bugün

hilafet

hz.muhammed'in öldükten sonra -kendisinin böyle bir talebi olmamasına rağmen- onun yerine birinin geçmesi gerektiğini düşünen yakın çevresi tarafından düşünülmüş ve uygulanmış bir kavramdır. ilk olarak hz.ebubekir'in üstlendiği bu görev sonraları hz.ömer, hz.hafza, hz.osman gibi isimler tarafından da yapılmıştır. gün geçtikçe manası ve anlamı değişen bu kavram dünyanın büyümesi, islamiyetin büyümesiyle devletler bünyesinde yapılmaya başlanmıştır. osmanlı devletinin de 1924 ye kadar üstlendiği bu görev emeviler, abbasiler, fatımiler ve daha birçok müslüman devlet tarafından da icraa edilmiş veya o günün şartlarına göre icraa edilmeye çalışılmıştır.

yeni kurulan türkiye cumhuriyeti devletinin laik bir devlet olması gerekliliğinden, çağın artık devlet işlerinde din işlerinin yerinin olmadığı bir çağ olması yüzünden 1924'de mustafa kemal atatürk tarafından tedavülden kaldırılan bu kavram günümüzde devletimizin hala din temelli, dini sembollu ve siyasal islam içerikli söylemleri bulunan siyasetçiler tarafından yönetilmesinden, türkiye'de hala dini olguları kişilerin özgür iradesine bırakılmadan bir grubu, koloniyi yönetir gibi yönetecek fethullah gülen veya humeyni tarzı bir liderin olması gerekliliğini savunan kişilerin olmasından dolayı türkiye'nin içten içe gündemindedir.

gruplaşan, kutuplaşan, insanların ulusal bazda artık birbirine müslümanlar, hristiyanlar, yahudiler olarak bakmaya başladığı günümüz dünyasında sıkça karşımıza çıkan laiklik ya da avrupadaki adıyla sekülerizm kavramının o günden son bulması gerektiğini, türkiye'nin çağdaş bir medeniyet, herkesin kendi inancını istediği gibi başka birilerine bağlı kalmadan yaşayabileceği, insanların birbirinden din yüzünden nefret etmemeleri için önce devletlerin birbirine dini gözlerle bakmaması gerektiğini düşünen mustafa kemal 11 kasım 1922 tarihinde hilafeti kaldırırken türkiye büyük millet meclisinde yaptığı konuşmasına şöyle der 'Din geleneklerinin oluşumuna bakarsak diyebiliriz ki; insanlar iki dönemde, iki sınıfta düşünülebilirler. birinci dönem; insanlığın çocukluk ve gençlik çağıdır. ikinci dönem; insanlığın yetişkinlik ve olgunluk çağıdır. insanlık birinci dönemde tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddi araçlarla kendisiyle uğraşılmasını gerektirir. tanrı; kullarının gereken olgunluk noktasına varışına kadar, kendi içlerinden araçlarla kullarıyla ilgilenmeyi tanrılık görevi saymıştır. onlara, hazreti ademden beri sayıları bilinmeyecek kadar çok nebiler, resuller, pegamberler göndermiştir. fakat bizim peygamberimizin aracılığı ile en son din ve uygarlık gerçeklerini verdikten sonra, artık insanlara dolaylı olarak ilgilenmeyi grekli görmemiştir. insanların ulaştıkları anlayış, aydınlanma ve olgunyluk derecesi ile; her kulun doğrudan doğruya tanrının gönlüne doğruduklarıyla ilişki kurma yeteneğine vardığını kabul etmiştir. ve bu nedenlerledir ki; peygamberimiz, peygamberlerin sonuncusu olmuştur. kitabı en olgun kitaptır.' ...

[halifeliği, halifeleri ve halifeliğin tarihini ve son halife vahdeddin'in halifeliği kendi şahsi amaçları için kullanmaya başladığını anlatır]
'Burada, kendine halife diyen kişisel sultanlık makamı yıkılınca halifelik makamı ne olacaktır sorusu akla gelebilir. Halifelik makamında; bağdatda ve mısırda olduğu gibi güçsüz yada sığıntı zavallı bir kişi değil, dayanağı türk devleti olan yüksek bir kişi olacaktır. Bu suretle, bir yandan türkiye halkı çağdaş, bir uygar devlet halinde her gün daha güçlenecek, daha mutlu olacak, kalkınacak, hergün birazdaha çok insanlığını ve bemliğini anlayacak, kişilerin hainliği karşısında kalmaktan kurtuacak ve öte yandan halifelik makamı da bütün islam dünyanısının ruh ve iamnının ve vicdanının birbirine bağlanması noktası olarak müslümanların yüreklerine ferahlık verecek onurlu ve yüce bir halde yaşayacaktır.' *

görüldüğü üzere mustafa kemal din olgusunun, islamiyetin, türkiye'de ki müslümanlığın tarifini, o an ki durumunu ve gelecekte olması gereken durumunun analizini yapmış geleceğe ışık tutmuştur. fakat günümüzde karşılaştığımız olgu bunun tam tersi istikamettedir. insanların hala eğriyi doğruyu ayıramayacak kadar gerizekalı olduğunu, iyiyi, temizi, güzeli anlamayacak kadar aptal olduğunu düşünen bir takım insanlar din olgusu ve bu insanların inançlarını kullanarak dünyaya şekil vermeye, kendilerince doğru olduklarını düşündükleri şeyleri yapmaya çalışmaktadırlar.

bir insana güvenerek onun daha ileriye kat edebileceğini düşünenlerdenim. yani, bir insana sen gerizekalısın iyiyi doğruyu bilmezsin gel ben sana öğreteyim demektense sen dünyayı görebilecek kadar akıllısın, doğruyu bilecebilecek kadar zekisin onu kendi kendine de bulabilir, kendi kendine de tanrının istediği gibi güzel, iyi bir insan olabilirsin demenin daha mantıklı bir davranış olduğunu düşünüyorum. insana süreki olarak gerizekalı muamelesi yapmanın onun var olan zekasını bile kullanamayacak hale gelebileceğini düşünenlerdenim.

insan, uzun yıllar boyunca tecrübe ederek, deneyerek, yanılarak, düşünerek, üreterek, dünyayı bu günlere getirmiştir. insan aklı 1000 yıl önce nasıl çalışıyorsa bu günde aynı sistematikle çalışmaktadır. pusulayı, yazıyı bulan beyinle bu gün dna'nın sırlarını çözmeye çalışan, cern'de varoluş deneyi yapan, sentetik hayat üreten zekanın arasında pek aşırı bir gelişmişlik yoktur. bu yüzden 1500 yıl önce yazılmış olan, iyiyi, doğruyu ve güzeli anlatan bir kitabın eskiyebilieceğini, hükümlerinin artık hükümsüzleştiğini savunanlardan değilim. dünyanın gelişmesi gerektiğini fakat hayatın temel bazı kavramlarının değişemeyeceğini düşünenlerdenim. savunduğum ve doğruluğuna inandığım şey din kavramının olmaması gerekliliği değil insanların artık din konusunda tek el den ya da tek ağızdan yönetilebilecek kadar cahil olmadıkları, kendi zekaları, dünya görüşleri, yaşamları ve kültürleri ile dini olguları kendi kendilerine düşünüp tartıp ibadet edebilecekleridir. dünyanın, devletlerin, milletlerin artık din temelinde, ırk temelinde, soy temelinde değil de 'insan' temelinde 'dünya' temelinde bütünleşmesi gerekliliğidir.

nacizane, hilafete karşı çıkmam bu sebeptendir.