bugün

babür

her ne kadar kelime anlamı olarak hindistan'da yaşayan endemik kaplan türü olsa da, "babür" benim için çok daha derin bir anlamı ihtiva etmekte...

babür... yüksel'in canciğer dostu, kardeşi. (yüksel'in kim olduğunu merak edenler başlıktaki yazıma bakabilirler.) babür, benim ağabeyim.

ağabeyim babür, ismiyle müsemma bir insan her şeyden önce. bazı insanlar tarihten aldıkları beratı göğüslerinde taşırken herkes gibi yaşarlar. gösterişsiz, sade, mütevazı... babür'ün gizli ihtişamını fark eden insanlardan biri olduğum için ayrıcalıklı hissediyorum kendimi. o asla sıradan biri değil. farkının farkındayım. çünkü ben yüksel hocamın elinde büyüdüm. onun eğitiminden geçtim. teşbihte hata olmaz, isa ve vaftizci yahya tasvirlerinde başlarının etrafında bir hale vardır. yüksel ve babür beylerin de etrafında öylece bir ışık huzmesi var gibi gelir bana. mahşeri kalabalıkta bile ilk onları fark edebileceğim kadar belirgindir. ülkücü şehitlerimizin mücadelesini anlatan şu eşsiz dizeler sanki onları da anlatıyor:

"her dem yeniyim ben, hep müslümanım
zamana gerilmiş çağdaş isa'yım.
kendimden gayrıya bel bağlayamam
her yerde özmen'im, hep süleyman'ım!"

kendinden gayrıya bel bağlamayan bu iki yiğit adam 800 yıl önce yaşasaydı mutlaka ömer lütfi barkan'ın kolonizatör türk dervişleri makalesinde bahsettiği savaşçı abdallardan, alperenlerden ikisi olurdu. babür de, yüksel de sedef kakma ve kadife kaplı kutuda muhafaza edilen hançer gibiler. hem zarif, hem keskin...

22 yıldır ülkücü camianın içinde bulunan, o meşhur yüksel'in dizinin dibinde teşkilatçılığı öğrenmiş biri olsam da, adını hep duyduğum babür ile birbirimizi sürekli kılpayı kaçırdık. bunun için özel bir çaba sarf etmiş olsak ancak bu kadar olabilirdi. sürekli aynı çevrede olup birbiriyle karşılaşmadan yıllar geçirebilmiş olmak çok ilginç. mutlaka bunun da sadece allah'ın bildiği bir sebebi vardır. belki de tam da bu dönemde, artık tam anlamıyla yetişip turan ülküsü için çalışabilecek hale geldiğim anda tanışmam gerekiyordu. yine de onu tanımadan geçirdiğim yıllarımı kaybolmuş saymadan, hayıflanmadan edemiyorum. onunla biriktirmem gereken o kadar çok anı var ki...

bir selçuklu medresesinde elinde pek çok papirüsle müderrislerin peşinden koşan, onlara kavuşmak için tebriz'den konya'ya kadar gelmiş hevesli talebe gibi yüksel ve babür'ün peşinden koşuyorum. söyledikleri her cümle hayatın sırrını versin ya da vermesin, çok değerli.

ve ilim talebi ömür boyu sürer...