bugün

entry'ler (15)

maya kültür sanat

Maya Kültür Sanat Kolektifinin bir imecesi olarak hazırlanan MayaDergi ilk sayısıyla okuyucularıyla buluştu.

MayaDergi, “Sol ve Kültür Politikaları” başlıklı dosya konusu ile kapitalizmin kültür kodları üzerine bir tartışma açıyor. Sanatı kapitalist üretim ilişkilerinin öznesi olarak algılayan postmodernist sanat anlayışının ve tüketim çılgınlığı ile açıklanabilecek bir “kültür endüstrisi”nin sanat ve sanatçı üzerindeki yıkıcı etkisi, dosya yazılarının ortak olarak ele aldığı bir sorun olarak görülüyor.

Marksist çözümlemeye dayalı olarak yürütülecek “devrimci gerçekçi” sanat anlayışının, kapitalist sistemin kurduğu vahşi düzeni ve bu düzenin yanında konumlanarak onun yürütücüsü haline gelmiş sanatçı ve çevreleri kurdukları hegemonya ile birlikte ait oldukları hayal evrenine hapsedeceği, dosya yazılarının birleştiği bir hedef olarak belirlendi.

E-dergi olarak hazırlanan MayaDergi’ye “mayakultur.com/1-sol-ve-kultur-politikalari” adresinden ulaşılabilir.

maya kültür sanat

sanatta “devrimci gerçekçilik” esasından hareket eden bir kolektifin imecesi.
mayakultur.com adresinden çalışmalara ve “devrimci gerçekçilik” başlıklı bildirgeye ulaşılabilir.

mustafa güçlü

Mustafa Güçlü, beşinci şiir kitabını Sizden Önce Geçtim adıyla yayımladı. Bir Türkmen yörüğü olarak Toroslar'ın doruklarından derin vadilerine süzülen akıcı şiirleriyle bizi bir şamanın derin kederlerle örülmüş kıl çadırlarına, bazen de bir işçinin kirli ve kutsal kasesiyle su ikram ettiği grev çadırına konuk ediyor. Şiirin melankoli ve bencilliğe köküne kadar battığı günümüzde Sizden Önce Geçtim şiir kitabıyla okuruna seslenen Mustafa Güçlü’yle günümüz şiirini konuştuk.

Şair Mustafa Güçlü kimdir?
Mustafa Güçlü, Akdeniz’in kıyıcığında, anamın deyişiyle ilk yağmurlar başladığında 1965 sonbaharında doğmuş, pamuk tarlalarının kavurucu sıcağında ilk kez ezen ve ezilen ilişkisini sorgulamış biridir. Çocukluğum Toroslar'ın eteklerinde şimdi kırıntıları bile kalmayan sığla ormanlarının arasında, hiç dinmeyen yağmurların efsanevi atmosferinde geçti. Sonra istanbul’da üniversite yıllarım başladı. Dönemin öğrenci hareketliliği içinde aktif şekilde yer aldım. Edebiyat Fakültesi Öğrenci Derneği'nin ilk kurucuları arasındaki yedi kişiden biriydim. Tabii aktif mücadele çeşitli gözaltı, yargılanma ve hapislik gibi olağan durumlara da yol açtı. Yitirdiklerimiz, özlemlerimiz,yarattığımız değerlerin güzel bir anısı olarak yaşıyor şimdi.

Abdurrahim Kılıç: Uzun soluklu bir şiir serüveniniz var, neden şiir ve neden şiirde ısrar?

Mustafa Güçlü: Bir röportajda çocukluğumda göçer çadırlarına giderek halk hikâyeleri, masallar ve deyişler dinlediğimi belirtmiştim. Kara çadırın içindeki sözlü tarihin bilgesinden nefes aldım, halk kültürünün anne sütü gibi apak enginliğiyle doldurdum kalbimi. Hala bu alanda derleme çalışmalarımı gelecek kuşaklara aktarmak için elimden geldiğince sürdürüyorum. Geçmişteki bu yaşanmışlıklarımın şiir serüvenimde önemli bir yer tuttuğuna inanıyorum. Yeniyi kurmak, insanlık tarihinin ürettiği birikime bilinçli yaklaşmak, o birikimden yararlanmakla olur. Edebiyatçı bozkırda suyu arayan biri gibi ana damarı bulmak, o pınardan kana kana içmek sorumluluğuyla karşı karşıyadır.

Neden şiirde ısrar ettiğime gelince: Şiirle başladım sanat serüvenime, sözel tarihten beslendim, sonra modern şiirimizin ustalarıyla tanıştım üniversite yıllarında. Şiir dışında henüz yayımlamadığım çalışmalarım var: Deneme, roman gibi, ama asıl yoğunlaştığım alan şiirdir. Şiirin bir birikim ve yaşam deneyimi sonucu şekillenen kendine özgü bir tür olduğunu düşünüyorum. işte bu nedenle şiir.

AK: Şiir size göre toplumsal bir algıdan mı yoksa bireysel bir sızlanmadan mı beslenir?

MG: Genç biri için şiirin başlangıcında bireysel sızlanmalar şiire dahil olabilir. Bu şaire şiir yazma konusunda itici bir zemin de hazırlayabilir. Fakat şair şiirini geliştirdikçe öznellikten toplumsal olana doğru bir seyir içinde olmalıdır. Toplumun değişim ve dönüşümüne şiir estetik bir katkı sunmak zorundadır. Bu bağlamda şiir yıkıcı ve provokatiftir. Düne ait gericileşmiş ne varsa dinamik yapısıyla yıkıp geçmelidir. Bakmayın siz, şiiri toplumsal dayanaklarından soyutlamaya çalışarak yapay bir şiirin peşinde koşanlara. Onlar bugünkü sanat ortamını yapılandırmaya çalışanların şiirin sadece bireysel konularla kişisel bunalımların yansıtılmasıyla yazılabileceği safsatasını. insanlıktan birazcık nasibini almış biri kapitalizmin dayattığı yıkım çağında ben kendimi anlatıyorum diye insanlığa ve çağına karşı sorumluluklarından sıyrılamaz. Kısacası bireysellik ve toplumsallık şiirde iç içedir. Şiir sızlanmayı değil şikâyet edilenlerden kurtulmayı, bu bağlamda da bireysel ve toplumsal kurtuluşu işaret eder.

AK: Son günlerde tartışılan toplumcu şiir, devrimci şiir, imgeci şiir tartışmalarının neresindesiniz, değerlendirmeniz nedir?

MG: Toplumsal muhalefet geri olduğu için toplumcu şiir yukarıda bahsettiğim sermaye merkezli müdahaleler yüzünden günümüzde pek görünür değil.

Sermaye gücü ya da yayınevi, dergi vb. üzerinden kafa kol ilişkisiyle örgütlü davranan modern-postmodern şiir anlayışındaki şiir klikleri piyasayı manipüle eder durumda. Onlara göre bizim yazdığımız müzeye kaldırılması gereken Marksist estetiğin şekillendirdiği modası geçmiş ürünler. Varlık dergisi gibi köklü bir dergi bile toplumcu şiire kapılarını sıkı sıkıya kapatmış durumda.

Bana gelince şiirimin toplumcu damardan beslenen doğal olarak imgeyi içselleştirerek gerçeklikle bağını kurabilen devrimci gerçekçi-imgeci bir çizgide olduğunu düşünüyorum. Bu konular üzerinde gelecek günlerde bir grup arkadaşla bakış açımızı ortaya koyan bir metin hazırlığımız da var.

AK: Şiir kitabı yayımlayan yayıncılara ve şiir ödüllerine karşı son zamanlarda radikal çıkışlarda bulundunuz, sebep?

MG: Ödülleri piyasacı edebiyatın, devrimci şiirin önünü kesmek için manipüle organizasyonlar olarak düşünüyorum. Özellikle yayınevleri, editörler belirli bir algının yaratılması için bir merkezden yönetiliyorlar. Bunlara güdümlü seçici kurullarınca işaret edilene sayfalarca ödül gerekçeleri ekleniyor ki çok gülünç geliyor bana. Bütün yaşananlar kapitalist sistemin edebiyata müdahale etme, iğdiş bir sanat yaratma çabalarının sonucudur. Ülkemizde 12 Eylül’le birlikte hız kazanmış bilinçli ve sistemli bir yıkım politikasının hayata geçirilmesidir.

Şiir kitabı zaten kurumsal özelliği olan yayınevleri tarafından eğer ismin popüler değilse ya da parlatılmaya, cilalanmaya müsait değilse basılmıyor. Geriye parayla kitap basmayı geçim kaynağı haline getirmiş merdiven altı fason yayınevleri kalıyor. Bütün bu olumsuzluklara rağmen son zamanlarda az sermaye ile bu kısır döngüyü kırmaya çalışan yayınevleri de sürece katılıyor. Bu tür yayınevlerinin de çoğalması ve kısa sürede kurumsal bir yapıya bürünmesi en büyük temennimiz.

AK: izan Yayıncılık tarafından yayımlanan son kitabınız Sizden Önce Geçtim adını taşıyor. Kimden önce, nereyi geçtiniz, menziliniz nedir, neresidir?

MG: Menzilim sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya, halkların kardeşliği ve ayak seslerine kulaklarımızı kabarttığımız özlenen günlerin gülen yüzüdür. Bu menzilde bize öğüt verenlere ahkam kesenlere, yılgınlık tohumları saçanlara “Sizden önce geçtim,” diyorum. Bu toplumsal mücadelede öncülük görevi üstlenmiş bir kuşağın içinden çıkmış biri olarak yeni kuşaklara, yol yorgunlarına kendini dirençle ifade eden bir adlandırma bana göre.

AK: Şiirlerinizde yoğunluklu doğa imgeleri ve çok realist duran toplumsal sorunlar, örneğin Soma maden işçileri, Tuzla tersane ölüleri, Davutpaşa havai fişek kazası gibi temalar bir arada bulunuyor. Şiirin günümüzde ideolojik bir damardan akması gerekir mi?

MG: Şiirin besleneceği damar ezilenlerin, ötekilerin düşleri ve acılarıdır. Eşit ve adil olmayan dünyada çocuk işçilerin iliklerine kadar sömürüldüğü, iş kazalarının, yoklukların biçimlendirdiği hayatların sersefil olduğu bir düzende şiir bu olumsuzluklara ne kadar kayıtsız kalabilir? Şiir insanı varoluşsal düzlemde bireysel ve toplumsal bütünselliği içinde yakalayarak ele almalıdır. Kuru bir ideolojik söylem şiire bir şey kazandırmaz, bütüncül bir yaklaşımla şiirini kuruyorsan yeni insanın estetiğinin oluşumuna bir katkı sunuyorsun demektir. Ben böyle bir damara yaslanmayı insanlaşmaya estetik bir katkı olarak adlandırıyorum. Tabii isteyen ideolojik damardan da beslenmiş diyebilir. Çünkü her şeye kayıtsız kalmak da bir ideolojik tutumdur bana göre.

Aslında kayıtsızlık en büyük kötülüktür ve yaşanılanların kıyıda köşede durularak sessizce onaylanmasıdır. Kısacası insanın durduğu yer zaten kendi tercihidir ve nihayetinde zamanın ideolojisine göre o yer belirlenir.

AK: Okurların ve edebiyat camiasının size şiirin devrimci şamanı demelerinin nedeni ne acaba?

MG: Herhalde şiirlerimin doğacı yaklaşımı ve arka planda geçmişe ait arkaik sözcüklerden beslenmesi ve bunu sentezleyerek devrimci bir dönüşüme olanak sunma çabasındandır diye düşünüyorum. Şamanlık geleneğinin ve şamanın, eski toplumlarda önemli bir işlevi vardı. Onlar içinde bulundukları toplumun hem doktoru hem sanatçısı ve kahiniydiler. Şair de sezgileriyle hareket etmesi bakımından ilkel bir ritüelin devamcısı gibidir. Şairin sezgisel gücü, imgenin ortaya çıkışında önemli bir yaratım basamağıdır. Devrimci şaman tabiri, arkadaşlarımızın hoş bir latifesidir diyelim.

AK: Sizden Önce Geçtim kitabınızda da diğer şiir kitaplarınız gibi bazı Kürt şahsiyetleri ve coğrafyası da epey imge bulmuş. Kürt diline, kültürüne bir şair olarak nasıl bakıyorsunuz?

MG: Klasik bir tabirle şair yaşadığı çağın ilk elden tanığıdır. Bu tanıklık öncelikle kendi coğrafyasından başlar. Benim şiirim de kendi coğrafyamızda yaşanan zulümlerden, hak ihlallerinden kaynaklı olumsuzluklara karşı ilgisiz kalmıyor. Ötekilerin tarihi yazılırken egemenlerin bizlere dayattığı bütün argümanlara karşı safını belirliyor. Milliyetçi, ırkçı anlayışların yeryüzünde nelere yol açtığını tüm çıplaklığıyla görebiliyoruz. Kadim Mezopotamya kültürlerini bağrında barındıran ve kavimlerin geçiş kapısı olan Anadolu, bu kültürlerin kalıntılarının günümüze kadar kesintisiz bir şekilde sürdüğü zengin bir coğrafyadır. Özellikle sözlü ve maddi kültürde izleri sürülebilen bu kültürel devamlılık kimi zaman dengbejlerin yanık avazında, kimi zaman Göbeklitepe’nin tapınak izlerinde, figüratif şekillerinde kendini göstermiştir.

Şiir bu coğrafyanın mayasıdır, bu maya kültürleri ayakta tutan ve birbirine yaklaştıran bir özellik taşır. Bu bağlamda Kürt dilinin kaynaklarında Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran, Ehmedê Xanî “gibi önemli ozanlar olduğunu, onların seslerinin dünyanın şiir ırmağında özel tınılarıyla yer aldığını görebiliyoruz. Fakat bu arada lafı gelmişken özellikle belirtmek istiyorum. Acıların kıyısında yanı başlarında yaşanılana gözlerini kapayan popüler kültürün bir parçası haline gelerek kimliksiz şiir yazanlar da var. Metafor yaratma üzerine usta olan bu şairlerin Bodrum’da, Marmaris’te yaşıyormuş gibi melez bir şiir yazmaları gerçekten çok acı bir durum. Önder Birol, Evrensel gazetesinde son kitabımla ilgili bir tespitinde; şiirlerimdeki Mezopotamya tınılarından bahsediyor. işte bu tınılar bütün görkemiyle şiirime kaynaklık ediyor, şiirime tarihin derinliklerinden gelen bir berraklıkla yol gösteriyor.

AK: Şairin bakış açısından bakınca ülkenin sanat ve siyaset ufkunda neler görüyorsunuz?

MG: Ülkenin sanatı, ekonomisinden bağımsız değil elbette. Sanat, tekelci piyasa ekonomisinde 1980 sonrası gittikçe yozlaşan ve sınıftan uzaklaşan bir çizgi izledi. Bu çizginin yarattığı iklim katmerleşerek hala günümüzde etkisini yakıcı bir şekilde sürdürüyor. Ben devrimci şiirdeki ısrarımızın Ermenek ve Soma maden işçilerinin mücadelesinden bağımsız olduğunu düşünmüyorum. işçi sınıfı kuşatılmışlığı fiili ve meşru mücadelesiyle aşmaya çalıyor. Biz de sanat alanında bize dayatılan hiçleştirmeye ve manipülasyon araçlarının etkisiyle yaratılan yıkıma ve yok saymaya bir karşı duruş sergilemeye çalışıyoruz. Attığımız adımların etkilerini kısa zamanda umarım görebileceğiz. Düşlediğimiz ülke bütün renkleriyle gökkuşağı boyunca güzel bir ülke. Yok sayılanlar bir gün bu ülkenin halaylarında en önde omuzdaş olacaklar.

AK: Son söz niyetine?

MG: Röportaj için teşekkür ediyorum. Herkese selam ve sevgiler.

oggito (17 aralık 2020)

mustafa güçlü

Mustafa Güçlü, beşinci şiir kitabını Sizden Önce Geçtim adıyla yayımladı. Bir Türkmen yörüğü olarak Toroslar'ın doruklarından derin vadilerine süzülen akıcı şiirleriyle bizi bir şamanın derin kederlerle örülmüş kıl çadırlarına, bazen de bir işçinin kirli ve kutsal kasesiyle su ikram ettiği grev çadırına konuk ediyor. Şiirin melankoli ve bencilliğe köküne kadar battığı günümüzde Sizden Önce Geçtim şiir kitabıyla okuruna seslenen Mustafa Güçlü’yle günümüz şiirini konuştuk.

Şair Mustafa Güçlü kimdir?
Mustafa Güçlü, Akdeniz’in kıyıcığında, anamın deyişiyle ilk yağmurlar başladığında 1965 sonbaharında doğmuş, pamuk tarlalarının kavurucu sıcağında ilk kez ezen ve ezilen ilişkisini sorgulamış biridir. Çocukluğum Toroslar'ın eteklerinde şimdi kırıntıları bile kalmayan sığla ormanlarının arasında, hiç dinmeyen yağmurların efsanevi atmosferinde geçti. Sonra istanbul’da üniversite yıllarım başladı. Dönemin öğrenci hareketliliği içinde aktif şekilde yer aldım. Edebiyat Fakültesi Öğrenci Derneği'nin ilk kurucuları arasındaki yedi kişiden biriydim. Tabii aktif mücadele çeşitli gözaltı, yargılanma ve hapislik gibi olağan durumlara da yol açtı. Yitirdiklerimiz, özlemlerimiz,yarattığımız değerlerin güzel bir anısı olarak yaşıyor şimdi.

Abdurrahim Kılıç: Uzun soluklu bir şiir serüveniniz var, neden şiir ve neden şiirde ısrar?

Mustafa Güçlü: Bir röportajda çocukluğumda göçer çadırlarına giderek halk hikâyeleri, masallar ve deyişler dinlediğimi belirtmiştim. Kara çadırın içindeki sözlü tarihin bilgesinden nefes aldım, halk kültürünün anne sütü gibi apak enginliğiyle doldurdum kalbimi. Hala bu alanda derleme çalışmalarımı gelecek kuşaklara aktarmak için elimden geldiğince sürdürüyorum. Geçmişteki bu yaşanmışlıklarımın şiir serüvenimde önemli bir yer tuttuğuna inanıyorum. Yeniyi kurmak, insanlık tarihinin ürettiği birikime bilinçli yaklaşmak, o birikimden yararlanmakla olur. Edebiyatçı bozkırda suyu arayan biri gibi ana damarı bulmak, o pınardan kana kana içmek sorumluluğuyla karşı karşıyadır.

Neden şiirde ısrar ettiğime gelince: Şiirle başladım sanat serüvenime, sözel tarihten beslendim, sonra modern şiirimizin ustalarıyla tanıştım üniversite yıllarında. Şiir dışında henüz yayımlamadığım çalışmalarım var: Deneme, roman gibi, ama asıl yoğunlaştığım alan şiirdir. Şiirin bir birikim ve yaşam deneyimi sonucu şekillenen kendine özgü bir tür olduğunu düşünüyorum. işte bu nedenle şiir.

AK: Şiir size göre toplumsal bir algıdan mı yoksa bireysel bir sızlanmadan mı beslenir?

MG: Genç biri için şiirin başlangıcında bireysel sızlanmalar şiire dahil olabilir. Bu şaire şiir yazma konusunda itici bir zemin de hazırlayabilir. Fakat şair şiirini geliştirdikçe öznellikten toplumsal olana doğru bir seyir içinde olmalıdır. Toplumun değişim ve dönüşümüne şiir estetik bir katkı sunmak zorundadır. Bu bağlamda şiir yıkıcı ve provokatiftir. Düne ait gericileşmiş ne varsa dinamik yapısıyla yıkıp geçmelidir. Bakmayın siz, şiiri toplumsal dayanaklarından soyutlamaya çalışarak yapay bir şiirin peşinde koşanlara. Onlar bugünkü sanat ortamını yapılandırmaya çalışanların şiirin sadece bireysel konularla kişisel bunalımların yansıtılmasıyla yazılabileceği safsatasını. insanlıktan birazcık nasibini almış biri kapitalizmin dayattığı yıkım çağında ben kendimi anlatıyorum diye insanlığa ve çağına karşı sorumluluklarından sıyrılamaz. Kısacası bireysellik ve toplumsallık şiirde iç içedir. Şiir sızlanmayı değil şikâyet edilenlerden kurtulmayı, bu bağlamda da bireysel ve toplumsal kurtuluşu işaret eder.

AK: Son günlerde tartışılan toplumcu şiir, devrimci şiir, imgeci şiir tartışmalarının neresindesiniz, değerlendirmeniz nedir?

MG: Toplumsal muhalefet geri olduğu için toplumcu şiir yukarıda bahsettiğim sermaye merkezli müdahaleler yüzünden günümüzde pek görünür değil.

Sermaye gücü ya da yayınevi, dergi vb. üzerinden kafa kol ilişkisiyle örgütlü davranan modern-postmodern şiir anlayışındaki şiir klikleri piyasayı manipüle eder durumda. Onlara göre bizim yazdığımız müzeye kaldırılması gereken Marksist estetiğin şekillendirdiği modası geçmiş ürünler. Varlık dergisi gibi köklü bir dergi bile toplumcu şiire kapılarını sıkı sıkıya kapatmış durumda.

Bana gelince şiirimin toplumcu damardan beslenen doğal olarak imgeyi içselleştirerek gerçeklikle bağını kurabilen devrimci gerçekçi-imgeci bir çizgide olduğunu düşünüyorum. Bu konular üzerinde gelecek günlerde bir grup arkadaşla bakış açımızı ortaya koyan bir metin hazırlığımız da var.

AK: Şiir kitabı yayımlayan yayıncılara ve şiir ödüllerine karşı son zamanlarda radikal çıkışlarda bulundunuz, sebep?

MG: Ödülleri piyasacı edebiyatın, devrimci şiirin önünü kesmek için manipüle organizasyonlar olarak düşünüyorum. Özellikle yayınevleri, editörler belirli bir algının yaratılması için bir merkezden yönetiliyorlar. Bunlara güdümlü seçici kurullarınca işaret edilene sayfalarca ödül gerekçeleri ekleniyor ki çok gülünç geliyor bana. Bütün yaşananlar kapitalist sistemin edebiyata müdahale etme, iğdiş bir sanat yaratma çabalarının sonucudur. Ülkemizde 12 Eylül’le birlikte hız kazanmış bilinçli ve sistemli bir yıkım politikasının hayata geçirilmesidir.

Şiir kitabı zaten kurumsal özelliği olan yayınevleri tarafından eğer ismin popüler değilse ya da parlatılmaya, cilalanmaya müsait değilse basılmıyor. Geriye parayla kitap basmayı geçim kaynağı haline getirmiş merdiven altı fason yayınevleri kalıyor. Bütün bu olumsuzluklara rağmen son zamanlarda az sermaye ile bu kısır döngüyü kırmaya çalışan yayınevleri de sürece katılıyor. Bu tür yayınevlerinin de çoğalması ve kısa sürede kurumsal bir yapıya bürünmesi en büyük temennimiz.

AK: izan Yayıncılık tarafından yayımlanan son kitabınız Sizden Önce Geçtim adını taşıyor. Kimden önce, nereyi geçtiniz, menziliniz nedir, neresidir?

MG: Menzilim sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya, halkların kardeşliği ve ayak seslerine kulaklarımızı kabarttığımız özlenen günlerin gülen yüzüdür. Bu menzilde bize öğüt verenlere ahkam kesenlere, yılgınlık tohumları saçanlara “Sizden önce geçtim,” diyorum. Bu toplumsal mücadelede öncülük görevi üstlenmiş bir kuşağın içinden çıkmış biri olarak yeni kuşaklara, yol yorgunlarına kendini dirençle ifade eden bir adlandırma bana göre.

AK: Şiirlerinizde yoğunluklu doğa imgeleri ve çok realist duran toplumsal sorunlar, örneğin Soma maden işçileri, Tuzla tersane ölüleri, Davutpaşa havai fişek kazası gibi temalar bir arada bulunuyor. Şiirin günümüzde ideolojik bir damardan akması gerekir mi?

MG: Şiirin besleneceği damar ezilenlerin, ötekilerin düşleri ve acılarıdır. Eşit ve adil olmayan dünyada çocuk işçilerin iliklerine kadar sömürüldüğü, iş kazalarının, yoklukların biçimlendirdiği hayatların sersefil olduğu bir düzende şiir bu olumsuzluklara ne kadar kayıtsız kalabilir? Şiir insanı varoluşsal düzlemde bireysel ve toplumsal bütünselliği içinde yakalayarak ele almalıdır. Kuru bir ideolojik söylem şiire bir şey kazandırmaz, bütüncül bir yaklaşımla şiirini kuruyorsan yeni insanın estetiğinin oluşumuna bir katkı sunuyorsun demektir. Ben böyle bir damara yaslanmayı insanlaşmaya estetik bir katkı olarak adlandırıyorum. Tabii isteyen ideolojik damardan da beslenmiş diyebilir. Çünkü her şeye kayıtsız kalmak da bir ideolojik tutumdur bana göre.

Aslında kayıtsızlık en büyük kötülüktür ve yaşanılanların kıyıda köşede durularak sessizce onaylanmasıdır. Kısacası insanın durduğu yer zaten kendi tercihidir ve nihayetinde zamanın ideolojisine göre o yer belirlenir.

AK: Okurların ve edebiyat camiasının size şiirin devrimci şamanı demelerinin nedeni ne acaba?

MG: Herhalde şiirlerimin doğacı yaklaşımı ve arka planda geçmişe ait arkaik sözcüklerden beslenmesi ve bunu sentezleyerek devrimci bir dönüşüme olanak sunma çabasındandır diye düşünüyorum. Şamanlık geleneğinin ve şamanın, eski toplumlarda önemli bir işlevi vardı. Onlar içinde bulundukları toplumun hem doktoru hem sanatçısı ve kahiniydiler. Şair de sezgileriyle hareket etmesi bakımından ilkel bir ritüelin devamcısı gibidir. Şairin sezgisel gücü, imgenin ortaya çıkışında önemli bir yaratım basamağıdır. Devrimci şaman tabiri, arkadaşlarımızın hoş bir latifesidir diyelim.

AK: Sizden Önce Geçtim kitabınızda da diğer şiir kitaplarınız gibi bazı Kürt şahsiyetleri ve coğrafyası da epey imge bulmuş. Kürt diline, kültürüne bir şair olarak nasıl bakıyorsunuz?

MG: Klasik bir tabirle şair yaşadığı çağın ilk elden tanığıdır. Bu tanıklık öncelikle kendi coğrafyasından başlar. Benim şiirim de kendi coğrafyamızda yaşanan zulümlerden, hak ihlallerinden kaynaklı olumsuzluklara karşı ilgisiz kalmıyor. Ötekilerin tarihi yazılırken egemenlerin bizlere dayattığı bütün argümanlara karşı safını belirliyor. Milliyetçi, ırkçı anlayışların yeryüzünde nelere yol açtığını tüm çıplaklığıyla görebiliyoruz. Kadim Mezopotamya kültürlerini bağrında barındıran ve kavimlerin geçiş kapısı olan Anadolu, bu kültürlerin kalıntılarının günümüze kadar kesintisiz bir şekilde sürdüğü zengin bir coğrafyadır. Özellikle sözlü ve maddi kültürde izleri sürülebilen bu kültürel devamlılık kimi zaman dengbejlerin yanık avazında, kimi zaman Göbeklitepe’nin tapınak izlerinde, figüratif şekillerinde kendini göstermiştir.

Şiir bu coğrafyanın mayasıdır, bu maya kültürleri ayakta tutan ve birbirine yaklaştıran bir özellik taşır. Bu bağlamda Kürt dilinin kaynaklarında Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran, Ehmedê Xanî “gibi önemli ozanlar olduğunu, onların seslerinin dünyanın şiir ırmağında özel tınılarıyla yer aldığını görebiliyoruz. Fakat bu arada lafı gelmişken özellikle belirtmek istiyorum. Acıların kıyısında yanı başlarında yaşanılana gözlerini kapayan popüler kültürün bir parçası haline gelerek kimliksiz şiir yazanlar da var. Metafor yaratma üzerine usta olan bu şairlerin Bodrum’da, Marmaris’te yaşıyormuş gibi melez bir şiir yazmaları gerçekten çok acı bir durum. Önder Birol, Evrensel gazetesinde son kitabımla ilgili bir tespitinde; şiirlerimdeki Mezopotamya tınılarından bahsediyor. işte bu tınılar bütün görkemiyle şiirime kaynaklık ediyor, şiirime tarihin derinliklerinden gelen bir berraklıkla yol gösteriyor.

AK: Şairin bakış açısından bakınca ülkenin sanat ve siyaset ufkunda neler görüyorsunuz?

MG: Ülkenin sanatı, ekonomisinden bağımsız değil elbette. Sanat, tekelci piyasa ekonomisinde 1980 sonrası gittikçe yozlaşan ve sınıftan uzaklaşan bir çizgi izledi. Bu çizginin yarattığı iklim katmerleşerek hala günümüzde etkisini yakıcı bir şekilde sürdürüyor. Ben devrimci şiirdeki ısrarımızın Ermenek ve Soma maden işçilerinin mücadelesinden bağımsız olduğunu düşünmüyorum. işçi sınıfı kuşatılmışlığı fiili ve meşru mücadelesiyle aşmaya çalıyor. Biz de sanat alanında bize dayatılan hiçleştirmeye ve manipülasyon araçlarının etkisiyle yaratılan yıkıma ve yok saymaya bir karşı duruş sergilemeye çalışıyoruz. Attığımız adımların etkilerini kısa zamanda umarım görebileceğiz. Düşlediğimiz ülke bütün renkleriyle gökkuşağı boyunca güzel bir ülke. Yok sayılanlar bir gün bu ülkenin halaylarında en önde omuzdaş olacaklar.

AK: Son söz niyetine?

MG: Röportaj için teşekkür ediyorum. Herkese selam ve sevgiler.

oggito (17 aralık 2020)

mustafa güçlü

Berivan KAYA: Genel bir soruyla başlamak istiyorum. “Sizden Önce Geçtim” şiir evrenine kattığın seçme şiirlerle birlikte beşinci kitabın. Şiir yolculuğun açısından “Asi Yakılsın Dağlara”nın yayımlandığı 1992’den bu yana, şiir evrenin; poetik anlayış, estetik ve üslup yönünden nasıl bir değişim geçirdi sence?

Mustafa GÜÇLÜ: ilk kitabımdaki şiirler, üniversite gençliğinin 1980 sonrası ilk mücadele kıpırtılarının başladığı yılların sert mücadele pratiğinden damıtılmış dizeleri içeriyor. O şiirler fazlasıyla ajitatif ve imgesel içeriğiyle toplumcu şiirin direngen damarına yaslanıyor. Bireyselden toplumsala bir kolektivizm ve güzel dünya aranışıyla inşa edilmiş iliklerine kadar yaşanmış, bedeli ödenmiş şiirler. Sonraki kitaplarımda yine aynı menzile akan şiirlerde daha yoğun anlatım için imgesel ve biçemsel denemelerle şiirimi diyalektik bir şekilde geliştirmeye çalıştım. Tabii ki ilk kitaplar şairlerin şiir serüveninde oldukça önemlidir, şairin bundan sonra yürüyeceği yolun, soluklanacağı durakların ilk işaretidir. Fakat şairler zamanın yaşanmışlıklarıyla daha da çok katmanlı ve boyutlu şiirin yolunu hep ararlar. Ben hala o şiirin peşinde dolanan biriyim, vardığım ya da duracağım bir durak yok henüz.

BK: Şiirlerini üç bölüme giydirmişsin. ilk bölümde daha içeriden, dip sesin rengini, ahlarını ve kıvrımlarını yansıtan, dokunaklı bir dış dünya eleştirisi ve aşka bakış var. ikinci bölüm toplumsal temalara odaklanırken üçüncü bölümde ağıt tadında uzun ve betimleyici dizeler koyulaşıyor. imgeler yer yer izlenimci bir tuval canlılığıyla sergilenmiş ve genelde ikili dizelerle yol almış. Şiirlerinde izlek bütünlüğü olduğu halde ikili dize kullanma tercihinin nedenlerini sormak isterim.

MG: Beyit, Divan şiirinde kullanılan bir nazım birimidir. Divancılar parça güzelliği bağlamında her beyiti kendi içinde bir bütün olarak düşünmüşlerdir. Beyitlerin yerlerini (matla ve makta beyiti dışında)değiştirmen pek öyle anlam kaymalarına sebep olmaz. Ben burada şiirin geneline yayılan izleği lirik ve akıcı şekilde yansıtabilmek için şiirimin iç ritmi olarak kendiliğinden doğaçlama olarak yakaladım bu biçemi. Yukarıda bahsettiğim gibi beyit temelli olmakla birlikte şiirin akışkanlığı içinde kısa dizelerle birbirlerinin anlam ve sessel bağıntılarını kurgulayarak şiiri kurmaya çalıştım. Bununla da dizeler arasındaki ses ve akış uyumunu sağladığıma inanıyorum. Bir akademisyen arkadaşım: “Hocam bu müzik gibi bir şey.” demişti kitabı okuyunca. Benim yapmak istediğim sözcüklerin ses ve anlam değerlerini imge ve çağrışım gücüyle birlikte bir potada eritmekti. Sizin de bahsettiğiniz gibi şiirlerde bu ülkenin cinneti ve sevinci bir arada yer alıyor. Derin acıları ve sevinçleri birbirini tetikleyen ve destekleyen ritimleriyle aynı potada eriterek lirik bir akışla okuyucuyla buluşturmak istedim.

BK: Derini bilen şiiri bilir diye düşünürüm. Senin devrimci şiir izdüşümüne bakarsak, kitaba adını veren şiirdeki “Sizden önce geçtim bu hizaları/korkacak karanlığım yok” “sizden önce biçtim bu elbiseyi/soyunacak çıplaklığım yok” dizeleri, içsel bir meydan okuma sesine sahip olmanın yanı sıra bir hakikat bilgisini ve tamlık halini de imliyor sanki. Karanlığımızı yendiğimiz ve tüm yükümüzü soyduğumuz özgürlük çağı, şairin aradığı ve uğrunda savaştığı mıdır sence?

MG: Tamlık fazla bir iddia içeren tanımlama olur benim için. Soluklandığımız coğrafyada yaşanmamış, bizlere yaşatılmamış hiçbir acı kalmadı diye düşünüyorum. Bu bağlamda mücadelenin işaret fişeği olacak olan korkunun aşılmış olması gerektiğini düşünüyorum. Kuşatılmış, kıstırılmış kitlelerin bir çıkış sesi gibi olmasını istediğim için onlarla birlikte bu meydan okuma. Tekil anlam içinde çoğalmayı hedefleyen toplumsal dönüşümün bir bileşeni olarak yüreğimi bu bilince her şeyiyle koymak isterim. Ankara tren garındaki patlama biliyorsun yakın tarihimizde en büyük toplumsal kırılmalardan biri oldu. izmir’den Ankara’ya gitmek için ben de listeye adımı yazdırmıştım. Ağır bir gribal enfeksiyon geçirince gidip gitmeme konusunda kararsız kaldım. O gün kendimi iyi hissetmeyince yürüyüşe gitmedim. Sonra sabah o durum, yani patlama yaşandı. izmir’den giden grubun yakınlarında patlama oldu. Bir arkadaşımız döndüğünde işitme problemi yaşayınca birkaç gün sonra doktora gitmiş. Kulağından insan eti parçacıkları çıkmış, o et parçası oradan çekip alınınca arkadaş duyma yetisine tekrar kavuşmuştu. Düşünebiliyor musunuz, sizden birazcık daha ötelerde halay çekenlerden birinin canından kopan parçayla yaşamış arkadaşımız. Bunları yaşamış insanların size soruyorum bundan öte korkacak karanlığı olur mu?

BK: izlenimci, görsel yanı, rengi güçlü imgelerle çıkıyorsun karşımıza. işte onlardan bir kaçı: “avucumda kesik diken/etime rüzgârlarla ayaz işleyen”; “obüsü ipeklere düşürüyor leylak”; “yağmur kuşunun karaltısı/ufuk çizgisini indirdiğinde”; “alnıma inmiş Toroslar dikine,/mor pürenleriyle ön balkonda”; “al diyorum kamışlardan/rüzgârın fısıldadığı paslı mızrağı” “Anladım gittiğini, boşluk sökülünce/gövdemden geçermiş maveraünnehir”. Bu görsel şölenin bir diğer nedeni de eğretilemelere, mecazlara, fiil ve fiilimsilerle katılan hareket sanıyorum. Toplumsal meselin tam da nesnel, bütüncül içerik olarak bükülerek yaratılması ve oluşan imgenin göndergesinde çoklu çağrışımlarla hissettirilmesi bu estetik gücü arttırıyor. Günümüz devrimci şiir cephesi, bu anahtarlarla ve diyalektik maddeci tarih yöntemiyle şiir evreninde ivme kazanıyor, atak yapıyor sanki. Ne dersin?

MG: Seçme şiirleri saymazsak yeni anlamında “Sizden Önce Geçtim”i 12 yıl sonra yayımladım. Bu süreçte sürekli yazdım okudum ve toplumsal mücadelenin içerisinde üzerime düşenleri, alanlarda, barikatlarda kısacası emek mücadelesi içinde küçük büyük demeden yerine getirmeye çalıştım. Şiirimi toplumsal mücadelenin dinamiklerine yasladım, oradan feyz aldım, beslendim. Devrimci şiirin özellikle önünün kesildiği süreçleri yaşadık yaşıyoruz. Aslında bu dosya yıllar önce hazırdı. Sonradan eklediğim ve çıkardığım şiirler de oldu tabii. Sonra kitap yayımlanana kadar her sözcüğü hatta her sesi duyarak duyumsayarak dosyanın içinde oradan oraya çekiştirdim durdum diyebilirim. Bütün kapıların kapalı olduğu zamanda etrafımızdaki ablukayı dağıtacak, devrimci şiir adına bir çıkış olmasını düşündüm. Umarım bu sis bulutunu birlikte hareket ederek ortaklaşa dağıtmaya çalışacağız.

BK: Şiirlerinde bireysel ve toplumsal izlek yer yer bir arada ivmeleniyor; aşk, özlem, arzu, yalnızlık durumları ve şehrin, yaşamın yükü içsel, diyalektik ilişkilerle ortak imgelere yansıyor. Örneğin “Yontu” şiirinde “özlemin kuşdili nükleer düğüm/derin oyuklarında dağınık şiir” ya da “Bahar Beğen Kendine” şiirinde; “ilk yağmurla yüzünde güz kırlangıcı/toparlayıp geliyorsun ya lekelerden”; “ öl diyorum o zaman, kuytuda sedef/bekle ki bitmesin kuş çalımı ihtilal” dizlerinde belirginleşiyor bu tespitim. Marksist öğretiden bildiğimiz bireysel olan toplumsal, toplumsal olan ise bireyseldir. Heidegger’den türeyerek gelmiş, insanı varlığa atılmış yalnız bir yaratık olarak gören postmodernist anlayış karşısında neler söylemek istersin?

MG: Postmodernizmin insan algısı yanlış yerden biçimlenir. insanın kendini gerçekleştirmesine ve özgürleştirmesine hizmet etmez. insanının bütüncül tarihinden soyutlayarak sis bulutu içinde birbirine çarpmadan içe yaslanmasını ve dış zoru kabullenmesini sağlayan bir yaklaşım biçimi olarak çıkıyor karşımıza. Bizse insanı bireysel ve toplumsal bütünselliği içinde kavrayarak kolektivizmi postmodernist bireyciliğin karşısında konumlandırıyoruz. Bizi ahmaklaştıran algımızı dumura uğratan popülist anlayışın karşısına devrimci gerçekçi şiirle yeniden çıkacağız.

BK: Şiirlerinde ağırlıklı bir tema olarak sınıf çatışması, sınıfsal sömürü ve yabancılaşmayı dert edinmişsin. Bu konuda şiirlerime yeterince taşımadığım için seni kıskandığımı itiraf edeceğim. Tam da burada, ‘Kasiyer’ şiirin üzerine odaklanalım istiyorum. Proleterliği, sanayinin dışında yığınsal hizmet perspektifine genişleten hakikat, hayatın var oluşuna derinlemesine bir çağrışım alanı açıyor. “Hayallerinin ölü barkodunu/okutuyor gün boyu, her saat/AVM’nin sismik boşluğunda/parmak uçları yaylım ateşi kül” dizelerinin canlı imgelerinde, insanın kendine türsel yabancılaşmasını okuyoruz. Aynı zamanda ‘şehrin yabanıl hevesi üstünde” dizesindeki eğretilemeyle kitlesel tüketimi hedonizmi ve emekçinin metası arasındaki paradoksal ilişkiyi birlikte hissedebiliyoruz. Şiirin ikinci bölümünde “buzdan öpüşleriyle vardiya/yanlışından sızan tomurcuk/ kulluk düzeni biçimsiz bıçak” dizeleri itirazı da beraberinde getiriyor. Bu tür toplumsal izlekleri imge ve anlam derinliğini bütününde şiirde yapılandırmak zordur. Ya devrimci romantizme ya da postmodernist anlamsızlığa saplanabiliyor şiir. Çoğunlukla ağlak bir betimlemenin yavan sesine bürünüyor. Sen bu noktada, hem burjuva illüzyonunun altındaki dirimsel gerçekliği hem çok katmanlı çağrışım yapılarını bir bütün olarak örgütleyebilmişsin. Bu konuda neler söylemek istersin?

MG: Yazdığımız bu tür şiirler alışıldık bir retoriğe yaslanmadığı için önceleri pek ilgiyle karşılanmadı. Hatta biraz daha küçümsendi diyebilirim. Kapitalizmin kuşattığı ve tükettiği insanı, klasik proletarya bakış açısının dışında bütünselliği ve çeşitliliği içinde yakalamaya çalıştım. ‘‘Kasiyer” şiiriyle ilgili bir bilgi daha vereyim. Aslında önceleri bu şiiri koymak istemiyordum kitaba. Çünkü biraz ağır ve imgesel bir şiir olarak geldi bana ilk haliyle. Sonra üzerinde tekrar yoğunlaşınca biçim ve içerik bakımından istediğim seviyeye geldiğini gördüm. Motosikletli kuryeleri ele alan bir şiirim daha vardı kitapta buna karar verince onu çıkarmayı tercih ettim.

Günlük hayatta marketlerde, alışveriş merkezlerinde birkaç cümleyle iletişim kurduğumuz bu insanların yaşadığı zorlukları, ağır yaşama koşullarını zaten biliyordum. Asgari ücretle çalışanların çoğu işsiz kalmış ve bu koşullara razı olmuş, hatta torpille o kasanın başına geçmişler. Şimdi pandemi döneminde yaşadıkları zorlukları ve sağlık açısından yaşadıkları problemleri bir de şimdi düşünün.

BK: Bir başka sınıf izleği olan “Overlokçu Kadınlar” şiirinde kadınlık ve işçilik sorunsalı birinci ağızdan aktarılıyor. “Provasız biçtim serçe gömleğimi/ritmik törenlerin dip atölyesinde” “bodrum katında oval mağaranın/yanlışa öpülen yaprak begonyası/zaman tesirli, çalışma süresi azami/sismik boşluğunda kumaş tozuyla/solungaçlarıma biriken kaktüs jeli” “Provasız biçtim serçe gömleğimi/kansız bulutlar gönderdim ellerine” dizlerinde örneğin sahici bir yaşanmışlık var. Tekstil atölyelerinin ortamını görmüş biri olarak yeniden canlandırdım, yaşadım o gri soğukluğu, mağara boşluğunu; yorgunluk ve bitkinliğin yüz rengini. Şiir de roman gibi bir kurmaca olduğuna göre, toplumsal izlekleri birinci ağızdan yansıtırken sen bu sahiciliği nasıl yakalıyorsun?

MG: Çalıştığım okulun yanında merdiven altı diye tabir edilen fason çalışan bir konfeksiyon atölyesi vardı. Ara ara mola verdiklerinde yollarımız kesişince ayaküstü kısa sohbetler ederdik işçilerle. Genellikle göçle bölgeye gelmiş Kürt emekçileri yoksul insanlardı bunlar. Hafta sonları da kız öğrencilerimiz bu atölyelerde düşük ücretle çalışırdı. Çoğunlukla yorgun ve uykusuz olur, başlarını koyar uyurlardı okul sırasına. işte yaşama ait bu tür gözlemler bu şiirlere kaynaklık etti diyebilirim. Ayrıca istanbul’da öğrenciyken işportacılık yaptığım yıllar da oldu Beyazıt Meydanı’nda. Çoğu zaman tekstil atölyelerine, defolu ürünleri satmak için girer çıkardım bu tozlu insansız ortamlara.

BK: Kitabında güncele yazılmış şiirlerin var. Örneğin; Roboski’ye seslenen “Katır Yükü”, Davutpaşa’da havai fişek yangınında ölen işçilere adadığın “Havai Fişek Yankısı” Nuh Köklü’ye adanmış “Kapılarda Kartopu”; Berkin’e yazılmış “Karşılama”, Soma’ya adanmış “Acının Al Sancağı”; barış yürüyüşçüsüyken ülkemizde öldürülen Pippa Bacca’ya yazılmış ağıt şiirlerin gibi. Onun dışında Cizre’ye, Hasankeyf’e, Ortadoğu’ya uzanan yer yer mitolojik, antik imgeleri bugüne taşıyan ağır ağır, tane tane işlenmiş dizeler… 10 Ekim katliamına yazılmış “On Ekim Kargış”ndaki şu dizeler “devrilmiş sokak, ağzımda şarapneller/yakın asın suretimi devrim halayına” dizeleri ise yaşamdaki bir süreliğine yapılan kalleş kesintiyi, karanlık maddeyi yeniden yaşattı bana. Bugün modernist/postmodernist şiirin papağanları güncele şiir yazılmaz diyorlar. Hemen Nazım geliyor aklıma; o hep güncelden, çağından beslenmiş bir şairdi. Bu güçte bir şair daha yetişmedi sanırım bu topraklarda. Şair kendi ülkesinin, çağının dertleriyle, gerçekleriyle ilgilenmeyecekse Hölderlin’in o meşhur sorusunu tam da burada soralım: Şiir neye yarar?

MG: Güncele şiir yazmayıp da kafalarımızı kuma mı gömeceğiz. Önemli olan güncelin nasıl estetize edildiğidir. Yoksa geçmişe ya da mezarlıklara şiir yazmamız gerekirdi, belki de öyle yapmamızı istiyor olabilirler!

Şiirde güncel yaşanmışlıklara ait izlenimlerimin olması bize yaşatılan katmerli acıların bir dipnot olarak halkların tarihine iliştirmek arzumdan kaynaklanıyor. Buna bir çeşit tarihe şerh düşme de diyebiliriz. Şair yaşadığı çağın tanığıysa bunu en yakınından uzakta olana doğru giden bir silsileyle yol izler. Şiir acıları sağaltmayı yaşama sıkı sıkıya sarılarak umudu çoğaltmayı sağlar/sağlamalı bence. Yoksa bireysel aforizmaların bedensel patlamaların biçim bulduğu bir uğraş değildir şiir. Yukarıda yazdıklarınızın hepsi yakın tarihimizde yaşanan travmatik acı olaylardan yola çıkılarak yazılmış. Tamam, şiiri düz bir şekilde güncele boğmayalım ama yaşadığımız çağı ve zamanı da es geçmeyelim.

BK: Günümüzün modernist/post geleneğinden gelen çevreler yetmişli seksenli kuşağın toplumcu şiirini slogancı sayarak, estetik/biçim yönünden zayıf olduğu yönünde eleştirdiler. Bu eleştiri temelsiz ve kuramsız olmasına rağmen hala ağızlara sakız ediliyor. Bu modernist akıma kapılan çokça şair aşk, yalnızlık, ölüm, özlem temalarına sıkışıp uzunca bir süre bunalım edebiyatı ürettiler; iki binlerden sonra ise, egemenler tarafından tarihin sonunun ilan edilmesiyle birlikte, postmodernist etkilerle şiir çevre, doğa, cinsellik, kadın, anti türcülük alanlarında sıkışarak eklektizme ve nihilizme kaydılar. Bu süreç dikkate alındığında hayatın çok yönlü, tarihsel ve diyalektik derin kavranışı ideolojik hamlelerle sığ bir estetiğe mi hapsedildi sence? Bu soruya çocuk işçileri konu aldığın “Bayram” şiirinde: “sanayi sokağı karanlık/karnaval çağrısı değil/lime lime üst baş yağ/şakağı güz saklambacı”; “kaçmış gelmiş düşten /teneke sobanın harına/nasıl da tutuşmuş elleri/bıraktığı çocuk sesinden” dizelerinin içinden cevap vermeni istesem ne derdin?

MG: Biz ne yazsak zaten örgütlü olan sermaye kalemşorları eleştirecekler. Çünkü bu şiire, devrimci şiire bir alan açmak istemiyorlar ve kafalarındaki şablona göre bütün kapıları sıkı sıkıya kapatmayı yeğliyorlar. Slogancı şiir deyip hedef noktasına oturtmak elbette işin kolaycılığa ve toptancılığa varan bir tutum takınılmasıyla ilintili. Tıkanmış ve tükenmiş kapitalist sistemi postmodernizm gibi ön açıcı felsefi yaklaşımlarla ömrünü uzatmaya ayakta tutmaya çalışıyorlar. Yazmakta olduğumuz şiirin sınıfsal sorunları göz ardı etmeden bütünsel bir kavrayışla yazıldığını söylüyorum. Bu şiirler bireyselliğin aynasında bize dayatılan yok oluşu aşmak üzere yazılmıştır. Televizyon programlarında lüks araçlarla gezen plazalardaki ışıltılı yaşamı, aşkı, gerçek yaşam diye evine aç dönen işçiye yutturmaya çalışanların karşı estetiği elbette geçici bir yanılsama yaratacaktır toplumda. Biz, bize sunulmaya çalışılan şatafatlı kurgulanmış hayatların azınlığın sanatına değil Ermenek’te, Soma’da yeraltı dehlizlerinde ömürlerini tüketenlerin gerçekliğine yüzümüzü çeviriyoruz. Oradan dip sesten çıkacak yenidünyaya gözlerimi açmak istiyorum.

BK: “Acının Al Sancağı” şiirin 2013’te Soma maden kazasında ölen işçilere adanmış. “gecikmiş isyanın ilk işaret fişeği/iğneyle kazılmış tüneği yokluğun” dizeleri dikkatimi çekti. Bugün Soma ve Ermenek işçileri hakları için haftalarca taşlar, betonlar üzerinde, çadırda direniş ve mücadele yürüterek epey yol kat ettiler. iğneyle kazılmış olan bu kez yokluk değil varlığa dönüştü. Şiirin zamanla organik ilişkisi konusunda ne diyeceksin; yalnızca yaşamın çelişkilerinden ve direnişten beslenen şiir mi canlı kalabilir, zamana direnebilir?

MG: Daha önce de bahsettim, toplumsal kuşatılmışlığı madenciler çeşitli baskılara rağmen kırmaya çalışıyorlar. Şiir zamanın pratiği ile elbette kesişecek ve zamanın yansımasını ve izlerini bütün derinliğiyle dokularına sindirecek. Çağın yıpratıcılığına direnmek bence zamanın ruhunu yakalamak ve dayatılana karşı safını doğru yerde belirlemekle olur. Zamanın ruhunu tüm gerçekliği ile estetize edebilirsek geleceğe kalacak yeni sözler söylemişiz demektir.

BK: Son olarak devrimci/toplumcu gerçekçi şiirin bugünkü soluğu ve gücü için ne söylemek istesin?

MG: Bu konuda tek tek bir yerlere varamayacağımızı, bu bireysel çıkışlarımızı kolektif bir hale getirerek en kısa sürede ortak hareket etmenin gerekliliğini belirtmek isterim. Bu birlikteliği sadece şiir üzerinden değil genel bir sanat politikası inşası ve pratiği üzerinden sağlamak zorundayız.

işte “Devrimci Gerçekçilik” yaratılan bu değersizleştirme ortamında kendine bir yol açmaya, umudu çoğaltmaya, çabalayan gerçekliğin yeniden inşasını önceleyen bir sanat hareketi olarak yol almak istiyor. Bu anlamda gerçekliğin yeniden inşasını önceleyen bir şiir hareketi devrimci estetiğin de habercisidir.

son haber (13 ocak 2021)

sizden önce geçtim

Mustafa Güçlü’nün Sizden Önce Geçtim isimli şiir kitabı geçtiğimiz günlerde izan Yayıncılık tarafından okura sunuldu. Şiirlerini toplumcu damarda kuran Güçlü, yeni kitabında yaşam deneyiminden, ideolojik prizmasından yansıyan dizeleri izlenimci bir edayla şiir bütünlüğüne kavuşturuyor. Üç bölümden oluşan kitabın birinci bölümünde, çağ ve insan eleştirisi yaparken daha genel bir şiirsel atmosfer oluşturuyor şair. ikinci bölümde şiirinin alanını daraltarak “işçi şiirleri” yazıyor Güçlü. Kitabın son bölümünde ise doğu izlekleri ağırlıkta...

Güçlü’nün son kitabı diğer kitaplarından farklı olarak imge yoğunluklu, anlam kapalı şiirlerden menkul bir kitap... Şiirlerin geniş sözcük dağarcığı, birbirine uzak sözcüklerin dizenin derin anlamında bir arada kullanılması, şiirin çağrışım katmanlarını da genişletiyor. Bu bakımdan kendini kolay ele vermeyen, her dize üzerinde düşünülerek okunması gereken şiirler bunlar... Dizelerdeki soyutluk, bazen grotesk bazen barok görüngüler halinde kırık kompozisyonlar çiziyor. Çağrışım katmanlarını çoğaltan bir biçem bu...

Güçlü, kendini bir özne olarak konumlandırmak yerine, uzaklardan insan hallerine ve toplumsal yaşanmışlıklara bakan bir şair edasıyla kaleme almış şiirlerini. Toplumcu damardan taviz vermeden dizeye döktüğü şiirler, yakın tarihin somut olaylarından el alıyor. Gezi direnişinde öldürülen Berkin Elvan, Kadıköy’de milliyetçiler tarafından bıçaklanan Gazeteci Nuh Köklü, 8 Mart 2008 tarihinde “Barış Gelini” projeleri için yola çıkıp Gebze’de aracına bindiği şahıs tarafından tecavüz edilip öldürülen italyan Sanatçı ve Aktivist Pippa Bacca, Küçük Rojda, Roboski Katliamı, Havai fişek üretimi sırasında ölen Davutpaşa işçileri, tersane işçileri, Soma maden işçileri şiirlerinin ana konusu olarak yer buluyor. Bu somuttan yola çıkış, şiirin biçeminde soyut ve çağrışımsal anlamlarla şiirsel bir uçuşkanlıkta inceliyor. Bu bakımdan sözünü sakınmasa da şiire iyi gelmeyen ajitasyona yüz veren bir şair değil Güçlü. Ancak gerçeği olanca çıplaklığı ifade etmekten de kaçınmıyor. Savaş eleştirisini damıttığı dizelerde obüs, mızrak, kan, silahların uzun menzili, parçalanmış cesetler gibi sert betimlemeler yer alıyor ancak dizelerin imgesel ağırlığı ve anlam yükü, bu sertliği kendi içinde eritmeyi başarıyor.

Kitapta yer alan şiirlerin mekan ve zaman aralığının genişliği, sürrealist olarak tanımlanabilecek imgelerle birleştiğinde şiirin izlenimci gücünü daha da pekiştiriyor. Doğa figürlerine sıklıkla baş vurması, dizelerin nesnelerle kurduğu ilişki mekan algısını somutlaştırarak şiirlerin ayağını bastığı toprağı belirgin kılıyor. Hem teması hem de şiire taşıdığı sözcüklerle bu coğrafyanın şiirini yazıyor Güçlü.

Kitabın üçüncü bölümünde Mezopotamya tınılarına sıklıkla yer verdiğinden mitolojik, arkaik, dinsel kavramlar da daha geniş yer buluyor. Orfoz, şaman, kam, üç telli, Zerdüşt, dicle, tablet, kün gibi tarihsel arkaik çağrışımları olan sözcükleri sıklıkla kullanıyor şair. Doğunun trajedisi kendisini bağırtmayan bir sesle, zor dizeler eşliğinde bir geçit resmine dönüşüyor.

Kitapta her şiirini resmi ideolojik söylemin karşısında konumlandırıyor Mustafa Güçlü. “Sizden Önce Geçtim” safını net belirleyen ama kendini okura kolay teslim etmeyen toplumcu şiirin imgeyle derinlikli bir buluşması olarak da okunabilecek bir kitap.

önder birol bıyık - evrensel gazetesi (16 kasım 2020)

https://www.evrensel.net/...iirler-sizden-once-gectim

sizden önce geçtim

Bu yazıyı Mustafa Güçlü’nün son şiir kitabı Sizden Önce Geçtim üzerine felsefi, poetik, sosyolojik ve estetik bir değerlendirme yapmak amacıyla kaleme aldım.

Şairin, Ayrı Düşeriz’den (Seçme Şiirler) uzun yıllar sonra, 2020 Temmuz ayında beşinci kitabı “Sizden Önce Geçtim" adıyla okuyucusuyla buluştu. Bazen öyle olur kıyıda köşede kalır, kıymetli eserler ve şairler. Gün gelir değeri daha iyi anlaşılır ve hakkı teslim edilir. Mustafa Güçlü de bu şairlerden biri.

Sanat ve şiir anlayışı toplumsal gerçekçi, emekçi ve emekten yana, ateşli devrimci yürek sesini doğrudan değil ama derinden hissettiren bir şair. Toplumsal sorunları, güncel olaylardan yola çıkarak olguları tarihsel bütünlükte, bilgi ve tutarlılıkla işleyen şiirlerden oluşuyor kitabı. Bunun yanında bireysel duyguları, düşünceleri Akdeniz coşkusuyla kurguladığı, görselliği kelimeleri ve imgeleri ile şiirine taşıdığı şiirleri de yer almakta kitabında.

Sizden Önce Geçtim adlı şiir kitabında Mustafa Güçlü, genel olarak ülkemizde yaşanan olayları, tarihsel süreçleri konu edinip estetik bir uyum içinde aktarıyor. Kullandığı dil sade ve ağdalı sanatlardan uzak. Bunu yaparken klasik arkeoloji eğitimi almasının yanı sıra Türk Dili ve Edebiyatı bölümü okumasının da avantajlarını kullanıyor.

Şair kendine göre özgün bir imge ve dil evreni oluşturmuş. Bazı kelimeleri birkaç şiirinde sık yineleyerek kendi şiir algısını ve özgün imge dinamiğini yansıtmayı tercih etmiş.

Şair, şiirlerinin coğrafyasında dolanırken yeni duygulara ve düşüncelere açılmış. Yörük kültüründen kelimelerle, yaylalardan esintiler, dağlardan isyan ve çiçekler… Denizi ve özellikle Akdeniz duygusallığını coşkusuyla balığına ve yosun kokusuna kadar yaşatıyor içinde bulunduğu coğrafyayı okuyucuya.

Bazen şaman bilgeliğiyle düşleri, düşünceleri ve duyguları harmanlayıp devrimci, kavgacı sarsıcı yeni bir şiir, yeni bir dünya kuruyor. Sorunlarla krizlerle geçim sıkıntısı ile sıkışmış günümüz insanlarını, sorunlarını çözüme kavuşturmak için umutsuzluğunu umuda dönüştürmek gayretiyle direncini şiirlerinde dile getiriyor.

Tarih, kültür, mücadele ve melodiyle dolu bir düşsel ve sanatsal geziye çıkarıyor bizi şair Mustafa Güçlü. Bunun yanında da düşünmemizi ve olumsuzluklara tepki verip onları olumluya çevirmemizi de isteyip buna bizi davet ediyor.

“Sizden Önce Geçtim” şiirinde:

“Sizden önce geçtim bu hizaları
korkacak karanlığım yok

kovmuşlar içimdeki makamsızı
güllere söyleyecek sözüm yok

sizden önce biçtim bu elbiseyi
soyunacak çıplaklığım yok.” (s.7)

işte böyle çarpıcı bir şiirle başlıyor kitaba şair. Atasözü gibi ben bu hizaları sizden önce geçtim, diyerek alanında ve ders vermek istediği konumda deneyimli ve yetkin olduğunu vurguluyor. Bu uğurda korkularından arındığını belirtiyor. Kötü kişilerin ve kötü durumların kendini yolundan döndüremediğini, bunlardan da korkusu olmadığını söylüyor.

ikinci beyitte hiçliğe ulaştığını, makam ve mevkii isteği, kaygı, korku ve arzusunu bitirdiğini bunu içinden bilgelerin kovduğunu anlatıyor. “Güller” dediği güzel kişilikli ve huylu kişilere şairin hiçbir sözü yoktur. Toplumun sorunlarını çözmeye gayret eden, mutlu ve huzurlu geleceği inşa edenlere minnetini bildiriyor.

Son beyitte ise işte bu toplumsal izleği yönlendiren bu görevi sizden önce kavradım ve gereğini yapıyorum vurgusuna ulaşılıyor. Benim, gizli saklı ne düşüncelerim ne duygularım ne de hesaplarım var. içim dışım bir ve bu konuda çok netim, diyerek son noktayı koyuyor şair.

“Bahar Beğen Kendine" şiirinde:

“Parmak uçların kadar yakın uçurumum
al! Serçelerden bahar beğen kendine. “(s. 25)

Lirizmi, bahar çiçekleri ile süsleyip serçelerle sevdiklerine gönderiyor şair. Bir metafor eşliğinde uçurum kadar derin duygularını, ruhunu ve iyi yüreğini ortaya döküyor. Bu yürek, senin parmak ucun kadar yakınında, diyor okuyucuya. Haydi baharı bulalım serçe kuşlarında. işte naif ve coşkun şiirin vurucu sonu.

“Kapılarda Kartopu" şiirinde:

“topu topu kaç kez öldürüldün sen
bir devlet söyleminde bıçaklar bilenirken
bir kar topu sayısız kez kan topu, kar kar
ah ben öldüm, öldüm riyalar göğsümde
ah bu bir rüya... Her yer kar, karda kapılar.” (s. 31)

Yukarıdaki dizelerde yurdumuzda yaşanan birçok saçma ve anlamsız olaylardan birinde meydana gelen cinayeti anlatmış. Sokakta arkadaşlarıyla kar topu oynarken bir esnafın dükkânın camına kar topu gelmesi sonucunda tahammülsüzlük, gurur, kin, nefret çokça da cehalet karışımı bir olayda gerçekleşiyor bu durum.

Yaşanan kargaşada bıçaklanarak hayatını kaybeden yakın arkadaşı, gazeteci ve televizyon programcısı Nuh Köklü’nün ölümü üzerine yazmış Mustafa Güçlü bu yaşanmışlık dolu acı şiiri.

Siyaset dilinin ve devleti yönetenlerin bıçaktan keskin düşmanlaştırıcı, ayrıştırıcı, suçlayıcı söyleminde böyle değerli insanların nasıl defalarca öldürüldüğünü biliyoruz Bunun sonucunda da gerçekten hiç yoktan suçsuz insanların böyle saçma sapan bahanelerle cahilce öldürülmesinin acısını hepimiz yaşıyoruz.

Şairler daha fazla yaşayıp bu duygu ve düşüncelerini böyle olaylar olmasın diye ölümsüz eserlere dönüştürüyor. insanlık da masum insanlar da şair de bu yalancı ve suçlu düzenin göğsünde öldürüyor ve ölüyorlar. Keşke bir rüya olsa bu kötülükler ve ölümler. Her yer kar ve kapılarda ölüm olmasa.

Şiirin son bölümde şair, sözcükleri tekrarlayarak bir ahenk oluşturmuş. Bunun yanında dize başlangıçları da ‘bir bir’ ve ‘ah ah’ sözcüklerini ve seslenişlerini alt alta kullanarak şiirin ritmini ve müzikalitesini güçlendirmiş. ‘Kar, karda kapılar’ sıralaması ile de dize içinde armoniyi artan bir etkiyle devam ettirmiş.

“Yolculuk" şiirinde:

“ustura gibi bir bakışıyor geç vardiyasında
yangın adımlı serçelerle asgari geçitte “(s. 33)

Bir gece, geç vakit vardiyada çalışan işçinin bakışındaki ustura keskinliğindeki duyguyu ve asgari ücretle geçinmenin zorluğunun öfkesini ve çaresizliğini serçelerin narinliği ve nezaketi ile dile getiriyor şair.

Bunu yaparken de resmi ‘geçit’ gibi devlet protokolü uygulamasından bir sözcüğü ‘asgari’ ücret gibi devlet zorlamasını ifade eden iki sözcüğü birleştirip “asgari geçitte" kullanarak az sözcükle çok şey anlatmanın dersini vermiş.

“Rindi Ağlar.” şirinde:

“içinde kırıldı rindin şakrak tamburu
kustu dilinden su yılanlarını, emziği” (s.43)
Rind'in birçok anlamı var. Kalender, gönül eri, diğeri. Kürtçe bilgi vb. anlamlara geliyor.

Kalender, gönül eri ağlar diye yorumladım ben. Kalenderlerin gönlü kırılmış ve neşesi bitmiş çatal dilli yalancıların zehrinden. Gönül erinin içinde şen şakrak çalan tambur kırılmış. Kusmuş su yılanlarını diliyle emziğinden.

Şair dizeyi bitirdiği tamburu ile kustu sözcüğünü kullanarak başladığı dizeyi ses, melodi uyumunu kuruyor ancak bana göre kustu sözcüğü estetik olarak oturmamış, hatta itici geldi bana göre. Keşke bu uyumu başka bir sözcük ve anlatım ile saklasaydı.

“On Ekim Kargışı.” şiirinde:

“devrilmiş sokak, ağzımda şarapneller
yakın asın suretimi devrim halayına.” (s. 45)

Burada kargış kelimesi asıl anlamı olan bedduadan sıyrılarak bir kalkışmayı, direnci ve devrimi çağrıştırdı bana. Sokak çatışmasında, belki bir devrim barikatında direnen devrimcilerin devlet güçlerince üzenlerine atılan bombalar ve patlayıcı maddeleri duyumsayan şair bunları ağzında şarapnel olarak hissediyor.

Şair orada olamasa da adeta bir ölüm vasiyeti istiyor, mutlaka yerine getirilmesini istediği. Yakın, asın suretimi, başarıya ulaşmış bir devrimi kutlayan devrimcilerin halaylarına kavuşturun beni, ben de bu sevince ortak olup kutlayayım zaferimizi, demekte.

“Kiraz Ayini" şiirinde:

“Ağzıma bıraktığın sütlü incir tadı
yüzünün uğultusunu taşır suyun.” (s. 47)

Yine musiki ve imgelerle şair lirizmi yakalıyor. Duyu organlarına, duygulara, tatlara, seslere, doğaya, insana ve doğa insan etkileşimine vurgu yaparak duygulu, çarpıcı ve coşkulu bir şiir kuruyor.

“Bozuk Ezber" şiirinde

Eğitimin ülkemizde ne kadar bozuk ve ezbere dayandığını, sistemli, bilimsel, demokratik, uygulanabilir ve sürdürülebilir bir eğitimin olmamasının bedelini ülke ve toplum olarak biz ama en çok da geleceğin güvencesi çocuklarımızın ödediğini anlatmak istiyor.

“geniş teneffüs boşluğunda
hazır olda öldürüldü kalbi.” : (s. 48)

işte burada da şair son noktayı koyuyor. Yeni genç neslin geniş bir teneffüs boşluğunda hazır olda tutularak kalbinin, geleceğinin, bilgisinin ve yeteneklerinin bozuk bir ezberci, keyfi eğitimle nasıl yok edildiğini ustaca anlatıyor.

“Katır Yükü" şiirinde

“dağılmış kafa, kol, katır yükünde
ceberut bir cumhuriyettir ölüm.” : (s. 52)

Bir devlet yönetiminin bazen ceberutlaşarak insanlarını öldürmesine isyan ediyor. Vurulan insanların parçalarını katır yüküyle geçimini sağlayanların yine katırlarla taşınmasının ironisini yapıyor şair burada.

Adı ne olursa olsun baskıcı ve insan hayatına önem ve değer vermeyen bütün devlet yönetimlerinin kötü olduğunu ve bunlardan kurtulmamız gerektiğini düşünmemizi sağlıyor.

“Kasiyer" şiirinde

“Hayallerinin ölü barkodunu
Okutuyor gün boyu, her saat": (s.62)

Yine güncel bir olay ve insanı robotlaştırıp hayallerini öldüren rutin bir işçi ve sıkıcı yaşantısını sanatsal şiir olarak anlatmış şair. Burada “her saat” fazlalık olarak kalmış dizede bence. “Hayallerin ölü barkodunu, okutuyordu gün boyu” dese yeterli olurdu, diye düşünüyorum.

“Yar Kabuğu” şiirinde:

“Camsız ev, grizu sıkıntısı yar/kabuğu
asgari hayatla koşullu tabutların yükü"(s.73)

Burada da şair; yeraltı maden işçilerinin yaşadıkları zorlukları anlatmış. Özellikle son yıllarda ülkemizde “Soma Faciası”, diye bilinen vahim olaydan yola çıkarak yazmış dizelerini.

Camı olmayan, canı emaneten taşıyan, yer kabuğu altında, yar özlemiyle asgari ücret ve nefessiz yaşayan insanlar ön planda. Bazen de grizu patlaması ile ecelsiz yanarak, su, gaz veya havasızlıktan boğularak hayatını kaybeden tabutluk yeraltı maden mahzeni mahkumları, çağdaş köleleri dert edinmiş.

“Penguen Parkı” şiirinde

“kar yağıyor penguen parkına
Amara'da öpüyoruz ölü çocukları.” (s.75)

Hemen yukarıdaki konu ve duyarlılık burada yerelden evrensele taşınmış. Bütün dünyadaki haksızlığa uğrayanların, öldürülen ve ölenlerin acısıyla hemhal olmuş, onlara bir teselli olarak ölü bedenlerine bir öpücük kondurarak onları onore etmek ve kendisinin de insanlık adına vefa borcunu ödemek istiyor sanki şair.

“Sahraya Göm" şiirinde:

“sahraya göm cesedimi ağırdır kokusu
limon bahçelerini, manolyayı küstürür sokağınıza"(s. 87)

Şair Mustafa Güçlü burada bir incelik yapıp ölünce uzak, kuru ve sıcak kumlara, sahraya gömün bedenimi, diyor. Çünkü cesedimin o ağır kokusu limon bahçelerini, manolyaları ve dahi sokağınızı küstürmesin.

Burada yine bana göre çok uygun olmayan bir sözcük olarak “ceset kokusu” var. Bunu başka kelimelerle veya başka bir imgeyle anlatsaydı şair diye düşünmeden de edemedim doğrusu.

“Beklenen” şiirinde:

“bitirildi denilen iç yerinde, longozlar

haziran rakımlı Gezi'nin meselesinde("s.91)

Şair ülkemiz için bir dönüm noktası olabilecek toplumsal protesto olayını işlemiş şiirinde. Haklı toplumsal tepki ve direnişlere duyarlılığı göstermiş. Ancak daha önceki şiirlerindeki tadı alamadım ben burada. Estetik ve uyum da tam olmamış. Dizedeki “longozlar “sözcüğü şiirin ana izleğiyle çok alakasız kalmış geldi bana.

AKDENiZ COŞKUSU

“Emzikli Geyik Beklentisi” şiirinde

“süslenir gecenin beklentisini kızıl pelerinli
düşürür ellerimi, yol boyunca Akdeniz’e” (s. 95)

işte, geldik kitabın sonuna ve başta da vurguladığım gibi Akdeniz coşkusuyla uğurluyor bizi şair Mustafa Güçlü.

Gece süslensin kızıl peleriniyle ve yol boyunca ellerim Akdeniz’e uzansın, düşsün yollarına.

Şimdi Akdeniz’de olmak vardı dedirtiyor bize.

Daha güçlü ve güzel şiirler çıkaracak şair, ona ve şiirine güveniyorum.

ADiL BAŞOĞUL - Cumhuriyet Gazetesi (30 Aralık 2021)

bağlantı: https://www.cumhuriyet.co...k-felsefi-siirler-1896362

sizden önce geçtim

Torbalı’nın yakından tanıdığı, bir dönem de Çaybaşı Ortaokulu’nda öğretmenlik yapan Mustafa Güçlü yeni şiir kitabın yayınladı. 55 yaşındaki başarılı eğitimci 5.kitabını yayınlamanın sevincini yaşarken, kitap tüm kitap sitelerinde satışa sunuldu.

‘Sizden Önce Geçtim’ isimli kitap kısa sürede büyük beğeni toplarken, okuyucular kitapta kendilerinden iz bulduklarını kaydetti.

Bu kitabında, şiirin dehlizlerinde Yörük yaşantısının izlerini süren Mustafa Güçlü, Akdeniz rüzgârları kokan zengin imgeleri, bilge bir şamanın sabrını sınayan kavgacı dizeleri ile yeni dünyanın kapılarına dayanıyor. Gittikçe kararan insanlığın kırgın ve umutsuz yüreğine, dizeleriyle ışıltılı kesikler bırakıyor. O; kesiklerde aşk, hüzün, ayrılık Toroslardan akan saklı çavlanlar gibi okurun ruhuna bir serinlik, bir umut sızdırıyor. O, derin çatlaktan sızan bir seslenişle bütün sadeliği ve « Sizden önce geçtim bu hizaları / Korkacak karanlığım yok, » dizelerindeki cesaretiyle yeni bir arayışın dip sesi oluyor.

kaynak: torbaliguncel.com

sizden önce geçtim

Sizden Önce Geçtim

Sizden önce geçtim bu hizaları
korkacak karanlığım yok

kovmuşlar içimdeki makamsızı
güllere söyleyecek sözüm yok

sizden önce biçtim bu elbiseyi
soyunacak çıplaklığım yok.

sizden önce geçtim

görsel

Şiirin dehlizlerinde Yörük yaşantısının izlerini süren Mustafa Güçlü, Akdeniz rüzgârları kokan zengin imgeleri, bilge bir şamanın sabrını sınayan kavgacı dizeleri ile yeni dünyanın kapılarına dayanıyor. Gittikçe kararan insanlığın kırgın ve umutsuz yüreğine, dizeleriyle ışıltılı kesikler bırakıyor. O; kesiklerde aşk, hüzün, ayrılık Toroslardan akan saklı çavlanlar gibi okurun ruhuna bir serinlik, bir umut sızdırıyor.

O, derin çatlaktan sızan bir seslenişle bütün sadeliği ve «Sizden önce geçtim bu hizaları / Korkacak karanlığım yok, » dizelerindeki cesaretiyle yeni bir arayışın dip sesi oluyor”

"Sizden Önce Geçtim"e internet satış sitelerinde ve kitapçılarda ulaşılabilir.

mustafa güçlü

görsel
1965 yılında, köyceğiz’de doğdu. ilk ve orta öğrenimini köyceğiz’de, yüksek öğrenimini ise istanbul’da tamamladı. edebiyatla, özellikle de şiirle küçük yaşlarda ilgilenmeye başladı. klasik arkeoloji ile türk dili ve edebiyatı eğitimi alan güçlü, edebiyat öğretmenliğinin yanı sıra tarihi coğrafya ve tarihsel çevre üzerine bilimsel çalışmalar yapmaktadır. yazıları çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanmaktadır.

eserleri:

asi yakılsın dağlara (1992)

rüzgarına yol gösteren martı (2005)

nereye sığınsam lacivert (2007)

ayrı düşeriz (2010)

sizden önce geçtim (2020)

görsel

yazarların şu an düşündükleri

pandemi sonrasında hayatın nasıl işleyeceğini. dünyanın düğümlendiği çağda doğmuşuz cidden. direnişin askıya alındığı, unutturulduğu, 68 kuşağının üzerinden panzerlerle geçildiği bir çağdayız. hele bu son virajda karşımıza çıkan pandemi gündemi nedeniyle polis devletlerinin militer güçleri halka baskı ve direniş duygusu aşılayacağına güven ve sığınma duygusunu uyandırdı.
meşrulaştırılmış iktidarlar daha da kuvvetlendi, diyebilirz bu noktada.

wordpress

iki websitemin oldugu blog-altyapisi (dogru bir ifadedir herhalde)

tamamiyle ucretsiz. ama suan ucretli uyeliklere taninan ayricaliklarin buyuk bir cogunlugu (eklenti ekleme gibi) ucretsiz hesaptan kaldirilmis. ayni zamanda acilan websitenin butun buyuklugu max. 3gb olmali. bu doldugu an ucretli hesap zorunlulugu doguyor.

en buyuk handikap ise reklamlar diyebilirim. sitenin icinde dogrudan gonderiyi engelleyecek buyuklukte yerlesik olarak geliyor. tabii kaldirmak icin de ucretli hesap gerekiyor.

benim yararima dokunan ozelligi tahmin edemeyecegim ulkelerden insanlarla iletisim kurabilmem oldu. gonderilerimin hedef kitlesi epeyce buyudu boylece.

influencer

sosyal medyayi verimli bir yorungeden cikartip uzay bosluguna atan "yeni nesil girisimci" takimi

bunlar nedeniyle tum internet yeniden sekillenmis; islerine yaramayan ya da takip eden kisi sayisinin sinirli oldugu konular, yine onlar tarafindan ortamdan egale edilmistir.

z kuşağı

z kusaginin ozgurluk sever-baskaldirici olduguna kismen katilmakla beraber, bunu nasil bir ozgurluk oldugunun tartisilmasi gerektigini dusunen biriyim.

liberal bir duzende yetismis kisilerden bahsediyoruz.

kusagin dogdugu donem; olasi bir devrimin mezar taslarinin cignendigi bir donem.

baskilanmis ve yeniden yaratilmis yapay dusuncelerin, bir direnisi veya karsi koyusu engelleyen sekilde zihinlerine islenmesi; onlari duzene zincirleyen en onemli nokta.

onlarin ozgurlugu; sinif karsitligindan dogan celiskiyi kaldiracak bir ozgurluk degil. aksine liberal duzeni iyice kalicilastiracak bir ozgurluk.