bugün

sevdiği entry'ler

kalbini sıkarak intihar eden kadın

Ben de kalbini nasıl sıktı diyorum....Her neyse yazık olmuş. Aşkından ölürüm/öldürürümcüleri hiçbir zaman tasvip etmemişimdir.

lukerya

Köylü yazar.

kpss 2020

görsel
Her soru bir kazığa oturma içerir.

devletin uzaktan eğitim için laptop dağıtması

Olmasi gerekendir.
Alan var alamayan var.
Herkes dolarla maaş almıyor birader.
Çay firlatmasi kolay. at ordan bi laptop bakalım.

200 lira borç verebilcek var mı

Sözlükte bir dilenci eksikti, o eksik de tamamlanmış.

Balık vermeyeyim ama balık tutmayı öğreteyim.
Meselaaaaa, çalışmayı düşündün mü hiç ?

hiç sevgilim olmadı normal mi

sahte sevgilerden tiksiniyorum.
yapmacık mesajlardan, 14 şubattan, hediye olarak alınan o şişman ayılardan, atılan o saçma triplerden ve daha sayamadığım birçok şeyden.
ve ben bunların hiçbirini yaşamadım.
şimdi diyeceksinizki; kedi uzanamadığı ciğere mındar dermiş.
alakası yok arkadaşım. ben hayatımın renklendiricisini arıyorum, ve o kişi beni bulmalı veya bulacak. umarım.
benim şimdiye kadar kapalı olan yüreğimi o açmalı. o na özel olmalıyım, diye düşünüyorum. bazı arkadaşlarım şu seni seviyomuş , bu senden hoşlanıyomuş, hadi git konuş dediği kız sayısı oldukca fazla. ama ben mavi göz seviyorum. belkide bu yaşıma kadar (20) hiç sevgilim olmadı, iyikide olmamış.
bence sevgi harcanan bişey, para gibi.
ve ben bu sevgiyi eşim olacak insana sakladım.

nicolo paganini

Niccolo Paganini, 27 Ekim 1782 yılında Genoa’da doğmuştur. Babası tersane işçisidir. Aynı zamanda keman çaldığı için Paganini’nin ilk müzik öğretmenidir. Niccolo 11 yaşına geldiği zaman usta bir kemancı olmuştur artık. Çevresindeki ünlü bütün keman öğretmenleri ona parasız ders verirler. ilk turnesini yaptığında henüz 13 yaşındadır. Bu arada, kendi yeteneğine uygun, zor yorumlanacak yapıtlar besteler. Yalnız keman değil, gitar, viyola ve mandolin de çalar. 1805 – 1813 yılları arasında LUCCA prensesinin müzik yönetmeni olur. Paganini’nin içki ve kumara olan düşkünlüğü de çok ünlüdür. Elde ettiği büyük başarılar onu kumara ve içkiye alıştırır. Kumar alışkanlığı ona herşeyini, hatta kemanını kaybettirir. Zengin bir işadamı ona Guamerius yapımı bir keman armağan eder. Sonradan Stradivarius ve Amati yapımı kemanlara da sahip olur. Bu kemanlar onun hazinesidir. 23 yaşına geldiğinde konserlerini azaltır. 1824 yılında bunalıma girer ve 1827 yılında iyileşip Avrupa turnelerine çıkar. Avusturya, Almanya ve Fransa’ya gider. Paris ve Londra’da ilk sahneye çıkış tarihi 1831 yılıdır. 1833 yılında Paris’te Berlioz’a içinde viyola solo olan bir senfonik yapıt ısmarlar. Ortaya “Harold en italie” adlı eser çıkar. Ancak Paganini bu yapıtı hiçbir zaman seslendirmez. 1834 yılından sonra konserlerini çok azaltır. Gırtlak kanseri hastalığına yakalanır ve 27 Mayıs 1840 yılında Nice’de ölür.

Gelmiş geçmiş en büyük keman virtüözü olan Paganini, baş döndürücü çevikliği, son derece duygusal yorumu ile inanılmaz bir müzisyendir. Yeteneği o kadar olağanüstüdür ki, şeytanla işbirliği yaptığı inancı yayılmıştır. Teknik olarak çağının çok ilerisindedir. Bugün bile eşliksiz keman için yazdığı “24 Caprices”i tek resitalde seslendirecek ustalıkta kemancı sayısı çok azdır. Özellike “24. Kapriçyo”nun teması üstüne en çok çeşitleme yapılmış tema olarak müzik tarihine geçmiştir. Brahms, Rachmaninof, Blacher, Lutoslawski, Snitke, Ernst ve Rochberg gibi besteciler kendi çağlarına, kendi akımlarına göre, Paganini temasını çeşitlemişlerdir.

Paganini, ne Berlioz gibi büyük orkestraların bestecisidir, ne de Chopin gibi minyatür müziğin ustasıdır. Oysa tarih boyu yaşamış her türlü çalgı yorumcusunun en üstünüdür. Temelde virtiözitesi yaratıcılığa dayanır. Müziğinin dış görünüşündeki buzlu pırıltılar, romantik armonideki sıcakkanlı yapının ters çevrilmişi gibidir. Romantik ısıyı şeytansı bir çerçeveye yaraştırır. Piyanonun gündeme geldiği, en duyarlı çalgı olarak saygı gördüğü günlerde keman ile cambazlık yapan bir besteci, büyük bir ilgiyle karşılanır. Bu nedenle onun keman yapıtlarını, örneğin “24 Caprices”ini, Schumann ve Liszt piyanoya uyarlamışlardır. Liszt’in “Etudes d’execution transcentande” adlı yapıtları, Paganini’nin yapıtlarını örnek alır, piyanoda onlara koşut gelişir. Her birinde yaratıcı enerji, parlak bir teknik, soluksuz bir yorum egemendir.

Paganini’nin bestlerinin çoğu teknik bir beceri gösterisidir. Konçertoları, kaprisleri ve oda müziği çalışmaları vardır. Yapıtlarının çoğu, zamanında basılmamıştır. Paganini’nin çalış tekniğindeki şeytansı tılsım, uzun yıllar çözülememiştir. Armonikleri kullanmaktaki öncülüğü, kemanını değişik tınılar elde etmek için akort edişi, yay tekniğindeki ustalığı, staccato ve pizzicato yönetmini yaygınlaştırması, Paganini’ye özgü, daha önce hiç duyulmamış yeniliklerdir. Kemandaki doğru tonlaması, net ve temiz sesleri yine onun hüneridir. Keman konçertosunun son bölümünde pizzicatolar en alımlı şekliyle canlanır.

Paganini’nin müziği kendi yorumuna göre yazılmış, çok zor yapıtlardan oluşur. Bu yapıtlar öylesine kıvraklık, dinamizm ve üstün bir hüner gerektirir ki, halk, onun bedenine şeytanın girdiğine inanmıştır. Fiziksel görünümü de, kemikli yapısı ve sinirli davranışlarıyla şeytansı bir imgeyi çağrıştırır. Bu inanç ölümünden sonrada sürer. Paganini’yi kutsanmış toprağa gömmezler. Oradan oraya taşınan cesedi, 1926 yılına dek belli bir gömüte yerleştirilemez.

kız verilmeyecek iller

aşrı aşrı memleketlerdir.

insanların geceyi sevmesinin sebebi

Huzur bul. Hayal kur. Tavana bak. Müzik dinle. Camdan karşı binalara bakarak hayal kur. Balkondan yıldızlara bak. Ay'a bak. En parlak yıldıza onun ismini ver. Hayal kur. Hayal kur. Sevdiğini düşün en çok, fesatlaşma az masum ol. Hayal kur. Uyuyabilirsen uyu.
görsel

altıncı his

bazı zamanlar ataklar halinde gelen, şaşırtan, hatta korkutan, akla gelenin başa gelmesi durumu.

robert kolej

ortalama devlet okulundan gelen birisi için kapısından girildiğinde willy wonka'nın çikolata fabrikasına girmiş charlie etkisi yaratan şahane okul. ayrıca hayatımda sadece bir kere ziyaret edebildiğim ve bu ziyareti bir türlü unutmadığım yer.

seneler öncesinde robert kolej basket takımı ile maçımız vardı. okul takımı olarak üsküdar’dan minibüs tutup arnavutköy’e gittik. o maçı kim ayarlamıştı, nasıl bir bağlantı kuruldu bilmiyorum gerçekten. ilk sıkıntıyı okulu bulmaya çalışırken yaşadık. her yer ağaç, okul yok. bir bekçi klübesi gördük, “robert koleji nerede?” dedik

“2 km ileride solda” dedi.

okula vardığımızda film setinden içeri girmiş gibi olduk. spor salonu var. çim var. birbirine (eliyle hayalara vurma hareketi yapan ) erkekler yok? kızlar sanki daha uzun boylu, daha sarı?kıyafetler falan... çok değil iki saat önce üsküdar'da kravatın yamuk olduğu için müdür yardımcısından tokat yemişsin ve geldiğin yer bildiğin amerika!

elimde olmadan kendimi hesap yaparken yakalım. (parmaklarınla sayarak ve alt dudağını uzatarak)

kolej sınavında otuz soru daha çözmüş olsaydım
babamın maaşı sekiz kat falan fazla olsaydı
bir de ne bileyim biraz daha yakışıklı olsaydım

ben de bu okulda okuyabilirdim.

neden olmasın dı?

her neyse, maç yapmak için spor salonuna girdik.maddi, manevi her türlü kültür şoku devam ediyor. yerler bal dök yala. hepimiz için birer dolap var falan. ben şoku kendi içimde yaşıyorum ama arkadaşlardan birisi geliyor “oğlum potalar cam pota lan” diyor, ötekisi geliyor “tribünde kızlar var lağn” diyor

beyler biraz sakin olun biraz ayıp oluyor diyecekken tuvaletten bir ses geldi ;

oğlum sıcak su var lağğğğnn

takımın yarısı banyoya koştu. maçtan önce de duş aldılar. aldık.

yaşadığımız kültür şokundan bizi çıkaran beden öğretmenimiz mehmet bey oldu. soyunma odasında şamata devam ederken hışımla içeri girip ;
“nerde kaldınız lan hayvanoğluhayvanlar” diye bağırınca birden kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi, aslen oralı olmadığımızı falan hatırlayıp hızlıca formalarımızı giyip maça çıktık. formaları üsküdar'da bir yerde yaptırmıştık. ben tamer oyguç'a olan hayranlığımdan ötürü 13 numara giymiştim. akşamleyin formayı yıkayıp ertesi gün okula götürmem gerekiyordu, çünkü forma benim değildi, zimmetliydi.

yalnız sahada bizi bir şok daha bekliyordu çünkü adamların hocası bildiğin zenci. “coach” diye hitap ediyorlar falan. ya ama ne enteresan, sen hayatında ilk defa kanlı canlı zenci görüyorsun, zenciyi bırak belki daha ilk defa amerikalı görüyosun...

maç sırasında robertli çocuklar kendi hocalarına “coach” falan diye bağırınca tabi biz de ufak ufak havaya girdik. mehmet bey beni oyundan çıkaracağı sırada boynumu yan büküm "ama coach!" diye bağırdım sitem yüklü şekilde. o anda da bir sessizlik oldu sinemada arkadaşınla konuşurken sessizlik olur da söylediğin tüm salonda duyulur hani.. "coach...."

coach!
coach!!!
coach!!!....

herkesin bana baktığını hissediyordum. mehmet bey ile göz göze geldik... bana şöyle dedi gözleri (parmaklarınla sayarak)

ben coach değilim
sen robert koleji öğrencisi değilsin
minibüste dayak yiyeceksin...

velhasıl maçı kazanmıştık sanırım bir sayıyla. robertli çocukları pek hatırlamıyorum, çünkü mekana kafam çok takılmıştı. ama kibarlardı yani, aradaki sınıf farkını biz o kadar farkındaydık ki, belki de hissettirme gereği duymadılar ya da hiç bezleri yoktu o taraklarda. hatırlayamıyorum.

neşe içinde okulumuza geri döndük. hepimizin aklı geride bıraktığımız yerdeydi. bir hafta sonra mehmet bey'in -kardeşi bilmediğimiz bir sebepten ötürü intihar ettiği için- basket takımıyla ilgilenecek hali kalmadı ve takım dağıldı. oysa belki de eyalet finali bile oynayabilecek kadar iyiydik!

bana kitap öner

Fareler ve insanlar
Babalar ve oğulları
Simyacı
Anna Karenina
Savaş ve Barış
Martin Eden
Otomatik portakal.

sözlük yazarlarının sevgilileri ile fotoğrafları

Bulunca böyle olacak fotoğraflardır.

görsel