arka fonda eski bir kırkbeşlik çalıyordu, kim olduğunu ne olduğunu bilmiyordu adam; ne zamandan beri çaldığını da... yeni fark etmişti müziğin tınısını...
parmaklarını şıklatarak eşlik etmeye başladı; her zaman bunu yapardı zaten. yerdeki ahşaplar gıcırdayınca durdu birden; eşikte "o" vardı. elinde koca bir bavulla...
bavulu hatırlıyordu adam; bu bavulla seyahat etmişlerdi hep. hawaii'ye, londra'ya, maldivler'e, dubai'ye, hindistan'a... her yere bu bavulla gitmişlerdi. havaalanında sürekli sorun çıksa da bu bavul onların vazgeçilmeziydi.
şimdi ise bavul gidiyor ama adam kalıyordu. bir an düşününce titredi adam; üşüme gelmişti. ayrılık fikri ilk defa bu kadar derin işlemişti içine... sanki bavulu görünce dank etmişti her şey; evet bitmişti ve gidecekti "o", kraliçesi gidiyordu ufacık imparatorluğunun, hayatının son beş yılının temel taşı, her şeyi...
gidiyordu işte... bir onur akın şarkısı gibiydi, veya ipek ongun romanı gibi; fazlasıyla ağdalı ve ağır. o kadar ağır bir duygu yüklü ki, hissedilemiyor bile; derinin altına ulaşamayan iğneler gibi, saplanıyor ve kırılıyor...
bavulun tıkırtısı durunca adam düşüncelerinden sıyrılıverdi; gidiyordu işte, son bir bakışı vardı kahverengi gözlerin, sırf o bakışı defalarca görebilmek için bu anı tekrar tekrar yaşamayı kabul edebileceğini düşündü birden. sonra yüreği ağlamaya başladı adamın... burnu sızlamaya başladı, eliyle sertçe tuttu burnunu ama engel olamadı yüreğine, susturamayacaktı...
hani kanepede oturup hiç konuşmadan beklerdi ya "o", gene beklesin istedi adam; sonsuza kadar beklesin, lütfen beklesin; hiç konuşmasa da olur yeter ki gitmesin...
ama olmadı... her dilek gibi bu da gerçekleşmeyecekti zaten ve kadın arkasını döndü, ahşap daha bir gürültüyle gıcırdıyordu sanki, her adımı adama hissettirmek için daha bir ses çıkıyordu...
elini uzattı hafifçe kaldırdı, ağzını araladı "dur" demek istedi, diyemedi, saatlerdir sustuğu için boğazı kurumuştu; kuru bir homurtu süzüldü atmosfere...
kadın kapıyı açtı ve bavulla beraber çıktıktan sonra kapıyı kapatmak için uzandı. adam son bir hamle yapıp kapı kolunu tuttu, kendine doğru çekti; kadın da içeri doğru yalpaladı. göz göze geldiler.
kadın ağlıyordu, adamın yüreği daha beter oldu; "bil..." diye fısıldadı; "sonsuza dek sevildiğini bil..."
kadın başını salladı, adamı son kez öptü. gözyaşının tuzu dudaklarına bulaşmıştı, adamın alacağı son tat bu olmuştu...