız ellerimizi, aynı ümitsizlik ve aynı acıyla atan kalplerimizi, insanca birbirimizi kucaklamamızı, insanca, birbirimiz için, bir kişinin gülebilmesi için elimizden geleni yapmamızı engelleyemedi, bozamadı, kıramadı, parçalayamadı. o deprem yetmedi.
o günden bugüne, sapasağlam olsun, -beden olarak da, ailesel olarak da- bölük pörçük olsun bugüne kalan tüm kardeşlerim, kader ortaklarım, can ortaklarım, hepimize geçmiş olsun. şu dünyada hiç kimse yoksa, biz varız. aynı yerde aynı zamanda bulunmuş belki lanetli belki şanslı insanlarız. evet çok şey kaybettik, şahsen hayatımın tamamı sikildi ve normal bir gençlik gibi geçmedi senelerim örneğin, ama birbirimizi kazandık.
kimsesi olmayanlar, sesini duyan kimse yok sananlar, hiç kimse yoksa biz varız, ben varım.
hepinizi o günkü gibi öpüyor, hepinizi o günkü gibi insanca kucaklıyorum.
hepinizi seviyorum.
yeniden geçmiş olsun derken tam da bu anda,
özür dilerim,size sarılmak isterken onbir sene sonra, omzunuz yerine sadece avuçlarımı ve dizlerimi ıslatabiliyorum.
iyi ki varsınız. hiç kimsemiz yoksa biz varız.
bugün hatırına tek istediğim, o günlerden bir şekilde hayatı etkilenmiş olanlar, cevap verin bana, o günden kalan herkese, sms ile olsun, özel mesaj ile olsun, herhangi birşey ile, birbirimize güç ve destek verecektir bu, misal benimle aynı kaderi paylaşmış kardeşim, sen, özel mesajla olsun, cevap ver bana!
insanın hafızasından çıkarmak istediği bir gün. hiç olmamış gibi yaşamaya devam etti herkes. kaybettiklerini unutmadı yaşadığı şeyleri unutmadı ama hepsini unutmuş gibi yaptı.herkesin akıllarında kalan tek cümle tek ses "sesimi duyan var mı?" yıl dönümlerinde mi hatırlamak zorundayız bu günleri ya da başımıza gelince mi anlamalıyız diğer insanları. 11 yıl geçti peki depremle yaşamayı öğrendik mi?
o dönemin ağzı salyalı feto alkışçısı yavşaklarının ''takdir-i ilahi'' diyerek bütün mimari zaafiyetlerin üzerini kapatmaya çalıştıkları doğal afet.
depreme hiçbir hazırlık yapmayan. önlem almayan. işi allah kitapla çözmeye çalışan tiplerin geleceği söylenen bir büyük deprem için kıllarını kıpırdatmaması, akp zihniyetinin eseridir.
soruyorum.
kadir topbaş istanbul başkanı olduğu günden bu yana deprem için ne önlem almıştır?
belgeleriyle açıklasın kamuoyuna.
gene insanlar ölür. gene ortalık toz duman olur. gene acılar yaşanır.
1-2 yıl sonra türbandan beynine oksijen gitmeyen aşiftenin biri elinde ''7.4 yetmedi mi?'' diye salınır.
böyle yönetimleri seçen bu halka müstehaktır. geberin gidin. kimse umursamıyor gördüğünüz gibi.
aynı yıl ekim ayı içinde depremin nelere sebep olabildiğini görmek üzere bölümden bir otobüs arkadaş gittik deprem bölgesine. belli etmemekle beraber soğuk kanlı sanırdım kendimi. değilmişim...
yıkıntıların arasında dolanırken bir ajanda çarptı ayağıma. açıldı, kalakaldım. -bizim evlilik yıldönümümüz- yazıyordu.
üstünde durduğum bir yığın demir ve beton arasında kalmış, erimiş gitmiş binlerce hayattan sadece birinin; bir canın bana hala yaptığına bak...
bir sürü felaketin arka arkaya geldiğini görmeyi rabbim bir daha kimseye nasip etmesin.
çürümüş et kokusunu bilen bilir...
çürümüş insan eti kokusunu kaçınız bilir?...
ben biliyorum.
hala o büyük felaketten nemalanan köpekleri gördükçe 11 yıldır daha beter oluyorum.
o koku daha da keskinleşiyor.
gitmiyor.
böyle giderse gitmeyecek...
allah müstehakınızı versin.
allah orada yatanların taksiratını affetsin.