bugün

alevi

şevket süreyya üstadın ''suyu arayan adam'' kitabından bir kesit...

1914-15 kışının soğuğunda, doğuda donarak şehit olan türk askerleri...

o sıralarda savaş biraz tavsamıştı. bölüklerin mevcudu, arkadan gelen yeni kuralarla arttırılıyordu. bugün, ordunun bilgi yapısında, birinci dünya harbindeki osmanlı ordusuna bakarak çok şeyler değişmiştir. fakat o vakit, örneğin bizim bu makineli bölüğünde, istanbullu bir başçavuştan başka okuma-yazma bilen kimse yoktu. daha ilk derste belli oldu ki, bu bölükte, hangi dinden olduğumuzu doğru dürüst ve kesin olarak bilen kimse de yoktur...

derse başlarken istanbullu başçavuşa dersi sadece dinlemesini, sual cevaplara katılmamasını söyledim. sonra da askerlere sordum:

- bizim dinimiz nedir? biz hangi dindeniz?

hep birden;

- elhamdü-l-illah müslümanız

diye cevap vereceklerini sanıyordum. fakat öyle olmadı. cevaplar karıştı. kimisi ''imamı azam dinindeniz'' dedi, kimisi ''hazreti ali dinindeniz'' dedi. kimisi de hiçbir din tayin edemedi. arada:

- islamız

diyenler de çıktı ama;

- peygamberimiz kimdir?

deyince, onlar da pusulayı şaşırdılar. akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı. hatta birisi;

- peygamberimiz enver paşadır!

dedi. içlerinden peygamberin adını duymuş olan birkaçına da;

- peygamber sağ mı ölü mü?

deyince iş gene çatallaştı. herkes aklına gelen cevabı veriyordu. bir kısmı sağ, bir kısmı ölüdür tarafı tuttu. fakat birisinin kuvvetle konuştuğunu, yahut bir tarafın daha ağır bastığını görünce, diğer tarafın da kolayca o tarafa kaydığı görülüyordu.

peygamberimiz sağdır diyenlere;

- o halde peygamberimiz hangi şehirde oturur,

diye sordum. cevaplar tekrar karıştı. onu istanbul'da, şam'da, yahut mekke'de yaşatanlar oldu. hiçbir yer tayin edemeyenler daha çoktu.

peygamberimiz ölmüştür diyenlere de;

- peygamberimiz ne kadar zaman evvel ölmüştür?

denildiği zaman bu sefer onlar şaşırdılar. yüz sene önce, beş yüz sene önce, bin sene önce diye gelişigüzel cevaplar verenler oluyordu. fakat çoğu vakit tayin edemiyorlardı;

dinimizin adı ve peygamberimiz bilinmeyince de din ilkelerini ve ibadetleri doğru dürüst bilen hiç kimse çıkmadı. ezan dinlemişlerdi. fakat ezan okumayı bilen yoktu. namaz kılan bir iki kişi çıktı. fakat onların da hiç biri, namaz surelerini yanlışsız okuyamadı. daha garibi, niçin namaz kıldıklarını bir türlü anlayamadılar. sonra;

- köyünde cami olanlar ayağa kalksın

dedim. gerçi köylerinde cami olan birkaç kişi kalktılar. fakat onlar da bayramlarda, cumalarda adet yerini bulsun diye camiye gitmişlerdi. köylerinde mektep olan bir tek kişi çıkmadı. bazı camili köylerde, cami odasında küçük çocuklara imam tarafından kur'an ezberlettirilmeye çalışıldığını görmüşlerdi. ama usulü dairesinde ve ayrı bir köy mektebi gören kimse yoktu.

ilk ders beni şaşırtmıştı. bu bölük, o zamanki milletin bir parçasıydı. hepsi de anadolu köylüleriydiler. biz anadolu köylüsünü dindar, mutaassıp bilirdik. halbuki bu gördüklerim sadece cahildiler.

fakat asıl şaşkınlığım ikinci derste oldu. daha ilk sual cevaplarda anlaşıldı ki, bu askerler yalnız hangi dinden olduklarını değil, hangi milletten olduklarını da bilmiyorlardı.

- biz hangi milletteniz

deyince her kafadan bir ses çıktı:

- biz türk değil miyiz?

deyince de hemen

- estağfurullah!...

diye karşılık verdiler. türklüğü kabul etmiyorlardı. halbuki biz türk'tük. bu ordu türk ordusuydu. türklük için savaşıyorduk. asırlarca süren maceralardan sonra son sığınağımız ancak bu türklük olabilirdi.

fakat ne çare ki bu; biz türk değil miyiz?; diye sorunca; estağfurullah; diye cevap verenlerin görünüşe göre türk demek kızılbaş demekti. kızılbaşlığın ise ne olduğu bilinmiyordu. ama, onu her halde kötü bir şey sanıyorlardı. yahut belki de aslında kendileri kızılbaş oldukları halde böyle görünüyorlardı.

anadolu'da vaktiyle binlerce, on binlerce insan kızılbaş oldukları için öldürülmüşlerdi. gerçi bu öldürülenler hakiki saf türk aşiretler halkı, oğuz türkleri'ydiler. demek ki korku hala yaşıyordu.

dininde, milliyetinde birleşmiş olmayan bu bölük, dersler ilerledikçe görüldü ki, devletin şeklini, devletin adını, padişahın ismini, devletin merkezini, başkumandanını ve onun vekilini de bilmemektedir.

hele iş, vatan bahsine dönünce büsbütün karıştı. kısacası, vatanımızın neresi olduğunu bilen yoktu. yahut da bütün bilgiler, belirsiz, köksüz, şekilsiz ve yanlıştı.

edit: aleviliği, türklüğü ve diğer unsurları bilmeden tanımlamak kör-cehaletten başka birşey değildir.