bugün

savaş

nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz.

savaşın nedenleri

Bir çok tanımı yapılan savaşın nedenleri de çok çeşitlidir. Bazılarına göre savaşın nedeni sadece bir savaştaki olay, durum veya bir kişilik olabilir, ancak bazılarına göre ise tüm savaşlara neden olacak genel geçer savaş nedenleri bulunabilir. Bu farklı düşünceleirn temel sebebi neden kelimesine yüklenen anlamdadır. Grotiusa göre devletlerden arasında savaşa neden olmayacak hiçbir şey yoktur. Savaşı doğal bir olgu olarak gören bir diğer düşünür olan ibni Halduna göre ise savaşın temel nedeni insan gruplarının diğer gruplardan intikam alma isteğidir. Kısaca iki taraf karşı karşıya gelirse bir taraf saldıracak diğer tarafta kendini savunacaktır.

Savaşın tek bir nedeni olduğunu öne süren ve bunu bulmaya çalışan teoriler bu alanda çalışan birçok araştırmacı tarafından eleştirilmiştir. Onlara göre savaşı tek bir nedene bağlamak başlı başına temelsiz bir yaklaşımdır. Timasheff in herhangi bir şeyin savaşa neden olması mümkündür ama hiçbir şey kesin olarak savaşa neden olmaz ifadesi savaşın nedeninin tek bir unsura dayanmasının ne kadar yanlış olduğunu ortaya koyan bir sözdür. Bu nedenle savaşın nedenleri üç farklı kategori altında incelenmelidir.

a)bireysel nedenleri

Buna göre savaş insanoğlu var olduğu sürecek var olacaktır ve bunun temel nedeni ise insanoğlunun davranışlarında saklıdır. Kişisel düzeyde bu konuyu değerlendirenlere göre insanın doğasında bir saldırganlık bulunmaktadır. insanlarda bulunan bu saldırganlığın bir üst seviyede tüm toplumu etkilediği ve savaşlara neden olduğu kabul edilmektedir. Burada bir temel sorunun cevabını bulmak gerekmektedir: Acaba saldırganlık insanoğlunda doğal olarak, doğuştan mı vardır, yoksa sonradan yaşayarak görülerek mi öğrenilmiştir?
Saldırganlığın insanın doğasında var olduğuna dair görüşler genel olarak Hobbesian görüşler olarak bilinse de aslında bu görüşlerin temeli Antik Yunana kadar uzanır. Tchucydidese göre insanın doğasında bulunan kavganın nedeni olarak üç temel nokta vardır. Bunlar rekabet, çekingenlik ve zaferdir. Diğer bir değişle insan kazanç, güvenlik ve ün için savaşır.

Çağdaş dönemde saldırganlığın insanın doğasında var olduğu görüşünü savunanların başında etologlar gelir. Etologlara göre saldırganlık insanoğlunun en ilkel içgüdüsüdür. Bu içgüdü nesiller boyunca kalıtım yoluyla devam etmiştir. Böylece türler hayatta kalabilmişlerdir. Ancak etnologların bu görüşleri bilim dünyasında pek taraftar toplayamamıştır. Öncelikle günümüzde saldırganlık bir içgüdü olarak kabul edilmemektedir. Ayrıca insan diğer hayvanlarından farklı olarak düşünülmektedir.

Bu tartışmanın diğer tarafında ise insanın saldırganlığının sonradan öğrenildiğini savunanlar bulunmaktadır. Bu düşünceyi başta davranış psikologları ve antropologlar savunmaktadır. Antropologlar insanın doğuştan savaşcı değil aslen barışçı bir varlık olduğunu ve eğer varsa saldırganlığını sonradan sosyal evrimle öğrendiğini savunmaktadırlar. Onlara göre bunun tersini ispat eden hiçbir kanıt yoktur. insan, sosyal olarak gelişim gösterdikten sonra saldırganlaşmaya başlamıştır. Örneğin tarıma dayalı yaşamaya başlayan insan toprağa sahip olmuş ve bu toprağı kendi türlerinden korumak için saldırganlığı öğrenmiştir.

Sonuç olarak insanın içinde doğal yada öğrenilmiş olsun bir şiddet eğilimi bulunsa da bu potansiyel savaşın başlamasını açıklamak için yeterli değildir. En başta her insan içinde bulunduğu koşullardan farklı olarak etkilenir ve farklı davranış biçimlerinde bulunabilir. Kısacası bireyin saldırganlığının devletler arasında meydana gelen savaşlarda ne kadar etkili olduğu konusunda ampirik olarak bir kanıt bulunamamıştır.

b)devlet düzeyinde savaşın nedenleri

Devletler yüzyıllardır birbirleri ile savaşmışlardır. Bu savaşların sonunda bir çok devlet yıkılırken yine bir çok devlet ortaya çıkmıştır. Bu noktada sorulması gereken soru bu devletleri bu kadar savaşçı yapan nedir?

Burada birinci önerme devletlerin yönetim biçimlerinin savaşa eğilimlerini belirlediği yönündedir. Buna göre eğer devletin yönetim şekli demokratik ise devlet daha barışçı otokratik ve baskıcı ise devlet daha saldırgandır. Mousseau ya göre demokrasiler kültürel materyalizmi temel alır. Anlaşma ilişkileri (contract relaitons) toplumda en önemli kuraldır. Burada da esas kendi kendine kazanma, müzakere etme ve uzlaşıdır. Demokrasilerin savaşa daha az meyilli olmasının da nedeni budur. Çünkü demokratik toplumlarda halk yöneticisinin bu kurala uymasını bekler: müzakere et, uzlaş ve kazan.

Ancak bu önermenin doğruluğuna yönelik tarihte pek örnek yoktur. Örneğin demokrasinin beşiği kabul edilen ingiltere en çok savaşan devletler sıralamasında üst sıralarda yer almaktadır.

ikinci önerme ise devletlerin ekonomik yapılarının savaşa neden olduğu üzerinedir. Buna göre tarıma dayalı toplumlar sanayileşmiş toplumlara oranla daha az savaşa meyilli olmasına rağmen avcılık ve toplayıcılıktan tarıma geçen toplumlarda toprağın değerinin artmasıyla bir metaya dönüşmesi saldırganlığı artıran bir etken olarak göze çarpmaktadır.

Sonuç olarak bireysel seviyede savaşın nedenini tam olarak tespit etmek ne kadar zorsa devlet seviyesinde de savaşın tam nedenini tespit etmek oldukça güçtür.

c)sistem düzeyinde savaşın nedenleri

Uluslararası sistem düzeyinde tartışmaların en önemli noktası sitemdeki güç dağılımı ve bu dağılımın savaşa olan etkisidir. Genel anlamda güç dengesini savunanlara göre gücün dağılımında oluşan denge barış ve istikrarı getirecektir. Organskiye göre savaşın kaynağı sistemdeki aktörlerin güçlerinde meydana gelen değişiklerdir. Diğer bir değişle sistemde dengesizlik oluştuğunda, örneğin, sisteme egemen olan bir devlete en az onun kadar güçlü bir rakip çıktığında savaş olasılığı artar. Çünkü bu iki güç sistemin hakimiyeti için savaşacaktır.

Sistem düzeyinde savaşın nedenlerinde ikinci önerme ise W. Thompson ve G. Modelskinin uzun döngü teorisidir. Bu çalışmaya göre 1500 yılından beri sistemde birbirini takip eden bir biçime bazı egemen bir güç haline geldiği vurgulanmıştır. Dünyaya egemen olan bu büyük devletlerin yükselmesi ve düşüşleri bir döngü ile gerçekleşmiştir.

Bu konudaki üçüncü önerme ise I. Wallerstein ın Dünya sistemi teorisidir. Bu teoriye göre dünya ekonomisi üç bölüme ayılmaktadır; merkez, çevre ve yarı çevre. Diğer yandan merkez devletlerde kendi arasında ikiye ayrılır; Hegemonik devlet ve sıradan merkez devletler. Dünya sistemi teorisine göre savaş her zaman kapitalist dünya ekonomisin gelişmesinin ve genişlemesinin içinde var olmuştur. Savaş ihtimali hegemon aktörün eline güç geçtiği zamanlarda azalmaya başlar. Dünya savaşları Hegemonik merkez devletin inisiyatifi ile değil diğer merkez devletlerde ortaya çıkan rakiplerin arasından birinin meydan okuması ile gerçekleşir. Ancak çoğu zamana bu meydan okuyan devlet başarılı olamaz. Çünkü var olan durumdan memnun olan diğer merkez devletler kendisini desteklemezler.

Savaşın nedenlerini incelediğimizde şunu belirtmek gerekir ki her hangi bir seviyede savaşın tek bir nedenini bulmak hem doğru değildir hem de mümkün değildir. Ancak şunu da belirtmeliyiz ki savaş nedeni olarak ortaya çıkan herhangi bir casus belli sadece bir mazerettir, bardağı taşıran son damladır.

kaynak: yaptığım bir ödev.