bu gün çekip gitmenin bilmem kaçıncı günü.
oyuncakçının vitrinindeki en pahalı, en ulaşılmaz, her gün görülen ama kavuşulamayan oyuncak gibisin.
tamam, kabul..
belki o kadar sık görmüyorum, hatta arkana bakmadan çekip gidebilecek biri olduğunu öğrendiğimden beri hiç.
ama sesini duymak bile yetiyor, içi senli maziyle dolmuş küvetimde nefesiz kalmama.
gitmek kokuyor şimdi her yer. nasıl kesif bir koku bu anlamadım..!!
sanki gittiğini anlamış gibi dokunduğun her yerde, dokunduğun her şeyde yerini alıyor.
önce çarşaflara sardı, sonra koltuklar, havlular ve perdeler..
yastığın bile seni anımsatmıyor artık, snıff snıff efektli burun çekişlerde.
belki de hepsi iyi dostum olduğundan seni hatırlatmak istemiyorlar.
giden gider, o kaybetti diyorlar.
yok artık..
belki o zaman için öyleydi ama keybettiği şey şimdi bir hiç.
benim kaybettiğim büyüdükçe büyürken; onun kaybettiği küçüldü, eridi ve bitti.
'görse tanır mı acaba ?' diye soruyorum arabama.
bir zamanlar, o'na benden sonra en çok dokunan varlık sendin, iyi tanırsın diyorum.
ondan bir cevap yok, ötekilerinki gibi bir teselli de.
ya beni sevmiyor ya o'nu benden çok seviyor.
sevdirmiştir kendisini muhakkak, bilirim.
bir baksın yeter, bilirim.
bir tane kötü huyu vardı sadece. unutturmazdı kendisini, hiç bir çabası olmadan hem de..
bakıyorum da, hala unutturmuyor.
sonradan öğrendim, bir kötü huyu daha varmış. arkasına bakmadan çekip gidebiliyormuş meğer, tasavvura imkan vermeyecek kadar müptelası olunmuşken hem de.. *