- baba bizim boğazda yalımız mı var? nasıl ya?
+ bak oğlum...miami'de yazlığımız, colorado'da bir çiftliğimiz ve l.a.'de de bir villamız var.
- baba sen l.a. demeyi nerden biliyon?
+ 68 kuşağıyız olum biz, yalılar, katlar...amerikan rüyası... you know. kimse anlamasın diye apartmanda yaşıyoduk.
bu başlık ve ardından babamla yaptığım konuşma hayatımı değiştirdi. 68 kuşağındakilerin boğazda yalıları olduğu aklıma bile gelmezdi. bizim bir de üstüne miami'de yazlığımız varmış. sonradan öğrendim, babam kapatmalarını arada polonezköy'e de götürürmüş.
artık hayata daha farklı bakar oldum. 68 kuşağı denilince artık etrafa duvarla çevrili yalılar, yazlıklar aklıma gelir oldu.
sordukça sordum babama, cevapları arıyordum. dedim ki baba bu nasıl iş? hem eşitlik, adalet diyorsunuz, hem de bu kadar büyük kale gibi bir özel mülk nasıl oluyor? bak dedi, o alanlarda gördüğün 68 kuşağındakilerin hepsinin yalısı, en azından miami'de yazlığı vardır dedi. eşitlik ve adalet dedikleri de şuymuş: meğerse eşit şartlarda yalılara, adaletli bir boğaz manzarasına sahip olmak isterlermiş.
68 kuşağındakiler bazen de yalılarındaki 'tuvalet duvarları kırmızı olsun', bazen de 'kırmızı bir mutfak isteriz' diye sokaklara dökülüp adalet isterlermiş. o zamanlar devlet daha baskıcıymış, kızıl hiçbir şeye tahammül yokmuş. babam bana arkası dönük olarak 68'i anlatmaya devam ederken bir taraftan da apartman penceresinden güneşin batışına bakıyordu.
işte böyle sabahları sokaklarda yürüyüş yapar, akşamları da kafa dağıtmak için yalılarında toplanarak golf turnuvaları yapardık dedi. akşamları dinlenmek için yapılan golf turnuvaları... bu fedakarlık cümlesini hayatım boyunca unutmayacağım galiba.
babam anlattıkça anlattı, oğlum, bir gün bu yalılar, yazlıklar sana kalacak, 68 ruhunu sen devam ettireceksin dedi.
babam bize gerçekleri anlattıktan sonra boğazdaki yalımıza taşınmaya karar verdik. polonezköy'ün lafını da bir daha hiç açmadık. yalı mı? şu anda onun beyaz sütunlu balkonunda boğazdan geçen gemileri izliyorum, bizim uşak da yanımda entry giriyor.