bugün

dogville

sanatsal filmlerden pek anlamayan bünyelerde bile "evet işte bu on numara bir sanat filmi" hissi uyandıran şahaser. filmi sadece kadın sorunu üzerinden okumak yönetmene büyük haksızlık olur. kibir nedir sorusu ve insanların zaaflarının gelebileceği noktalar daha çok tartışılır esasında filmde. küçük şehirlerde minik hayatlar kurma özlemiyle yanıp tutuşan, bünyelere cevap da grace'le dogville üzerine konuşan chuck'tan gelir:
--spoiler--
-burayı hiç sevmiyorum, ama anlaşılan sen seviyorsun, dogville'e aşık olmuşsun. ağaçlar, dağlar, mütevazi insnalar.. bunlar daha aklını başından almadıysa eminim tarçınına bayılmışsındır. bektaşi üzümlü keklerin içindeki lanet olasıca tarçına. büyük şehirdeyken hayal ettiğin her şeyi dogville'de buldun değil mi? (...) insanlar her yerde aynı, bunu anladım. hepsi hayvanlar gibi açgözlü. küçük yerdekiler daha az başarılı o kadar..
--spoiler--
ki gerçekten filmin devamı chuck kişisinin ne kadar haklı olduğunun ispatı gibidir. ayrıca filmin sonundaki baba-kız ya da bir nevi tanrı-isa diyalogu da akıllara zarardır. insanın bağışlayarak da kibirli olabileceğini gösterir. her şeyiyle muazzam bir film. lars von trier in ve nicole kidman ın en başarılı filmidir kanımca.