bugün

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

kaldıramamaya başladığım bir gerçek var: dünya çok büyük bir yer. yapacak o kadar çok şey, izlenecek o kadar çok film, okunacak o kadar çok kitap, öğrenecek o kadar çok şey var ki...

yavaş yavaş bu "keyifli bulduğun kısmını al, onlara zaman ayır" mentalitesini yitirmeye başladım. bir eylemin "tepesine çıkmadıkça" (daha az görsel bir anlatım bulamadım) onun hâkimi olabileceğimi düşünemiyorum artık. bir yönetmen düşünün mesela. şu festivallerde, takipçileri tarafından hevesle "oo X'in filmleri şöyledir, Y'de şunu yaptı Z'de tarzını değiştirdi" tarzı muhabbeti yapılan yönetmenlerden. onlardan birinin sanatına tam anlamıyla vâkıf olmak istiyorum diyelim. her filmini izledim, her incelemesini okudum, her röportajını dinledim diyelim. ee? geçen onlarca saat, gün, hafta... ve sadece bir yönetmene yaklaşabildim. aynı şeyi bir yazar, bir sanatçı, bir filozof için düşünün şimdi. hangi birini özümseyebilirim?

bu farkındalığımın fitilini ateşleyen bir arkadaşım var. "sinefil" kelimesini hak edebilecek, yakından tanıdığım tek kişi. berlin'inden cannes'ına, Visions du Réel'inden venedik'ine avrupa'da önüne perde serilen bütün festivallere bizzat gidiyor son birkaç yıldır. singapur'da bir kasabada çekilmiş bir film olsun mesela, gelecek yıl da japonya'daki bir festivale katılsın o film. bu eleman, o filmi duyar, izler. sorsam yönetmenini de bilir, "şu filmi iyiydi baya, çok severim tarzını" falan der. ulan adamın kardeşi izlemedi o filmi, sen ne ara izledin? kendisine çok saygı duyarım ve imrenirim.

saygımın sebebi malum; bir uğraşa kendini adayabilmiş olması, harcadığı yüzlerce, binlerce saatin bir şeye gerçekten değmesini sağlayabilmesi.

imrendiğim kısım biraz izaha muhtaç. kendisi ile yaptığım bir sohbette dayanamayıp "ya abi böyle yüzlerce, binlerce film izliyorsun ama bunlarla ilgili bir şey yapıyor musun? aktif katılım mıdır nedir artık... yani bir inceleme yazısı, basitçe kendi yorumun, ya da allah kahretsin bir excel tablosuna o filmle ilgili aklında kalan 2-3 anahtar kelime girmek... yani beynin haricinde herhangi bir yerde izlediğin bu filmleri tutuyor musun?" diye sordum. "yoo" dedi. letterboxd hesabı var, orada izlediğinin kaydını tutup, puan veriyor sadece. küçük yorumlardan bile yazmıyor.

işte bu kısma acayip imreniyorum a dostlar. engin film kültürü ile yazsa en âlâsını yazabileceği onlarca inceleme, onlarca yorum... her şey kayboluyor. bir noktada izlediği filmlerdeki milyonlarca kare birbirine karışmayacak mı? elbette karışacak. kimin filmi kimin filminden ilham almış, hangi filmde nasıl bir görsel dil kullanılmış... bunları hatırlayabilecek mi? mümkün değil. unutacak, unutulacak.

imrendiğim kısım, bu adamın bu fikirden korkmaması. yaşarken izlediği şeyden keyif alıyor. o filmlerin onda bıraktığı izlerin ve izlenimlerin ona yeteceğini düşünüyor. bu gerçekle barışmış, kabullenmiş. ben delirirdim. yok, mümkün değil yapamazdım böyle bir şey. izlediğim her filmle ilgili en az 300 kelimelik değerlendirmeler yazmam gerekirdi, başkalarının o filmle ilgili yazdıklarını okumam gerekirdi... bu da beni günün 24 saati uyanık kalmaya çalışan bir zombi yapardı.

meramımı çok dağıtmış olabilirim, affınıza sığınıyorum. başlığa uyması için *söylemek istediğim şey* artık yeni bilgilerin, görsellerin, seslerin gözümün önünde bulanık bir şeritte akıp gitmesi fikri beni taciz ediyor. kavrayıp sindiremediğim, özümseyemediğim hiçbir şeye bulaşmak istemiyorum bu yüzden. doğru bir bakış açısı olmadığının farkındayım ama kendimi eğitemiyorum. "e şundan keyif almaya bak sen de be kardeşim" diyemiyorum kendime. olmuyor. yapamıyorum.

özetin özeti: bir şeye hayatımı adamaktan, adayamadığım şeyleri kıskanacağım için korkuyorum.