bugün
- 2024 eurovision şarkı yarışması13
- arkadaşlar sizce bu yüzük nasıl14
- bacağa kramp girmesi9
- elinin değdiği anı unutamıyorum 5 posta attım10
- sözlükteki feyk hesap sahipleri tespit edilecek10
- zall beceremiyorsan bırak git10
- erkekler seks yapamayacağı kadınla arkadaş olmaz10
- erkeklerin sadakatsiz olması20
- benim başörtüm var arabamı yanlış park edebilirim12
- anın görüntüsü19
- türkiye den soğuma sebepleri22
- anneler günü12
- erkekler götünüze değil yaptığınız pastaya bakar21
- beni özlediniz mi doğru söyleyin15
- eloande ile evlenip sözlüğü huzura kavuşturmak19
- uludağ sözlükte yazmanın hiçbir anlamı olmaması24
- karşı cinse giyim önerileri19
- ismet gurbuz 202411
- sözlüğe kız getirmek10
- okul müdürü nasıl korunabilirdi16
- komşuyu arabanın arkasına bağlayıp sürüklemek8
- bir erkeği cezbeden şeyler12
- fazla mastürbasyon yapan erkek9
- kimsenin okumadığı sözlükte yazar olmak11
- niyetin ciddi mi klişesi13
- uludağ sözlük kapatılacak11
- yorgun mermi8
- icardi1905'in sözlüğü bozması26
- karşı cinsi tavlamak için ne yaparsınız15
- libido düşmesi18
- 45 yaş üstü kadınların muşmulaya dönmesi10
- kızların yedek listesi9
- yazarların kız çocuğu olursa koyacağı isimler9
- cami tuvaletinin paralı olması14
- evlilik yaşı kaç olmalıdır12
- dünya bandırmalılar günü16
- sözlükte artık kızlar teklif edecek8
- insan olmaya ceyrek kala'yı eloande den kapmak17
- platonik aşkın kalp kıran davranışları13
- eric bana9
nasıl diyor siz.. heh spoiler (dizi hakkında bilgi) içerir. sonra, "spoiler ibaresi koymadın" diye suçlanmak istemem.
herkesin farklı olabilir ancak benim bir diziyi sevme konusunda iki sebebim var; ya da
şöyle söylemek lazım: bir dizinin sevilmesi için o dizide iki şart ararım. bunlardan bir tanesi olsa da yeterlidir; ki zaten ikisi birden olursa saçma durur. neyse;
birinci sebep dizinin gerçeküstü bir konuya sahip olması. buna çokça örnek verilebilir özellikle yakın dönem dizilerinden. lost, carnivale. bu iki diziden ilki olan lost gerçeküstü bir konuyu bilimsellikle de harmanlayarak ortaya müthiş bir konu ve seyrine doyum olmaz bir dizi çıkartmıştır. carnivale ise (ki şahsım için tüm diziler içinde bambaşka bir yere sahiptir) tüm gnostik incillerden harmanlanan konusunu 20. yüzyıl amerikası'ndaki büyük buhran dönemine taşıyıp bizi prophetlere, sophialara boğarak, üstüne de gayet güzel özel efektler kondurarak kısa bir dinler tarihi turuna çıkartmış, ardından da kendisi sadece 2 sezonla hayatımızdan çıkmıştır. bu ilk kriterin en güzel örnekleri olan iki dizide ortak nokta konudaki gerçeküstücülük, bilimsellik/din ve özel efektlerdir. bunlar etkileyicidir.
ikinci sebpse; bir dizinin konusunun tamamen hayatın ta kendisinden, ta içinden gelmesidir. buna verilecek en güzel örnekse six feet under'dır. hele hele ölüm gibi en aymaz konuyu alıp, evirip çevirip öyle bir şekilde düşünmenizi sağlar ki izlerken hem zırıl zırıl ağlar hem de tepine tepine gülersiniz.
işte breaking bad de bu ikinci kategoriden, yani hayatın ta içinden gelen konusuyla ve bu konuyu ota boka sardırmadan, karakterlerin hakkını çalmadan işlemesiyle sevilen, daha doğrusu kendini sevdiren bir dizi.
konu kimi zaman aksar gibi olmuyor mu, elbette oluyor ama bu oluşlar es geçilebilecek kadar küçük ve rahatsız edici değiller esasen. bir kimya öğretmeninin kanser olduğunu öğrenmesiyle birlikte ölümünün ardından ailesine para bırakma çabası hem gerçeküstü hem de duygusal bir ortam yaratmada (hele hele bizim gibi aşırı duygusal olduğunu iddia eden bir toplumda oldukça ilgi çekici zaten) oldukça başarılı. konu buradan çıkıp inanılmaz yerlere uzanıyor. ve dizinin senaristleri de özellikle ikinci sezon için kocaman bir övgüyü, alkışı hak ediyorlar kanımca.
ikinci sezonun açılış sahnesinden itibaren gösterilen havuzdaki bir gözü çıkmış oyuncak ayının ne olduğunu sezon sonundaki on üçüncü bölüme kadar anlamıyoruz. bu oyuncak ayıyı hep waltla ya da ailesiyle bağdaştırıyoruz ama esasen durumun böyle olmadığını sezon finalinin final sahnesinde kavrayabiliyoruz. ve bu durum da biz diziyi izleyenlere ya da diziden "aman efenim uyuşturucu kullanımını özendiriyor bu" diye bahsedenlere olayın öyle olmadığını anlatacak kadar şok edici bir biçimde gösteriliyor. bir kişinin sırf kanser olduğu için uyuşturucu üretmeye başlaması gibi basite indirgenebilecek bir olayın kelebek etkisi gibi bir etkiyle nelere sebebiyet verebileceğinin en büyük göstergesidir ikinci sezonun kapanış sahnesi. üstelik koca bir sezon boyunca o kelebek etkisi gözümüze gözümüze sokulurken biz onun farkına bile varamıyoruz.
neyse; 2010 mart ayında 3. sezonu başlayacak, sabırsızlıkla bekliyoruz.
herkesin farklı olabilir ancak benim bir diziyi sevme konusunda iki sebebim var; ya da
şöyle söylemek lazım: bir dizinin sevilmesi için o dizide iki şart ararım. bunlardan bir tanesi olsa da yeterlidir; ki zaten ikisi birden olursa saçma durur. neyse;
birinci sebep dizinin gerçeküstü bir konuya sahip olması. buna çokça örnek verilebilir özellikle yakın dönem dizilerinden. lost, carnivale. bu iki diziden ilki olan lost gerçeküstü bir konuyu bilimsellikle de harmanlayarak ortaya müthiş bir konu ve seyrine doyum olmaz bir dizi çıkartmıştır. carnivale ise (ki şahsım için tüm diziler içinde bambaşka bir yere sahiptir) tüm gnostik incillerden harmanlanan konusunu 20. yüzyıl amerikası'ndaki büyük buhran dönemine taşıyıp bizi prophetlere, sophialara boğarak, üstüne de gayet güzel özel efektler kondurarak kısa bir dinler tarihi turuna çıkartmış, ardından da kendisi sadece 2 sezonla hayatımızdan çıkmıştır. bu ilk kriterin en güzel örnekleri olan iki dizide ortak nokta konudaki gerçeküstücülük, bilimsellik/din ve özel efektlerdir. bunlar etkileyicidir.
ikinci sebpse; bir dizinin konusunun tamamen hayatın ta kendisinden, ta içinden gelmesidir. buna verilecek en güzel örnekse six feet under'dır. hele hele ölüm gibi en aymaz konuyu alıp, evirip çevirip öyle bir şekilde düşünmenizi sağlar ki izlerken hem zırıl zırıl ağlar hem de tepine tepine gülersiniz.
işte breaking bad de bu ikinci kategoriden, yani hayatın ta içinden gelen konusuyla ve bu konuyu ota boka sardırmadan, karakterlerin hakkını çalmadan işlemesiyle sevilen, daha doğrusu kendini sevdiren bir dizi.
konu kimi zaman aksar gibi olmuyor mu, elbette oluyor ama bu oluşlar es geçilebilecek kadar küçük ve rahatsız edici değiller esasen. bir kimya öğretmeninin kanser olduğunu öğrenmesiyle birlikte ölümünün ardından ailesine para bırakma çabası hem gerçeküstü hem de duygusal bir ortam yaratmada (hele hele bizim gibi aşırı duygusal olduğunu iddia eden bir toplumda oldukça ilgi çekici zaten) oldukça başarılı. konu buradan çıkıp inanılmaz yerlere uzanıyor. ve dizinin senaristleri de özellikle ikinci sezon için kocaman bir övgüyü, alkışı hak ediyorlar kanımca.
ikinci sezonun açılış sahnesinden itibaren gösterilen havuzdaki bir gözü çıkmış oyuncak ayının ne olduğunu sezon sonundaki on üçüncü bölüme kadar anlamıyoruz. bu oyuncak ayıyı hep waltla ya da ailesiyle bağdaştırıyoruz ama esasen durumun böyle olmadığını sezon finalinin final sahnesinde kavrayabiliyoruz. ve bu durum da biz diziyi izleyenlere ya da diziden "aman efenim uyuşturucu kullanımını özendiriyor bu" diye bahsedenlere olayın öyle olmadığını anlatacak kadar şok edici bir biçimde gösteriliyor. bir kişinin sırf kanser olduğu için uyuşturucu üretmeye başlaması gibi basite indirgenebilecek bir olayın kelebek etkisi gibi bir etkiyle nelere sebebiyet verebileceğinin en büyük göstergesidir ikinci sezonun kapanış sahnesi. üstelik koca bir sezon boyunca o kelebek etkisi gözümüze gözümüze sokulurken biz onun farkına bile varamıyoruz.
neyse; 2010 mart ayında 3. sezonu başlayacak, sabırsızlıkla bekliyoruz.
güncel Önemli Başlıklar