bugün

entry'ler (17)

lana del rey

solda görünce canımın çektiği bi blue jeans açtığım über kadın.

kadıköy de karıyı savunacam diye dayak yiyen mal

başlığı açandan daha mal olmayan çocuktur ayrıca.

tunel starbucks

istiklal caddesi üzerindeki iki starbucks'ı geçip, üşenmeden tünel'e kadar yürüme sebebidir.içeriye adımınızı atar atmaz, bir huzur kaplar içinizi. eğer starbucks'ın politikası müşterlerini evinde gibi hissettirmekse, tünel starbucks bu konuda açık ara öndedir, durdurabilene aşk olsundur.lokasyondan hanesine bir artı yazılır her şeyden önce. tünel'in sessizliği/ sakinliği starbucks'a da yansımıştır. gidip kitabınızı okuyabilir, ders çalışabilirsiniz rahatlıkla. diğer starbuckslar gibi lise kantini kıvamında değildir ortam, görece nezihtir. çalışanlarının da tadından yenmez üstelik! gide gele gide gele siz onları, onlar sizi tanımıştır. ayaküstü muhabbetler, hal hatır sormalar...birkaç gün görünmeyince nerelerdeydiniz diye sormalar, sarmalar... civarda takılan arkadaş ahalisinin de uğrak yeri olmasından kelli, adeta habersiz buluşma mekanıdır bir de. tek başına gitseniz bile, asla yalnız kalmazsınız. hatta yeni yeni insanlarla da tanışırsınız. vazgeçilmezdir, özlenendir. ah bir de yabanmersinli kekleri bu kadar çabuk tükenmese!

starbucks

bir ülkenin ekonomisi ile artan starbucks sayısının bağlantılı olduğu söylenilen bir yazıda, türkiye'nin durumu şu şekilde ifade ediliyor:

newsweek'in ekonomi yazarı daniel gross'un iddiasına göre bir ülkede starbucks dükkanlarının sayısı ne kadar fazlaysa, o ülkenin mali sorunları da o kadar kabarık oluyor. o ülkenin finans merkezi olan kentinde bankalar batabiliyor. şu yaşadığımız küresel mali krizde olduğu gibi.

işte new york. manhattan'da 200 starbucks dükkanı var, bankalar battı. işin ironik yanı o dükkanlar strateji gereği, hep büyük yatırım bankalarının çevresinde kümelenmiş bulunuyor. londra; 256 starbucks şubesi var, batık bankalar da var.

bu örnekleri çoğaltıyor gross. sonra karşı örneklere geçiyor. starbucks'ı olmayıp, mali sistemi de güçlü olanlara. italya'da yok, batan banka da yok. 200 milyon nüfuslu brezilya'da sadece 14 starbucks dükkanı var, bankacılık sistemi sağlam. afrika ve güney amerika ülkeleri ile avrupa'nın kuzeyindeki ülkeler de öyle. çünkü bu ülkelerdeki bankalar, starbucks ekonomisinin bankalarıyla entegre olmamışlar. danimarka'da sadece iki şube, hollanda'da üç şube var. isveç, norveç ve finlandiya'da hiç yok.

starbucks ile batık bankaların alakası şu: gross'a göre starbucks'ın bir ülkedeki yaygınlığı, tüketimdeki aşırılığın dozu açısından önemli bir gösterge oluşturuyor. starbucks'ın yaygınlığı aynı zamanda o ülkenin iş dünyasında geleneksel yöntemleri terk edip, amerikan usullerini benimseme eğiliminin de göstergesi. starbucks'ın yayıldığı bütün ülkelerin aslında kendi kahve (hane) geleneği var. ancak o ülkelerdeki tüketicinin, parasını bu pahalı kahve çeşitlerine akıtması, mali iyimserliğin de yüksek olduğunu gösteriyor. sonuçta krediler ödenemiyor vs.

peki bu teorinin tutmayan ayağı neresi? türkiye. şöyle yazıyor gross: "istanbul'dan henüz döndüm. orası, batılı fonlarla sıkı bağları bulunan, yükselen bir finans başkenti. köklü bir kahve kültürü var ama, ben en merkezi mekanları işgal eden starbucks dükkanlarını sayamadım bile. 67 tane olduğunu öğrendim. dikkat et türkiye!"

the wrestler

vasat-klişe konu-süper oyunculuklar ve süper bir soundtrack. benim içim filmin özeti buydu. filmin konusu gerçekten klişeydi zira yıldızı sönmüş aktör-sporcu theme'i gerçekten belki 1000 kere işlendi. o yüzden sonu da çok rahat tahmin ediliyordu. benim filmde en çok sevdiğim nokta dövüşlerin öncesinde yapılan ayarlamalardı. zira eskiden oturur eurosport'ta amerikan güreşi izler ve ulan bu herifler nası böyle dövüşüp sonra da sağ kalabiliyolar diye kafa yorardım. filmden sonra anladım ki dövüşün senaryosu adım adım yazılıyor, güreşçiler " sen önce bana boğa tekmesi savur sonra ben sana kurt kapanı yapiim" gibi muhabbetler içine giriyolar hatta bilumum aksesuarlar da kullanıyolar bunlar için. o bakımdan filmde en çok bu sahnelerden zevk aldım diyebilirim. (erkek olsam marisa ablanın sahnelerinden alırdım orası kesin, ne vücutmuş kardeşim hehehehe) evet filmi öyle çok beğenmemiş olabilirim ama en azından mickey rourke ve özellikle marisa tomei'yi tekrar akıllara soktuğu için seviniyorum. işin ilginç yanı gerçekte de unutulmaya yüz tutmuş 2 oyuncunun filmde 2 loserı canlandırmalarıydı. o yüzden sanırım ikisi de çok içten ve hissederek oynamışlar. maria tomei çok yetenekli bir oyuncu olmasına rağmen maalesef yanlış seçimleri yüzünden istediği patlamayı yapamadı bi türlü. umarım bu film onun geç almış "big break"ini yapmasına yardımcı olur ve kaliteli yapımlarda görürüz kendisini bundan sonra. filmin soundtrackine gelicek olursak 80lerde patlama yapmış rock ve metal gruplarına ağırlık verilmişti.
soundtracke katkıda bulunanlar arasında göze çarpanlar; canımız ciğerimiz guns n roses başta olmak üzere, scorpions,bruce springsteen, quiet riot,cinderella,ratt,slaughter ve madonna.
filmle ilgili genel görüşüm; evet konu acaip klişeydi ama en azından loserlık müessesesini çok iyi anlatmıştı darren aronofsky.

i have a bad feeling about this

star wars'ta geçen efsane replik.

bu cumleyi;
the phantom menace'in basinda obi-wan kenobi, qui-gon jinn'e,
attack of the clones'ta anakin, geonosis'te arenada,
revenge of the sith'te obi-wan kenobi, coruscant savasi'nda,
a new hope'ta, luke skywalker, death star'a yaklasirken ve han solo cop konteynerinin duvarlari kapanmaya baslamadan once,
the empire strikes back'te leia, mynocklar gorunmeden once.
return of the jedi'da, c3po, jabba'nin sarayina girerken ve han solo, ewoklar'a yakalandiginda
soylemektedirler.

yaran google translate çevirileri

çevrilmesi istenen cümle: tophaneli topal topçu tophanede top atarken top topçunun topuğunu toparladı

çeviri: when the ball at the ball game with arsenal arsenal artillery gunners roundup of the heel was

neanderthal

ilk atalarinin m.o. 200.000 yilinda yasamis oldugu belirlenen uzaktan kuzenimiz olarak adlandirilan tür.

gran torino

--spoiler--
walt'la thao ve sue'nun ilişkilerinin gelişmesini çok güzel anlatmışlardı, ben isterdim ki olay bu eksende devam etsin ama ille araya action sokucaklar ya, yok çeteydi bilmemneydi derken işin tadı biraz kaçtı kanımca. bi kere çetenin thao'ya bu kadar hınç besleyecek bir motivasyonu yoktu sonuçta. neymiş, thao çeteye girmemiş. madem çete olayını soktunuz araya doğru dürüst bir de olay örgüsü yazın ki, çıkan faciaların bir manası olsun. bu yüzden eksi not verdim filme. beğenmediğim bir diğer nokta ise thao kişisini oynayan arkadaşın yeteneksizliğiydi. clint eastwood'un filminde oynaması için çok daha yetenekli birilerini bulabilirlerdi bence. bunun dışında uzakdoğuların kendilerine ait geleneklerini, heyecanlı konuşmalarını izleme fırsatı buluyoruz bol bol, uzakdoğu filmlerini sevenlerin hoşuna gidecek diye düşünüyorum. clint eastwood aynı million dollar babydeki gibi çarpıcı bir son hazırlamış, insanın yüreği burkuluyor. ama en azından walt ölüp huzura kavuştuğu için mutlu olabiliriz sanıyorum.
--spoiler--

inglourious basterds

bile bile yanlış yazıldığını düşündüğüm tarantino filmi.

(bkz: Inglourious Basterds)

underworld rise of the lycans

"kate'siz bir underworld düşünülemez" cümlesini slogan yapıp, meydanlarda bangır bangır bağırmama sebep olacak prodüksiyon. insan sırf onun güzel gözlerine bakabilmek için vampir ordusuna yazılır be!
umarım film güzel olur da bu eksiği giderirler.

samurai jack

figüran niyetindeki tek bölümlük karakterlerin birbirinden abuk çizim ve ifadelerle yarması bir yana, geniş planlarda sessizce ilerlenen illüstrasyon şahanesi sahnelerle insana huzur aşılayan bir çizgi filmdir. sürekli bir "ne acelemiz var" tavrıyla aheste aheste ilerler, çizimlerinden diyaloglarına ve hatta müziklerine kadar hiçbir gereksizlik yoktur, her şey minimal tutulmuştur. şu sıralar cartoon network'ta ilk bölümünden itibaren yeniden başladı, akşam 7 buçuk civarı ne zaman açsam denk geliyorum, tavsiye olunur.

losing my religion

binbir çeşit versiyonu yapılan ve kim yaparsa yapsın güzel olan ve eskimeyen bir rem şarkısı. ayrıca sözleri ne olursa olsun aslında şarkıda ön planda olan müziğidir.

nostradamus kehanetleri

iii,4

islam dünyası yanılgıya düştüğünde
biri diğerinden gittikçe uzaklaşacak
soğuk ve kuraklık tehlikesi sınırlara dayanacak
ve kutsal şehirden çıkacak kehanet

osman pamukoğlu

hürriyet'teki röportajını bir ninja hikayesi ile bitirmiş üstün insan. okuyamayanlar vardır belki, hemen copy-paste edeyim.

"derecik karakolu'nda bir gece karyolada uyuklamaya çalışırken başıma doğru büyük bir kan basıncı hissettim. o güne kadar hayatımda ne iğne bilirim, ne ilaç, ne hastalık. ayağa kalkıp duvara tutunarak kendimi yandaki uyduruk tuvalete zor attım. yüzümü yıkadım, geçer gibi oldu, sabah bir baktım ki alt ve üst çenelerimdeki sapasağlam dişler sallanıyor. idare edeyim diyorum ama konuşmada zorlanıyorum, kahvaltıya indik. kimse fark etmeden önümdeki tuzluğu bir peçetenin içine boşaltıp cebime koydum. şemdinli'ye gitsem dişçi bulurum ama, oradan ayrılacak saniyem yok. hemen yukarı çıkıp lavabo aynasının karşısında sallanan iki dişi elimle tutup çıkarttım. alt çenedekileri tuttum, bir türlü çıkmıyorlar. sen misin çıkmayan, komando bıçağımı baldıra bağlayan ipi çıkarttım, o da kalın geldi. kafaya koymuşum, o iş bitecek, ipi ortasından keserek incelttim. dişlere sıkıca bağlayıp hızla çektim, lavabo kan içinde kaldı. peçeteye boşattığım tuzu kanayan yaralara bastım, yıkadım yine bastım. sonra birkaç sigarayı parçalayıp tütünleri yerleştirdim ve masaya geri döndüm."

just hold me

maria mena şarkısı, türkçe karşılığı "sadece sarıl bana" demek.

dark tranquillity

vokalistleri mikael stanne, yöneltilen "yaptığınız müziği nasıl adlandırıyorsunuz" sorusuna "melodik death metal" cevabını verip "en kısa ve basit şekilde böyle açıklanabilir" diye eklemiştir. her albümde yaptıkları müziği değiştirmek amacı bulunan grup bunu başarmış ve lead gitarist niklas sundin 'in "böyle olmasaydı bizden gallery ii, iii ve iv isterdiniz" sözünü aşmayı başarmıştır. aynı zamanda müziklerini geliştirip günümüzün standartlarına ( standart kelimesi tartışmaya açıktır ) getirmişlerdir, son iki albümü haven ve damage done 'daki elektronik elementler ve diğerlerine nazaran albüm genelinde rahat alışılan akıcı müzik bunu kanıtlamaktadır.