1.
sevgılı gunluk
bugun ogleden sonra nıhan bıze geldı. eve gelmesıyle mutfaga gırmesı bır oldu. baktım anneme yardım edıyor, maydanoz ve taze sogan yıkıyor. kısırı bırlıkte yaptılar. yemekten, mutfak ıslerınden konustular. annem nıhan a kurultulmus bamyayı pısırmeden once ıyıce ovalaması gerektıgını soyledı ve sarımsaklı koftenın tarıfını verdı. cay bardaklarını salondakı masaya gotururken nıhan ın bana bakıp bır gulusu vardı kı aklımı basımdan aldı. -emınım bu satırları okurken nasıl guluyordum dıye soracak ve yakama yapısıp ayrıntısını anlatmamı ısteyecek-
salonda epey oturduk. cayla bırlıkte kısır, peynırlı borek ve kek yedık. nıhan kekın tarıfını de sordu. sonra odaya gectık. kacamak opusler, sarılmalar... agzı sogan kokuyordur dıye cekınen nıhan...sakalım yuzunden hemen kızaran yanakları...bırden butun odayı kaplayan sey... hayatımızın son gunu gıbı. aşk.
satranc oynadık. o dusunurken onu seyredıyorum. yuzunun cocuksuluguna aykırı dusen boynunu seyredıyorum. her hamleden sonra alt dudagını sarkıtarak uzuluyordun. uzuluyordu. nasıl oynaması gerektıgını soyluyordum ve bu oyun hosuma gıdıyordu. ayrı taraflarda gıbıydık ama degıldık.
nıhan arada sırada odadan cıkmamı, anneme ve kardesıme gorunmemı ıstedı.
ona son yazdıgım sıırı gosterdım. ne cogu da curudu gıttı koyu mavı derınlıklerde dızesıne takıldı. neden curudugunu dusunuyorsun dıye sordu. kederlendı. onu neselendırmek ıcın akla karayı sectım. yagmur baslayınca nesesı yerıne geldı. bolumde ona asılan cocuktan soz ettı. bu kez benım nesem kactı....o cocuk da sıır yazıyormus. bır daha omur boyu sıır yazmayacagımı soyledım, soz verdım. avucunu ac dedı bana. sımsıkı yumruk yaptıgı kucuk elını avucuma koydu ve bır sey bıraktı.. mınıcık, camdan bır kalp.. bunu hıc yanından ayırma dedı. sonra oyle guzel utandı kı her seyı unuttum.
cıkmadan once salonda bıraz annemle oturduk. annem nıhan a semsıyesı olup olmadıgını sordu. bır dahakı gelısıne sarımsaklı kofte yapacagını soyledı.
sımdı, nıhan ın verdıgı kalp bu sayfanın uzerınde duruyor.. masa ısıgına vurarak cevresıne morla pembe arası bır renk yayıyor. bu onun rengı sevgılı gunluk! onun kalbının rengı.... ne guzel bır gun gecırdık bugun. tabıı kardesımın bır ara banyoya gıren nıhan ı dısarıdan kıtlemesını saymazsam. ılk gelısınde de ayakkabılarının ıcıne zeytın cekırdeklerı doldurmustu.
barıs bıcakcı-aramızdakı en kısa mesafe
____________________________________
2.
ender: ne düşünüyorsun nihal hakkında?
ender: ben ona aşık oldum çetin!
çetin: lan bende be! bende yaa offf!
ender: olacağı buydu zaten.
çetin: hoop ustam rakın var mı?
barıs bıcakcı-bizim buyuk caresizligimiz
__________________________________________
3.
"eskiden, cok eskiden, dunyada daha denizler, göller, nehirler yokken, uzgunbalıgı diye bir balık yasarmış. gözleri simsiyah, agzı küçücük olan bu balık, mavi, kırmızı ve yeşil pulları güneşin altında parlarken havada dolaşır, hiç arkadaşı olmadığı için ağlarmış. öyle cok ağlamış ki gözyaşları taşıp deniz olmuş."
—
daha 12 yaşında kumru. sınıflarındaki can a aşık olmuş. kumrunun kalemlerini, defterlerini tenefüste çöpe atıyormus. kumru yapma demiş birkac kez. o zaman tebesir tozunu ona atıp sigisini bulandırmaya, formasının kuşağını koparmaya, tokasını çalıp kacmaya başlamış.
-bu yaramaza mı aşık oldun?
-bi tek bana yapıyor bunları ama, bi tek bana. yaramaz filan degil aslında.
-soyledin mi ona asık oldugunu?
-hayir, soylersem bu sacmaliklari yapmayi birakir diye korkuyorum.
—
-suhi bey tam tahmin ettigim gibisiniz.
-nasilim?
-hem neseli hem de kederli
baris bicakci-veciz sozler
______________________
4.
dünyamızda alışılmışın dışındaki her şeyin açıklanması gerekir ve bu hiç de masum bir gereklilik değildir. açıklama yaparsınız, neden gösterirsiniz, makul gerekçeler sunarsınız, sonra bir de bakmışsınız tam da sizden açıklama bekleyenlerin dilini kullanıyorsunuz, kendi dilinizi değil. birilerine açıklama borçluysanız borcunuzu daima kendi dilinizi harcayarak ödersiniz.
**
cemil in bütün gün evde ruhsal söküklerle uğraştığını da biliyordu nazlı. ev, iplik parçalarıyla, kırpıklarla dolu oluyordu, iki ucu bir araya getirilememiş hatıralarla ve partal fikirlerle. yaşamak bu küçük evde de eksik kalıyordu; elli dört metrekare içinde cemil n yetişemediği, tamamlayamadığı şeyler vardı. sessizlikler vardı. hissettiği şeyi tam o anda kimseye söyleyememiş cemil in kuytuya köşeye bıraktığı sessizlikler, yutkunmalar ve toz.
**
aldığımız her nefes bize kendimizi suçlu hissettiriyor, lükslerimiz ve çilelerimizle bir kum havuzunda oynuyormuşuz gibi hissettiriyor. bir yandan suçluluk duygusuyla havuzumuzda eşelenirken bir yandan da gerçek dünyanın dev bir yumruk olarak art arda üzerimize inmesini, kurduğumuz her şeyi tuzla buz etmesini bekliyor, hatta istiyoruz. kafka okuduk, gerçeğe mazoşistçe bir düşkünlüğümüz var.
editör hanım, gerçeğin böyle bir yumruk gibi üzerine inmesini beklerken insanın hiçbir şeye inancı tam ve daim olmuyor. güzele, iyiye, edebiyata, kitapların dünyasına, hiçbir şeye...
şimdi ben de inanmıyorum ve soruyorum: romanımı bassanız ne olur basmasanız ne olur?
**
ben doğru dürüst konuşmadığım, konuşmaktan tat almadığım birine aşık olamam. konuşmak için de ortak bir dil, ortak bir duyarlılık gerekir değil mi. ortak dili bulmanın zorluğundan bahsediyorum. kibir değil bu....