bugün

sevdiği entry'ler

barnum etkisi

"1948 yılında verdiği derste öğrencilerinin tümüne aynı falın yazılı olduğu kağıdı dağıtan B.R. Forer, öğrencilerinden kağıtta yazanların kendilerine ne kadar uyup uymadığını değerlendirmelerini ister. Öğrencilere dağıtılan kağıtta şunlar yazıyordur:

"Başkalarının sizi beğenmesine, size hayran olmasına ihtiyaç duyuyorsunuz, ama aynı zamanda kendinize karşı eleştirel olmaya da eğilimlisiniz. Kişiliğinizin bazı zayıf yönleri var ama genelde bunları telafi etmeyi başarıyorsunuz. Kendi yararınıza çevirebileceğiniz halde kullanmadığınız önemli bir kapasiteye sahipsiniz. Dışardan disiplinli ve özgüvenli gözükürken, içten içe kaygılı ve güvensizsiniz. Bazen doğru kararı verip vermediğiniz ya da doğru şeyi yapıp yapmadığınız konusunda kafanızda ciddi şüpheler uyanıyor. Belli bir miktarda değişiklik ve farklılığı tercih ediyorsunuz; kısıtlamaların, sınırlandırmaların içinde kalmak sizi mutsuz ediyor. Bağımsız bir düşünür olmakla gurur duyuyorsunuz ve başkalarının iddialarını tatmin edici kanıt olmadan kabul etmiyorsunuz ama kendinizi başkalarına açarken çok açık, çok içten olmayı akıllıca bulmuyorsunuz. Bazı zamanlar dışa dönük, sokulgan ve sosyalsiniz; bazı zamanlarsa içe dönük, sakıngan bir kapalı kutu oluyorsunuz. Bazı çok gerçekdışı arzularınız var."

Öğrenciler kağıtta yazılanlara 1 ile 5 arasında bir puan verir. Sınıfta yapılan değerlendirme sonucu herkes için kağıtta yazanların 4.20 civarında doğru olduğu ortaya çıkar. Forer'in bu çalışmasında insanların çok genel, hemen hemen herkese uyabilecek sözleri, biraz övücü bir tonda ise rahatlıkla kendilerine özgüymüş gibi algılamaya eğilimli olduklarını gözler önüne serildi.

Bu zaafın sebebi ise, insanların kendileri hakkında özellikle de bir şeyler duymaya olan kör edici ihtiyaçları. Olumlu düşünce ve biriciklik yanılsaması olarak açıklanan bu durum astroloji gibi, grafoloji gibi, falcılık gibi bilimsel olarak objektifliği kanıtlanamamış pek çok alana gösterilen yoğun rağbetin temelinde yatan en güçlü mekanizmalardan birini açığa çıkarıyor."

insanın kendine yaptığı en büyük kötülük

kendini eğitmemek
cahil kalmak
sevdiklerini kırmak
gelecekten korkmak
spor yapmamak
kötü beslenmek
yalan söylemek
kendini kandırmak.

ustalık gerektiren kafaya takmama sanatı

alırken bestseller olması sebebiyle çeşitli önyargılarım vardı.Yazar klasik kişisel gelişim saçmalıklarını verdiği örneklerle çürütüp üstüne bir çok şeyi aslında nasıl da yanlış yaptığımızı ya da düşündüğümüzü gösterdi. popüler kültürün bize dayattığı: hep pozitif ol, sürekli mutlu ol, sen bunu hakediyorsun gibi balon kalıpları benim gözümde tek tek söndürdü.

bunları gerçek hayattan; 27 yıl savaşan japon askeri onoda, metallica'dan kovulan dave mustaine ve beatles'tan ayrılan pete best gibi örneklerle harmanlayıp anlatması kitabı inanılmaz derecede akıcı yapmış.

bizi biz yapanın mutluluk değil de bir hedef bir amaç uğruna çektiğimiz acılar, ıstıraplar olduğunu bana bir kez daha gösterdi. sürekli mutluluk diye bir şey zaten yok. en basitinden fakir fakir olduğu için, zenginse daha fazla zengin olamadığı için sürekli mutsuzdur. sadece bunun farkında değildir. kafa yapıcı şeylerle (alkol, sigara ya da video oyunlar gibi) gerçeklerle yüzleşmez ya da pozitif düşünüp o yüzleşilmesi gereken tatsızlıkları hep erteleriz.

kendi hayatımdan pay biçersem bir şeyler başarmam genelde hep travmatik olaylar sonrasında oldu. çünkü onlarla kayıtsız şartsız yüzleşmiştim.

stoacı felsefe kitaplarıyla çok benzettim birkaç bölümünü. özellikle aurelius ve epiktetus okuyanların kesinlikle kitabı seveceğini düşünüyorum.

izninizle kitaptan birkaç alıntıyla yazıyı sonlandırmak istiyorum:

-başarınızı belirleyen "neyin tadını çıkarmak istiyorsun?" sorusu değildir, doğru soru "hangi ıstıraba katlanmaya razısın?" sorusudur. mutluluk uzanan yol engebelidir ve utançla döşenmiştir.

-ıstırap kaçınılmazsa, hayattaki sorunlarımız kaçınılmazsa, o zaman sormamız gereken soru " nasıl bu ıstırabı durdurabilirim?" değil, "neden ıstırap çekiyorum, hangi amaç uğruna?" olmalıdır.

-"her şeyi iyi tarafından görmek" gibi bir şey söylenmekteyse de, gerçek şu ki hayat bazen berbattır ve yapabileceğiniz en sağlıklı şey bunu kabul etmektir.

-freud'un bir zamanlar söylemiş olduğu gibi, "bir gün geriye dönüp baktığınızda mücadele günlerinizin en güzel günlerinizi olduğunu göreceksiniz.

-sorunlarımızı seçtiğimizi hissettiğimizde güçleniriz. sorunlar biz istemeden üzerimize çöreklenince kendimizi kurban durumunda ve mutsuz hissederiz.

-başımıza gelenleri kontrol edemeyiz. ama başımıza gelenleri nasıl yorumladığımızı ve nasıl tepki gösterdiğimizi her zaman kontrol edebiliriz.

-çoğu insan işlerini yapma konusundaki becerilerinden ve kazanmaları gereken paranın miktarından son derece emindir. ama bu kesinlik onlara kendilerini daha iyi değil, daha kötü hissettirir. başkalarının kendilerinden önce terfi ettiğini görür ve bozulurlar. görülmediklerini, değerlerinin bilinmediğini düşünürler.

-kendinizi bulmayın diyorum. asla kim olduğunuzu bilmeyin. çünkü bunlar araştırmanızı ve keşfetmenizi sağlar. yargılarınızda alçakgönüllü olur, başkalarının farklılıklarını kabul edersiniz.

-basit gerçek şudur: bütün dünya size karşıymış gibi hissediyorsanız, muhtemelen size karşı olan kendinizden başkası yoktur.

-kitle iletişim araçları var bir de, bizi sürekli başarı hikayeleriyle, gerekli gereksiz bir sürü boktan rol modelle bombardıman eder, o başarıya ulaşmak için çabalayarak, çalışarak, can sıkıntısı içinde geçen saatlerin sözünü bile etmezler.

-reddetmek önemli ve hayati bir beceridir. kimse kendisini mutlu etmeyen bir ilişkiye saplanıp kalmak istemez. kimse nefret ettiği ve inanmadığı bir işi yapmak istemez. kimse aslında söylemek istediğini söyleyemediğini hissetmek istemez.

-sevdiğiniz biri için fedakarlık yapacaksanız, bunu istediğiniz için yapmalısınız, kendinizi yapmak zorunda hissettiğiniz ya da yapmamanın sonuçlarından korktuğunuz için değil.

-fazla her zaman iyi değildir, aslında doğru olan bunun tam tersidir. genellikle azla daha mutlu oluruz. fırsatlar ve seçenekler üzerimize yağdığı zaman psikologların seçim paradoksu adını verdikleri sıkıntıyı çekeriz. temel olarak, ne kadar fazla seçenek verilirse, seçtiğimizle o kadar az tatmin oluruz çünkü dikkatimizi tüm diğer seçmediğimiz seçeneklere odaklarız.

-"ölüm korkusu yaşama korkusundan kaynaklanır. hayatını dolu dolu yaşayan biri her an ölmeye hazırdır." mark twain

-modern zihnin pohpohlanması bir şeyi kazanmadan hak ettiğini düşünen, fedakarlık yapmadan sahip olmaya hakkı var sanan bir toplum yarattı. hiçbir gerçek yaşam deneyimi olmayan insanlar kendilerini uzman, girişimci, kaşif, yenilikçi, öncü ve koç ilan edebiliyorlar. yapıyorlar çünkü herkesten daha büyük olduklarına inanıyorlar; sadece olağanüstü olanın yayınlandığı bir dünyada kabul görmek için büyük olmaya ihtiyaç duyuyorlar.

kitap alıntıları

Gel gelelim eş zamanlı olarak anlaşılması gereken o kadar çok şey var ki;yaşamda buna yetmeyecek kadar kısa.Kimseye karşı haksızlık etmek istemeyiz,vicdan muhasebesi yaparız. Bütün bu şeyleri bir seferde yargılamaya tereddüt ederiz ve özellikle bu tereddüt sırasında ölmekten çekiniriz. Çünkü o zaman boşuna gelmiş oluruz dünyaya.Beterin beteri... Acele etmeli kendi ölümünü ıskalamamalı insan...

Gecenin Sonuna Yolculuk-
Louis-Ferdinand Céline
Sayfa:420

budala

Sözlükte ne yazacağımı bilmeyip böyle saçmalamaya devam etmenin daha uygun olacağını düşünürken masamın üzerinde duran fyodor mihailoviç dostoyevskinin Budala sına gözüm ilişti. Yirmili yaşlara daha yetişmemiş toy bir gencin resmi vardı üzerinde. Galiba bu `Dostoyevski'nin resmiydi. Romanı okumakta pek bir sıkıntı çekmiştim ayrıca. Beğenmedim içeriğinden çok kapağı etkileyiciydi aslında bir okuyucu için bile. Hali vaktiyle bu roman romantizm romanlarının başyapıtı olma ünvanına erişmiş bir eser olma imkanına sahip olabilir. Bu meselede aslında göreceli bir meseledir o ayrı...

Resimdeki bu genç papyonlu, beyaz gömlekli, takım elbiseli, elinde kalemiyle masanın başında bir sandelyede bacağını bir diğer bacağının üzeirne atmış vaziyette sanki elinden oyuncağı yada şekeri alınmış bir çocuk gibi ağlamaklı bakıyordu.Konu itibariyle ısdırap ilgimi çeken bir konu olmasına rağmen; resimdeki çocuğun gözlerinde betimlenmesi istenilen o ifade halinin ressamın kabızlık çekerek helada iki büklüm bir şekilde ıkınarak ve birazda sıkınarak çıkarmaya azmettiğini fark etmemek mümkün değil. Fazlaca bir abartı kullanılmıştı ve birazda komik görünüyordu aslında. Ne yalan söyleyeyim ilk bakışta dikkatli bakmadığımdan olsa gerek- kitabın kapağına tav olmuştum. Ha bir de romanın sayfalarının çok oluşu ve kitabın okkalı bir görünüm elde etmiş olması bende merak uyandırıp bu kadar uzun bir romanda neler anlatmış olabilir Dosto? diye düşünmektende kendimi alamamıştım. Nihayetinde de bekledlğim tedirginliğii yaşamış olduğum beklentiyle gerçek olarak yüzyüze gelmiş ve kendimi bir budala gibi hissetmeme sebep olmaktan çok buna inanmamı sağlamıştı artık. Belkide ben romandan bir şey anlamadım. Ama her nasıl olursa olsun bu anlamamazlık elbette sadece beni bağlar. Ha Dosto mükemmel bir yazardır o ayrı bir mesele. Fakat adamda bir şeyler yazma gereksimi bir kalışkanlığa dönüşmüş olamaz mı? Sırf bir şeyler yazma ihtiyacına girip kendini bir şeyler yazmak olsun diye yazmaya vererek kalemine fesat karıştırmış olamaz mı? Ben çoğu insanın bu roman hakkındaki afaki beğeni fikirlerini klasik ve çoğunun taassubla söylenmiş olduğu kanaatindeyim. Çünkü Dostoyu iyi tanıyan bir okuyucu Dostonun Budalasını sevmesini beklemek biraz daha zor olması gerekirdi. Kaldı ki ; Dostoda bir insan olduğuna göre Dostonun yazdıklarının alayının muhteşem şeyler olduğunu söylemek elbetteki aptallık olurdu. Dosto da hep gerçekleri yazabilecek mutlak bir yazardeğildi.

Gerçeğin ne kadarı kitaplarda bulunabilirdi öyleyse?

Gerçeğin ulvi ilahi kitaplarda bulunduğu gerçeği başlıbaşına bir gerçekliktir. Hem tarihsel bütün yaşantılar hem de siyasal ve psikolojik ve toplumsal örnekler bilimsel olarakta su götürmez gerçeklerdendir. Bu kısacık cümle bile aslında söylenmesi lazım gelen bir çok uzun satırların asgarisidir. Ancak beşeri yazılar müstesnadır.

Belkide sırf romanın çok iyi bir şekilde yazılmadığının gerçekliği olarak bu farkındalıkla bir takım kişiler tarafından tasarlanmış o resmin halinden maddi bir takım kazanç sağlama emellerine girişilmiş olduğundan mııdır neden bilinmez ama; aynı ticari üslubu bulunduğum şehirde mendil satan mı yoksa dilenen bir kadının mı olduğunu hala çözemediğim birinin olduğunu biliyorum. Günümüzde dilenciğin yada ticaretin birbirne harmanlanıp daha modern ve biraz daha yılışık bir hale getirelerek müşteriye arz olunma halini ustalaştıran kadıncağız: Allah rızası için mendil al oğlum diyor. Yada 'Allah seni çoluğuna yada çocuğuna bağışlasın' gibi benzeri bir takım hayır dualar edip seni mendil alman için yufka yüreğinin altına bir ateş, bir kıvılcımla haretlendirmeye çabasına giriyor. Bu durumun karmaşasından sıkılıp hızla mendilci kadının yanından geçip merdivenleri koşarak indiğmi biliyorum yıllarca. Bir sefer dahi olsun mendil satın aldığımı bilmiyorum ondan. Büyük haksızlık etmişim kadına meğer.Budala romanının üzerine şımarık ve ağlamaklı bir burjuvazi çocuğunun uzaktan bile kokusunu alamadığınız romantizmin kokusundan ziyade insanın burnuna o leş gibi 'Ne olur bu romanı al abi. Bak ne güzel ağlıyorum.ısdıraplı değilmi sence?' görüntüsünün üzeirne tükürdüğünü çok geç fark etmiştim. Mendilci kadın ile koskoca yayınevinin pazarlama metodu aynıydı. Sadece sırf okuma merakımdan dolayı 50 kuruşu o mendilci kadının metodunu beğenmediğim için vermemiş ve o mendili satın almamıştım. Diğer yandan bir romana 13 lirayı bira tedirgin ve düşünceli ve birazda umarsız bir şekilde tıkır tıkır sayıvermiştim kitapçıya. Oysa ki mendilci kadının bakışları resimdeki çocuğun bakışlarından daha orijinal ve gerçektiler. Bu gerçekliğin yerine photoshopta oynanmış çakma bir ısdırabın temsilcisi gibi görünmeye çalışan bir kitabın şatafatlı görüntüsüne aldanmıştım. Realiteyi kitaplarda aramak yerinde etrafımda dönen gerçek gerçekliği fark etmemiştim.

Budalayı almakla budalalık mı etmiş olduğumu düşünürken aslında kendime bile bu konuda üç kağıt oynadığmın farkına vardım şöyle ki ;

Zaten romanın başından ve sonundan en az ellişer sayfa okumuştum. ilk elli sayfanın biraz daha ilerlerinde erken fark etmiştim durumu. Yani erken davranmıştım biraz daha. Dostonun zaten bu durumdan haberi olduğunu bile sanmıyorum. Ama bu işten maddi kazançlar sağlayanların bana götüyle güldükleride muhtemeldir. Yalnız bir gerçek daha var ki ; bu ihityatsız alış-verişin sonunda bu hatamı telafi edeceğim gerçeğidir. Böyle bir konu hakkında ihityatsız davrandığımı düşünmek benim için bir farkındalık sayılabilir. Bu farkındalığı kitabı olmadan önce sağlamamın biraz güç olduğunu inkarda etmiyorum. Kitabı doğru düzgün okumama rağmen sadece 13 liraya karşılık olarak gerçek bir gerçekliği satın almış olmam herhalde yayınevinin pek hoşuna gitmezdi. Çünkü gerçek bir gerçeklik için 13 lira çok az bir ucret idi… Belki de daha fazla para etmesi için kitabın kapağına uygun hüngür hüngür ağlayan bir başka çocuk çizmeleri daha mantıklı olabilir.

Bir kitabın içindeki yazılanların dışında tutularak kapağının ticari eylem planlarıyla tasarlanması çirkin örneklerdendir. Kaldı ki ; bu içerisinde hiçbir şey yazılmamış kara kaplı bir kitap olsa bile durum farksız sayılabilir. Hatta kitabın kapağının kapkara olması merak açısından daha fazla ilgi çekici olacağından; anlarız ki parlak yazılarla,tuhaf resimlerle,süslemelerle ve kapartmalarla süslenmiş bir kitabın içerisinde dışında bulunan süslemelerden biraz daha azının okuyucuyu beklediğidir. Okuyucunun merakını uyandırmak için daha mütevazi kapaklar yapılarak, daha çok bilginin karşısında daha çok para kazanılarak, daha çok zevki satın almalarını sağlayabilir ve mutlu olabilirliklerinin üzeirnde maddi bir kadere ilişkin olan hayatımızı daha karmaşık bir hale getirebiliriz.

Hatta daha da ilgi çekici olması için budala romanına ; BUDDHA kapak olsun abi!

1965 yılında ölen bir delinin dilekçesi

Elazığdaki bir akıl hastanesinde kalan urfalı bur velinin yazdıklarıdır.

Ben dünya Kürresi, Türkiye karyesi ve Urfa Köyünden, (El-Aziz --Elazığ ) Tımarhanesi (Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi) sakinlerinden; ismi önemsiz, cismi değersiz, çaresiz ve kimsesiz bir abdi acizin, ahir deminde misafiri Azrail’i beklerken, Başhekimlik üzerinden Hâkimler Hakiminin dergahı Uluhiyetine son arzuhalimdir:

Ben gam (dertlilik) deryasında, fakirlik vatanında, horluk ve rezillik kaftanında PADiŞAH yapılmışım.

 

Meyvalardan dağdağana, çalgılardan ney-kemana kapılmışım… Benim yatağım akasya dikeninden, yorganım kirpi derisinden farksızdır. Kalbim Ayizman’ın (Hitlerin işkenceci Nazi Komutanı) fırını, ve sahranın çöl fırtınasıdır.

 

Ruhum aşık-ı Hüda Mahbub peresttir, lakin aklım kaderin cilvesi ve talihin sillesiyle gurestir (gelgittir)

 

Bana gelen derdü gamın kilosu beleştir. Nerde bir güzel varsa bana karşı keleştir (yüz vermez, cesaretlidir), bütün yiğitlerde bana hep ters ve terestir.

 

Aylar geçti, tek temizliğim, gözyaşıyla ve kara toprakla aldığım teyemmüm abdesttir. Yani, içtiğimiz kezzap suyu, mezemiz ise ateştir.

 

Ol Resuli zişan ve Sultanı dücihan: “Cenabı Allah’ın insanları dünya, dünyayı ise insanlar için yarattığını; Ruhları vücut için, vücutları ise ruhlar için yarattığını; Erkekleri kadınlar; kadınları erkekler için yarattığını; Cenneti mü’min kullar, mü’min kulları da cennet için yarattığını; cehennemi inkârcılar ve münafıklar, inkârcıları ve münafıkları da cehennem için yarattığını” hadisleriyle haber vermiştir.

 

Peki acaba benim gibi meczup divaneleri ne maksatla halk etmiştir? Bilen babayiğit, meydana çıkıp söylesin…

 

Allah sana iman verdi sen tuğyan edersin; O in’am etti sen küfran (nankörlük) edersin; O ikram etti sen inkar edersin; O ihsan etti sen isyan edersin; bir de kalkıp bana deli divane diye bühtan edersin!..

 

Bu söylediklerimin hepsi ruhumun içinde cenk etmektedir. Eğer dilekçemin cevabı gelirse bu manevralar sona erecektir.

 

Şimdi adresimi arz ediyorum: Kur’an’ı geldiği yere, yine Kur’an’ı getiren geri taşısın. Madem ki ahkamı ve ahlakı kalmadı, Kur’an’ın kağıdı ve yazısı neye yarasın?! Taki Hz. Muhammed Mehdi (A.S) gelince yeniden okunup yaşansın.!

 

Ey zerrelerden kürrelere, yerlerden göklere bütün alemlerin Rabbi!..

 

Ey cemadi, nebati, hayvani, insani, ruhani ve nurani her şeyin ve herkesin yegane sahibi!…

 

Ey iman ve şuur ehli kalplerin en yüce habibi!..

 

Ey dertli bedenlerin kederli gönüllerin, ve yaralı yüreklerin tabibi!.

 

Ben biçare kulun ki; garipler garibi, hüzünlerin esiri, zulümlerin muzdaribi, öksüz, yetim ve sahipsiz bir tımarhane delisi…

 

Ama kutsi muhabbet ve hasretinin divanesi!…

 

Herkesi ve her şeyimi elimden aldın, ama sana sığındım, aşkına sarıldım, yegane Sen kaldın!. Yurdumdan yuvamdan, evimden barkımdan ayırdın, gurbete ve hasrete saldın, ama onları ararken Sana ulaştım, sevdana daldım! Böylece fani ve hayali görüntülerden kurtarıp hakiki tecelline mazhar kıldın.

 

Yüceler yücesi Rabbim, Efendim!

 

Hakk'tan saparak ve haddimi aşarak, haşa senden, Burak bineği, Cebrail seyisi, Sidretül Münteha menzili, cümle mahlûkatın en şereflisi, Rahmanın en mükemmel tecelli ve temsilcisi… Kainatın fahri ebedisi, Ahir zaman Nebisi ve Mehdisi, Levhi Mahfuzun (Kader projesinin) tercümanı ve tebliğcisi, Efendiler efendisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in Mahbubiyetini mi istedim?..

 

Hanif Dinin üstadı ve nice Nebilerin atası Hz. ibrahim’in haliliyetini, Hz. Süleyman’ın saltanat ve servetini Hz. Musa’nın Celadet ve cesaretini, Hz. isa’nın ruhaniyetini mi istedim?..

 

Hz. Ebu Bekir Sıddık’ın yüksek fazilet ve kurbiyyetini, Hz. Ömerül Faruk’un dirayet ve teslimiyetini, Hz. Osman’ı zinnureynin asalet ve sehavetini, Hz. Aliyyül Murtaza’nın ilim ve velayetini mi istedim?

 

Senden mülkü hâkimiyet, şanü şöhret, malü servet mi talep ettim? Senden vücuduma sıhhat ve afiyet, aklıma ziya ve selamet, hayatıma huzur ve istikamet dilendimse, bunlar için de bin kere tevbe ettim!

 

Çünkü Şeriatın iptal, tarikatın ihmal, hakikatın ihlal ve mü’minlerin iğfal edildiği bir zillet ve rezalet döneminde, bana akıl ve mükellefiyet verseydin, bu sadece benim mesuliyet ve mahzuniyetimi ziyadeleştirecekti!

 

Sultanım Efendim:

 

Ben Senden sadece seni istedim; pahası elbet böyle yüksektir ve tüm sevdiklerimi ve sahiplendiklerimi uğruna feda etmektir.

 

Rabbim, elbet vardır hikmeti ki, bu kuluna böyle zillet ve zahmet çektirirsin. Ben haşa itiraz değil, naz ederim ama, umarım Sen niyaz kabul edersin.

 

Aile efradımı, aklı izanımı alıp beni hicrana saldın. Ama yine de şükür; ya akıllı kalıp ama hain ve hilekâr olaydım…

 

Ya varlıklı kalıp ama zalim ve sahtekâr olaydım…

 

Ya âlim ve saygın kalıp ama gafil ve riyakâr olaydım…

 

Ya arkalı etraflı kalıp ama azgın ve zulümkar olaydım…

 

Ya sağlıklı sefalı kalıp ama, sapıtmış, ahlaksız ve vicdansız olaydım!..

 

Derdü bela ki, sabredenlerin vesile-i miracıdır. Müminler kalbimin tacı, mücrimler rahmetin muhtacı, münkirler hikmetin icabı, Sadık ve aşık ehli cehd adaletin ilacıdır. Velakin bu münafık hain ve zalimler ise çıban başıdır, akrep gibi sancıdır; şerefli insana, helali dışında bütün kadınlar kızlar ana-bacıdır.

 

Ey Rabbim, Efendim!

 

Malum-u aliniz ve zaten yüce takdirinizdir ki; ne özenli-bezekli elbiselerle gezdiğim bayramlarım oldu… Ne onurlu ve huzurlu seyahatlerim ve seyranlarım oldu… Ne etrafımda hizmet ve rağbet gösteren dostlarım ve hayranlarım oldu!..

 

Lezzet ne imiş, izzet ne imiş ve fazilet ne imiş tatmadım; ama şikâyet şekavettir; bütün bu fani ve fena nimetlerin asıl sahibi olan Padişahlar Padişahını buldum…

 

Beni yoktan var ettin, iman ve hidayet buyurup varlığından haberdar ettin, ama aklımı alıp kulunu bi-karar ettin, sana sonsuz şükürler olsun!..

 

Şimdi son dileğim beni yanına al ve bir daha huzurundan ve sonsuz nurundan ayırma, ne olursun!

 

Umarım bu dilekçeyi yazdım diye bana darılmazsın; çünkü zaten Zatından gayrıya yalvarıp yakarmanın ŞiRK olduğunu buyurdun!

 

Selam ve dua ile..."

kendini gerçekleştirebilmiş insanlar

Korkunun, kaygının nerdeyse sıfırlandığı, hiç bir unsura ya da insana mutlak bağımlılık hissetmeyen, hayatı kendi kişiliği ve prensipleriyle olumlu yaşamayı öğrenmiş insanlardan oluşur.

Kendilerini gerçekleştirmenin yanısıra, evrenle ve insanlıkla da barîşık yaşayan, komplekslerinden arınmış insanlardır aynı zamanda.

Güçlü, donanımlı insan işidir.
Hayranlık uyandırırlar.

turgut uyar

Herkesin bir umudu vardır
Bir savaşı,
Bir kaybedişi
Bir acısı,
Bir yalnızlığı,
Bir hüznü...
Çünkü herkesin bir gideni vardır.içinden bir türlü uğurlayamadığı.
•••Uğurlanamayanlardan olmanız dileğiyle•••
Rahmetle sana.
Rahmetle.

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

içi çürümüş ete dönen insanlardan. Bencilliklerden, acımasızlıklardan, kendinde ne eksikse en çok onun bekçiliğini yapanlardan. Sözüm ona namuslulardan. Menfaatçilerden. Sürekli karşındaki insanın üzerinde hak talep edenlerden. Dikkat çekmek için sürekli hasta olanlardan. Etrafındaki insanları birey olarak kabul etmeyenlerden.Saçma,
içi boş dayanaksız fikirlerini korkunç şekilde inanarak savunanlardan. Birinin bir başkasını nasıl ve ne kadar sevdiğini tartıp dile getirenlerden. Sevgi ve vicdan sömürülerinden. Körü körüne bir düşünceye bağlı olup ömrü boyunca kendini asla geliştirmeyenlerden. Asla öz eleştiri yapmayanlardan. Sürekli mağduru oynayanlardan. yalancılardan. Yaşadıkları hiçbir şeyden ibret almayanlanlardan. Yanlış yaptım demeyi eziklik sayanlardan. Emek hırsızlarından. Kadın düşmanlarından. Erkekleri kullanan hemcinslerimden. insanların tercihlerine iğrenç şekilde müdahale edenlerden. Kavgadan kaçanlardan. Korkaklardan. Arsızlardan. Beynini ve hislerini asla ve asla karşı tarafı anlamak için kullanmayanlardan. Kibirlilerden. insan ayıranlardan. Sabit fikirlilerden...

genetik ayna teorisi

Marsel Russo'nun genetik ayna teorisi. (4 8 15 16 23 42 )

Bu sayılar mardek Russo'nun genetik ayna teorisini açıklamakiçin kullandığı say i dizisidir ve her sayının bir anlamı vardır.

Teori özetle, herkesin tanımadığı bir ikizi vardır ancak onunla karşılamasının imkansıza yakın olduğunu savunan değerlerdir.

Şimdi sayıların anlamlarına gelelim.

4'ün gizemi:
Russo'nun göre dünyadaki her insan, 4 ayrı insan ile birbiriyle bağlantılı. Yani teoride ilişkinizle tanışma olasılığınız 4 insan üzerinden oluşuyor. Misal, amcanızın patronunun komşusunun yeğeni, sizin ikizinizi tanıyor.

8'in gizemi:
Dünyada günümüzde bulunan 8 kıtayı temsil ediyor. ikiziniz ile bu 8 kıtadan birisinde tanışabilirsiniz.

15'in gizemi:
" ikiziniz ile karşılaşma ihtimaliniz; 4.815.162.342 de 15'tir." Diyor sevgili russo.

16'nın gizemi:
Aynı anda ikizi ile karşılaşabilecek kişi saydı 16'dır.

23'ün gizemi:
Russo " Doğa ana, sizinle aynı genetik haritaya sahip bir yeni insan dünyaya getirmek için 23 yıl bekler." Diyor. Yani ikiziniz ile aranızda 23 yaş var.

42'nin gizemi:
"Sizin ve ikizinizin aynı anda yaşayabileceği maksimum yıl sayısıdır." Diyor russo.

Sayıların periyodik tablodaki eşleri;
4= berilyum ====== (be)
8= oksijen ======= (o)
15= fosfat ======= (p)
16= kükürt ======= (s)
23= vanadyum ==== (v)
42= molibden ===== (mo)

Beopscmo ( hassiyum):

Simgesi ha, atom numarsı 108 olan, kararlı izotopu bulunamamış radyoaktif element. 1985'te ( 1+9+8+5=23) peter armbruster ve gottfired munzenber'in başkanlığındaki bir takım tarafından ele geçirilmiştir. Latincede bir alman şehri olan Hassias'tan gelir. Kullanımı yoktur. Doğada bulunamaz.

sözlük yazarlarının itirafları

Sırtımdaki en ağır yük kendimim.
Alışkanlıklarımdan,yenilgilerimden,düşüncelerimden kısacası her şeyimden sıkıldım.en çokta varlığımdan.

diş beyazlatma tavsiyeleri

hindistan cevizi yağı ile zerdeçalı karıştırıp dişlerinizi fırçaliyorsunuz. zerdecal, plak tabakasının çözünmesini sağlıyor.daha ilk seferde etkisini gösteriyor. ayrıca karışımın tadı da çok güzel yutsaniz da doğal şeyler sıkıntı yok *
bu karışıma nane yağı da katip doğal diş macunu yapabilirsiniz( ben naneye ihtiyaç duymuyorum şahsen). bence karbonat olayına hiç girmeyin diş minesine yazık olabilir.

edit: bundan ayrı zaten dişlerinizi günde en az iki kere fırçalayin ki bence toplum olarak çayı cok severiz o yüzden 3 iyidir.bir de biliyorum iki sn fircalayip çıkıyorsunuz da özenin şu işe 2 dk nizi ayırın. ilerde discilerde gezmezsiniz.

eksileyenler diş bakımı yapmayanlar sanırım :)
ayrıca denemeden de konuşmayin bence
not: malesef yapısal sarı dişliyim ama bakımla üstesinden geliyorum

(bkz: zerdeçal)
(bkz: hindistan cevizi yağı)

kadınlar neden çalışmaz

Çocuk dogurması beklenen günümüz calısma hayatında ücretsiz izinler dahil ancak toplam dogumdan bir ay once izne ayrilip cocugunu 8 aylık yaptiktan sonra isine dönmek zorundadir. Ayrica dogum yapan kadin genelde isten cikartilir döndüğünde bir isi olmaz.

Erkek hegemonyası altindaki çalışma hayatı nitelige degil cinsiyete bakmaktadır. Uzun süre is arayan kadinlarin cogu niteliklerine uygun is bulamamaktadir.Ayrica bulsa dahi yükselme sansi erkeklere göre oldukca azdir.

Kadinlar is hayatinda da sokakta oldugu gibi sapkin düşüncelere mağruz kalmaktadir. Bu da esler ve aile tarafinda kisinin calismamasi yönünde baskı görmesine neden olmaktadir.

Bunun disinda siradan beden isciliginde dahi kadinlar erkeklerdenndaha az ucret almaktadir. Manti yapan bir hanim cimento tasiyan erkekten oldukca dusuk bir gelir elde etmektedir.

Yine cinsiyetci yaklasimlar yuzunden bir cok sektor ve meslek kadinlara kapalidir. Hal böyleyken kadinlar zaten 10-0 geriden basladilari hayata ( kendi suclari degil toplumun cinsiyetci bakisi sebebiyle) is hayatinda da 1-0 geriden baslamaktadirlar.

Anlayacaginiz kadinsaniz ülkemizde hersey zordur. Calisma hayatinda kadin olmak cok daha zordur.

Oecd verilerine göre;  Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranı dünyanın çok gerisinde. Fransa’da yüzde 51.6, isveç’te yüzde 69.5, Almanya’da yüzde 54.7 olan kadınların işgücüne katılım oranı, Türkiye’de sadece yüzde 31.5 düzeyinde. 

manhunt unabomber

Unabomber, 1978-1995 yıllarında Amerika da seri bombalı eylemler gerçekleştiren ted kaczynski nin lakabıdır. Dizi bu gerçek hikayeden uyarlama, Amerika yapımı polisiye- psikoloji tarzındadır. Heyecanla izlenebilir. Manifesto üzerine konuşmalar, dil bilim, zeka... Teşekkürler discovery!

atatürk ün keyifle gülümseme fotoğrafı

ulu önder mustafa kemal atatürk'ün 1911 yılında çekilmiş fotoğrafıdır.
görsel

atatürk'ün insanın içini ısıtan ve umut veren gülümsemeli bu fotoğrafı trablusgarp'ta çekilmiştir.
demek ki atatürk ve silah arkadaşları bir muharebede italyanları fena tokatlamış, vatan toprağına ayak bastıklarına fevkalade pişman etmişler ki atatürk ve arkadaşları böylesine keyiflenmiş.

peki ulu önder'in yanındaki subayımız kim?
atatürk'ün yanındaki silah arkadaşı, 6 ekim 1923'te türk silahlı kuvvetleri'nin başında istanbul'a giren kahraman şükrü naili paşa'dır. (bkz: şükrü naili gökberk)

demek ki hem gazi'de, hem silah arkadaşlarında öylesine bir umut vardı ki, bu umut ve beraberinde getirdiği ideallerinin peşini hiç bırakmadılar.
bırakmadılar ve mükafatını da aldılar.

işte bugün vatan olarak üzerinde yaşadığımız bu topraklar, o bir avuç idealist ve vatansever subayın 1911'de trablusgarp'ta kazandıkları lokal zaferlerin gülümsemesinin ürünüdür.

ne mutlu onlara...