bugün
- arkadaşlar sizce bu bana yakışır mı10
- sözlük erkeklerinin fotoğraf atmaması11
- beyler moralim bozuk yardımcı olur musunuz9
- türbanlı bacımızın milletin ortasında öpüşmesi22
- bizi tanrı değil bilim kurtaracak23
- aydinoglu bombala22
- bik bik kiraz yerken siz fakirler ne yapıyorsunuz15
- sözlükten hatun kaldırmak23
- erkeklerin çoğunun yalnız olması11
- kizil kara8
- anın görüntüsü13
- kürt milliyetçiliğinin çok komik olması21
- bir kızın sizi sevip sevmediğini anlama yöntemleri9
- tebliğcilerin insanların giyimine karışması15
- üstteki yazar sevdiği ve sevmediği iki şey11
- allah'ı seven insan9
- vatanınızın kıymetini bilen diyen gurbetçi16
- ramazanda anne sütü içmeyen oruçlu bebek12
- atatürk'ün yabancılarla evliliği desteklememesi14
- tehlike içermeyen köpeği götüreni durdurmak15
- ali koç12
- ellerim bos gonlum hos10
- ağzı göt gibi kokan erkek8
- 3 çarpı 3 çarpı 38
- gideon reid morgan jj30
- galatasaray'ın ünlü bir hakemle anlaşması14
- lise mezuniyet törenleri11
- hapistekiler birbirine mi basıyor sorunsalı8
- sözlük bir tımarhane olsa doktoru kim olurdu12
- sokak köpekleri11
- magnum un 2 tl olduğu yıllar10
- erkekleri aşağılayan kadın9
- rte türkiyenin geleceğinin garantisidir15
- amerikan film klişeleri13
- magicovento14
- meral akşener9
- kuduz karantinası olan bölgeden 35 köpek almak13
- çağırılan yere gitmemek için bulunan bahaneler17
- kuresele yavsayan gotler tam liste14
- en sevmediğiniz sözlük yazarları16
- herkesle iyi geçinmek13
- yazarların bira içme rekorları8
- uzay pornosunun adı ne olmalı17
- cinlerin musallat olma sebepleri21
- hangi yazar hangi burç14
- 4 israilli rehine için 274 filistinli ölmesi8
- kur koruma ne demek14
- kalp krizi8
- yalnguk oglu10
- 25 yaşındaki kız 38 yaşındaki erkek ilişkisi15
Dolar 11,11 lira...
Girdi maliyetlerini ağırlıkla TL ile ödeyen, TL borçlanan küçük orta sermaye grubundan zenginler, büyük miktarda borçlananlar ile döviz mudileri servetlerine servet katarken, ülke batıyor. TL'deki gizli devalüasyon yüzde 35'e, sokak enflasyonu yüzde 50'ye vardı. Her seferinde daha yüksek faiz ve daha yüksek enflasyon şeklinde geri dönen, defalarca yaşanan bu kısır döngüden kimin ne çıkar sağladığı, milyonlara ağır bedel ödetmenin getirisinin ne olduğu sorusunun cevabı bu kapitalist ilişkilerde. ''Hepimiz kaybediyoruz'' değil. Ülkenin, bizim mevcut durumumuzdan kazanan bir grup var ve bu grup kazandıkça, başka herhangi bir politika uygulanmasının önünü sistematik olarak kapatmaya devam ediyor. Türkiye'de en örgütlü, belli partilerle en organik ilişki kurmuş seçmen manipülatörü grup da aynı zamanda onlar çünkü. Böylece kütlesel stokçu döviz mudisi kâr ederken, zarar MB ve Hazineye kalıyor. Hazineye daha az temettü, daha az gelir demek bu da. Daha çok borçlanma ya da hazinenin daha az harcaması, yani neoliberal kemer sıkma canavarı demek. Yani yine bize maliyet. Bir avuç insan servet yığarken, maliyet üzerimize ustaca yıkılıyor. Burada aslında hükümetle tüketici grupları arasındaki kirli bir fiili anlaşmayı da görmek gerek. Nedir bu? Belli bir grubun maşasından başka bir şey olmayan hükümet burada para arzını sıkılaştırmaz, tüketiciler de daha sonra daha yüksek fiyatlar ödemekten kaçınmak için tüketimlerini artırırlar. Anlık enflasyon paranın el değiştirme hızını yükseltir ve tasarrufların değerini ortadan kaldırır çünkü. insanlar enflasyonu görürler, paralarının değersizleştiğini görürler, bu yüzden daha fazla değersizleşmeden önce bu parayı harcarlar, araba, ev, arsa vb gömerler, pazar canlanır. Korkutulmuş, at gibi kırbaçlanıp koşturulan tüketicilerin şişirdiği bir talep söz konusudur. Enflasyon taleple artar. Enflasyondan kaçmak için can havliyle tüketirken, enflasyonu artırmış olursunuz. Kapitalistler o oranda arz yaratmazlar ama. Bunun maksadı şudur: Kısa günün hesabıyla, devletin maliyesini halkın sırtından finanse etmek. Gördünüz mü şimdi MB kararından önce konuşan ve "milleti faize ezdirmeyiz" diyenlerin nasıl bir yalan söylediğini. Bütçenin yüzde 13'ünü, en büyük payı faiz ödemelerine ayıranlar "ezdirmeyiz" diyenler. Bütün bu ezdirmeyiz söylevlerinin ardında, enflasyonu baş edilmez durumda bırakmak, ihracat odaklı ucuz mal sanayisi için iç pazarı canlandırarak bu enflasyona karşı tüketiciyi at gibi koşturmak, ücret ve maaş olarak eline geçen parayı hemen geri çekmek, böylece aslında onun kendi zararına kapitalist devlete borç vermesini sağlamak var. Böylece halk bir yandan ekonomide ''büyüme ve iyileşme'' vaadleriyle oyalanırken, öte yandan da burjuvazinin bir kesimi karaborsa, sabotaj, spekülasyon ve vurgunculukla meşgul.
Bunun rejim açısından siyasal bir rolü var. Bilinçli ve düzenli olarak enflasyon gibi parametleri yıkıcı eşiğe getirerek, bunu kontrollü bir felaketin muhalif talepleri, şikayetleri, demokrasi ve özgürlüğü çökerteceği, bastıracağı umuduyla yapıyorlar. Çalışan kitlelerin kanını iliğini kurutan ama burjuvazinin kılına bile dokunmayan mali politikanın siyasal işlevi, halkı kendi tüketici kayıplarını her gün geri kazanma çabasıyla oyalamak, ve böylece devlet iktidarını belirleme işlerinden uzak tutmak. Enflasyon oynamaları milli şefe iktidar tatmini yaşatıyor. E çünkü insanların tüketimlerini kontrol edebilme gücü gerçek bir güçtür. Aç bırakıp kendini kurtarıcı olarak gösterebilirsin, tehdidi büyütüp bu tehdit karşısında vereceğin ufak bir tavizi kendini kurtarmak için kullanabilirsin. Büyük burjuvazi de bundan öyle aman aman rahatsız değil. Hem ekonomiyi istemedikleri siyasal yönetimin üzerine yıkabiliyorlar, hem de bu süreçte halkın dikkatini kendi mali kayıplarını ve günü kurtarmaya çekerek devrimci gelişmeleri baltalayabiliyorlar. Bu şu an burjuva çevrelerinin gizli toplantılarında ''problemsiz yumuşak geçiş'' dedikleri planı uygulamalarına imkan tanıyor. Herkes halkın alacakaranlıkta bu geçiş için tehlikesiz olacağı şekilde, kendi yaşamını ayakta tutmak için çırpınmaktan başka bir şey düşünemeyeceği şekilde yakalanmasına oynuyor. Rejimin oyalayıcı vaadi burada cari açığı kapatma üzerine bir hayal satmak. Parayı değersizleştirerek güttükleri amaç bu. Cari açık kapanınca ne olacak, dolar mı yağacak, lira değerlenecek mi? Bu ancak 1 sene mümkün oluyor. 1994'ten beri öyle. Çünkü olabilmesi için, 2018'deki gibi paranın değer kaybının kriz çıkaracak noktaya ulaşması gerekiyor. Ayrıca paranın değersizleştirileceği önümüzdeki 4-5 yılda ihracat gelirlerinin neredeyse dörtte biri gün yüzü görmeden MB kasasına girmek zorunda. Hiç rezerv satışı olmadan hem de. Yani cari açık kapansa bile piyasaya Türk lirasına değer kazandıracak net bir döviz girişi olması imkansız. Paranın sürekli reel değer kaybedeceği ve uçsuz bucaksız bir yoksullaşma bu. Kaldı ki döviz yükseldikçe ithal malların TL fiyatı da yükselir. Fiyat yükselince enflasyon oluşur. Öyle olunca da vatandaş dövize kaçmaya kalkar. Döviz talebi tekrar parayı değersizleştirir. Bu kısır döngü MB'nin döviz ihtiyacını artırır ve yine ve yine...
Olan biten iktisaden bu ama, asıl anlamını siyaseten açıkladığımız şeyde buluyor. Rejim ve burjuvazi grupları, kavgayı kontrollü bir şekilde kendi içlerinde yürütebilecekleri koşulları garantiye almaya çalışıyorlar. Özgün durum, içinden geçilen şey egemen sınıfın önleyiciliği. Gelecekteki bir devrimci deneyimi besleyebilecek ve hazırlayabilecek her şeyi önceden yok etmeyi hedeflediği için önleyici. Bu sınıfın toplumsal ve siyasal diktatörlüğünün istikrarı liberal demokrasinin olağan yöntemleriyle sağlanamadığında, bunu ekonomik krizle ve olağanüstü kararlarla yapmaya yeltenirler. Kriz otomatik olarak bu sınıfın yıkılmasını doğurur diye bir kaide yok çünkü. Bunu farketmelerine izin verdiğimizde şunu daha çok pekiştirmeye çalışırlar: iktidarlarını yürütmelerini sağlayacak bir siyasal yönetimin farklı sosyal gruplarca kabul görmesini sağlayacak, sömürülen sınıf ve ezilen grupların kendilerini devrimci siyasi özneler olarak oluşturmaktaki ve devrimci dönüşüm deneyine girişmekteki yetersizliği. Egemenlerin kendileri adına muhtaç olduğu şey bizim bu durumumuzdur işte. Ekonomik yıkımı bayrak yapmış ''problemsiz yumuşak geçiş''in anlayışı budur. Rejimin halkı devlet iktidarını belirleme eyleminden uzak tutmak için güttüğü anlayış budur. Bizim çıkışımız nedir peki? Bunu şiar olarak ortaya koyacaksak şudur: Devrimci sınıf ve kesimlerin kendi doğrudan ihtiyaçları için egemen sınıfın cenderesini farkederek olağanüstü ve görkemli bir güç gösterecek durumda olduğunu, mevcut duruma son verecek, eskisi gibi yaşamak istemediklerini ilan edecek, gerçekten yüce bir kurtuluş amacı uğruna gerçekten devrimci bir savaşım verebilecek durumda olduğunu, bağrında uyuyan gücü uyandırabileceğini göstermesi. Halk olarak anlamamız gereken budur.
Onlar, her şeyi belirleyecek ve diktatörlüklerini kurtaracak siyasal rejim arayışlarını halkın mali ve iktisadi yıkımıyla perdelerken, asıl kurucu olması için tarihin görev biçtiği işçi sınıfı yeni bir güç dengesi dayatmak üzere bir dizi mücadeleye çağrılmaktadır. Bu olmadan, buradaki boşluk dolmadan, egemen sınıfın taviz vereceğini ve bizim toplumsal gücümüzü artıran bir rejime izin vereceğini sanmak, şu anda ülkedeki en tehlikeli şey. Bunun bize zarar verip vermemesi, politik mücadelenin tümünün sömürülen ve ezilen kitleler olarak bizlerce işgal edilmesine, kendimizi kurucular olarak hazırlamamıza, devrime götürmedeki becerimize ya da yetersizliğimize bağlıdır. Ekonomik çöküş açısından, en başta açıkladığımız gruplara kazandıran politika açısından bakarsak, üretimin toplumun kendisi tarafından denetim altına alınmasının tek gerçek çözüm olduğunu, buna bağlı olarak da gerçek demokrasinin siyasal/ekonomik ayrımını aşarak devrimcileşen halkın iradesini toplumsal yaşamın tüm veçhelerine hakim kılarak, kıldıkça devrimcileşerek mümkün olduğunu görerek harekete geçmek, şu andaki yoksullaşmamızın bize emrettiği şey. Bunu nasıl yapacağız? Türkiye kapitalizmin ekonomi-politikasını hedef alan ve yıkılan sınıf ve kesimlerin acil gereksinimleri öncülüğünde bunun alternatifini yaratan program için çalışarak, şu anda onun siyasal eylem çağrısını örgütlemeyi kendi işimiz olarak kabul ederek. Krizin sebebi olarak faşistlerin anti-demokratik uygulamalarını veya ''siyasal saiklerle aldıkları bir takım başıbozuk kararları'' gerekçe gösteren, böylece de aslında kapitalizm ile demokrasinin uyumlu olduğu gibi tamamen yanlış bir bilinç üreten, hayali burjuva ''demokratikleşmesine'' ipleri teslim eden politikaya ise karşı çıkarak. Merkez Bankası bağımsızlığını savunma, yabancı sermaye akımlarından kurtuluş bekleme, ekonomik çözümsüzlüğü Erdoğan'ı demokratik açılıma veya parlamenter sisteme ikna etmek için kullanmak gibi hatalar bu noktadaki kavrayışsızlık, kasıtlı oportünizm ve beceriksizliklerden çıkıyor. Bu hatalar da halkın gerçek çözüme yaklaşmasını engelleyen faktörlerden sadece bazıları olarak egemenlere hizmet ediyor.
Türkiye kapitalizminin değer yaratma mekanizması ucuz dış kaynak-borç + çılgın proje-altyapı yatırımları + gayrımenkul + düşük faizli borçlanmaya ve dış pazara ucuz mal temin etmeye dayalı yüksek iç talep = yüksek büyüme denklemine dayanıyor. Bunun dayanağı da ücretleri baskılamak, devlet maliyesini halka yıkmak, iç talebi belli döngülerle aşırı kısmak, ihracatçının malını ucuzlatmak için emeği ezmek. Türkiye bu tablonun sonuçlarını döne döne yaşamak zorunda. Egemenlerin yaptığı ise, bu tablonun alt ve orta sınıflarda yarattığı öfkeyi çalmak. işte kimisi gererek yapar, kimisi helalleşme diyerek yapar, farklı yollarla aynı amacı isterler. Sosyalistler çıkışı gösteriyor. işte asgari ücret konusundaki çağrımız, sergilediğimiz eylem ve içeriği hesaplaşmak için en yakınımızda duran bir fırsat.
Girdi maliyetlerini ağırlıkla TL ile ödeyen, TL borçlanan küçük orta sermaye grubundan zenginler, büyük miktarda borçlananlar ile döviz mudileri servetlerine servet katarken, ülke batıyor. TL'deki gizli devalüasyon yüzde 35'e, sokak enflasyonu yüzde 50'ye vardı. Her seferinde daha yüksek faiz ve daha yüksek enflasyon şeklinde geri dönen, defalarca yaşanan bu kısır döngüden kimin ne çıkar sağladığı, milyonlara ağır bedel ödetmenin getirisinin ne olduğu sorusunun cevabı bu kapitalist ilişkilerde. ''Hepimiz kaybediyoruz'' değil. Ülkenin, bizim mevcut durumumuzdan kazanan bir grup var ve bu grup kazandıkça, başka herhangi bir politika uygulanmasının önünü sistematik olarak kapatmaya devam ediyor. Türkiye'de en örgütlü, belli partilerle en organik ilişki kurmuş seçmen manipülatörü grup da aynı zamanda onlar çünkü. Böylece kütlesel stokçu döviz mudisi kâr ederken, zarar MB ve Hazineye kalıyor. Hazineye daha az temettü, daha az gelir demek bu da. Daha çok borçlanma ya da hazinenin daha az harcaması, yani neoliberal kemer sıkma canavarı demek. Yani yine bize maliyet. Bir avuç insan servet yığarken, maliyet üzerimize ustaca yıkılıyor. Burada aslında hükümetle tüketici grupları arasındaki kirli bir fiili anlaşmayı da görmek gerek. Nedir bu? Belli bir grubun maşasından başka bir şey olmayan hükümet burada para arzını sıkılaştırmaz, tüketiciler de daha sonra daha yüksek fiyatlar ödemekten kaçınmak için tüketimlerini artırırlar. Anlık enflasyon paranın el değiştirme hızını yükseltir ve tasarrufların değerini ortadan kaldırır çünkü. insanlar enflasyonu görürler, paralarının değersizleştiğini görürler, bu yüzden daha fazla değersizleşmeden önce bu parayı harcarlar, araba, ev, arsa vb gömerler, pazar canlanır. Korkutulmuş, at gibi kırbaçlanıp koşturulan tüketicilerin şişirdiği bir talep söz konusudur. Enflasyon taleple artar. Enflasyondan kaçmak için can havliyle tüketirken, enflasyonu artırmış olursunuz. Kapitalistler o oranda arz yaratmazlar ama. Bunun maksadı şudur: Kısa günün hesabıyla, devletin maliyesini halkın sırtından finanse etmek. Gördünüz mü şimdi MB kararından önce konuşan ve "milleti faize ezdirmeyiz" diyenlerin nasıl bir yalan söylediğini. Bütçenin yüzde 13'ünü, en büyük payı faiz ödemelerine ayıranlar "ezdirmeyiz" diyenler. Bütün bu ezdirmeyiz söylevlerinin ardında, enflasyonu baş edilmez durumda bırakmak, ihracat odaklı ucuz mal sanayisi için iç pazarı canlandırarak bu enflasyona karşı tüketiciyi at gibi koşturmak, ücret ve maaş olarak eline geçen parayı hemen geri çekmek, böylece aslında onun kendi zararına kapitalist devlete borç vermesini sağlamak var. Böylece halk bir yandan ekonomide ''büyüme ve iyileşme'' vaadleriyle oyalanırken, öte yandan da burjuvazinin bir kesimi karaborsa, sabotaj, spekülasyon ve vurgunculukla meşgul.
Bunun rejim açısından siyasal bir rolü var. Bilinçli ve düzenli olarak enflasyon gibi parametleri yıkıcı eşiğe getirerek, bunu kontrollü bir felaketin muhalif talepleri, şikayetleri, demokrasi ve özgürlüğü çökerteceği, bastıracağı umuduyla yapıyorlar. Çalışan kitlelerin kanını iliğini kurutan ama burjuvazinin kılına bile dokunmayan mali politikanın siyasal işlevi, halkı kendi tüketici kayıplarını her gün geri kazanma çabasıyla oyalamak, ve böylece devlet iktidarını belirleme işlerinden uzak tutmak. Enflasyon oynamaları milli şefe iktidar tatmini yaşatıyor. E çünkü insanların tüketimlerini kontrol edebilme gücü gerçek bir güçtür. Aç bırakıp kendini kurtarıcı olarak gösterebilirsin, tehdidi büyütüp bu tehdit karşısında vereceğin ufak bir tavizi kendini kurtarmak için kullanabilirsin. Büyük burjuvazi de bundan öyle aman aman rahatsız değil. Hem ekonomiyi istemedikleri siyasal yönetimin üzerine yıkabiliyorlar, hem de bu süreçte halkın dikkatini kendi mali kayıplarını ve günü kurtarmaya çekerek devrimci gelişmeleri baltalayabiliyorlar. Bu şu an burjuva çevrelerinin gizli toplantılarında ''problemsiz yumuşak geçiş'' dedikleri planı uygulamalarına imkan tanıyor. Herkes halkın alacakaranlıkta bu geçiş için tehlikesiz olacağı şekilde, kendi yaşamını ayakta tutmak için çırpınmaktan başka bir şey düşünemeyeceği şekilde yakalanmasına oynuyor. Rejimin oyalayıcı vaadi burada cari açığı kapatma üzerine bir hayal satmak. Parayı değersizleştirerek güttükleri amaç bu. Cari açık kapanınca ne olacak, dolar mı yağacak, lira değerlenecek mi? Bu ancak 1 sene mümkün oluyor. 1994'ten beri öyle. Çünkü olabilmesi için, 2018'deki gibi paranın değer kaybının kriz çıkaracak noktaya ulaşması gerekiyor. Ayrıca paranın değersizleştirileceği önümüzdeki 4-5 yılda ihracat gelirlerinin neredeyse dörtte biri gün yüzü görmeden MB kasasına girmek zorunda. Hiç rezerv satışı olmadan hem de. Yani cari açık kapansa bile piyasaya Türk lirasına değer kazandıracak net bir döviz girişi olması imkansız. Paranın sürekli reel değer kaybedeceği ve uçsuz bucaksız bir yoksullaşma bu. Kaldı ki döviz yükseldikçe ithal malların TL fiyatı da yükselir. Fiyat yükselince enflasyon oluşur. Öyle olunca da vatandaş dövize kaçmaya kalkar. Döviz talebi tekrar parayı değersizleştirir. Bu kısır döngü MB'nin döviz ihtiyacını artırır ve yine ve yine...
Olan biten iktisaden bu ama, asıl anlamını siyaseten açıkladığımız şeyde buluyor. Rejim ve burjuvazi grupları, kavgayı kontrollü bir şekilde kendi içlerinde yürütebilecekleri koşulları garantiye almaya çalışıyorlar. Özgün durum, içinden geçilen şey egemen sınıfın önleyiciliği. Gelecekteki bir devrimci deneyimi besleyebilecek ve hazırlayabilecek her şeyi önceden yok etmeyi hedeflediği için önleyici. Bu sınıfın toplumsal ve siyasal diktatörlüğünün istikrarı liberal demokrasinin olağan yöntemleriyle sağlanamadığında, bunu ekonomik krizle ve olağanüstü kararlarla yapmaya yeltenirler. Kriz otomatik olarak bu sınıfın yıkılmasını doğurur diye bir kaide yok çünkü. Bunu farketmelerine izin verdiğimizde şunu daha çok pekiştirmeye çalışırlar: iktidarlarını yürütmelerini sağlayacak bir siyasal yönetimin farklı sosyal gruplarca kabul görmesini sağlayacak, sömürülen sınıf ve ezilen grupların kendilerini devrimci siyasi özneler olarak oluşturmaktaki ve devrimci dönüşüm deneyine girişmekteki yetersizliği. Egemenlerin kendileri adına muhtaç olduğu şey bizim bu durumumuzdur işte. Ekonomik yıkımı bayrak yapmış ''problemsiz yumuşak geçiş''in anlayışı budur. Rejimin halkı devlet iktidarını belirleme eyleminden uzak tutmak için güttüğü anlayış budur. Bizim çıkışımız nedir peki? Bunu şiar olarak ortaya koyacaksak şudur: Devrimci sınıf ve kesimlerin kendi doğrudan ihtiyaçları için egemen sınıfın cenderesini farkederek olağanüstü ve görkemli bir güç gösterecek durumda olduğunu, mevcut duruma son verecek, eskisi gibi yaşamak istemediklerini ilan edecek, gerçekten yüce bir kurtuluş amacı uğruna gerçekten devrimci bir savaşım verebilecek durumda olduğunu, bağrında uyuyan gücü uyandırabileceğini göstermesi. Halk olarak anlamamız gereken budur.
Onlar, her şeyi belirleyecek ve diktatörlüklerini kurtaracak siyasal rejim arayışlarını halkın mali ve iktisadi yıkımıyla perdelerken, asıl kurucu olması için tarihin görev biçtiği işçi sınıfı yeni bir güç dengesi dayatmak üzere bir dizi mücadeleye çağrılmaktadır. Bu olmadan, buradaki boşluk dolmadan, egemen sınıfın taviz vereceğini ve bizim toplumsal gücümüzü artıran bir rejime izin vereceğini sanmak, şu anda ülkedeki en tehlikeli şey. Bunun bize zarar verip vermemesi, politik mücadelenin tümünün sömürülen ve ezilen kitleler olarak bizlerce işgal edilmesine, kendimizi kurucular olarak hazırlamamıza, devrime götürmedeki becerimize ya da yetersizliğimize bağlıdır. Ekonomik çöküş açısından, en başta açıkladığımız gruplara kazandıran politika açısından bakarsak, üretimin toplumun kendisi tarafından denetim altına alınmasının tek gerçek çözüm olduğunu, buna bağlı olarak da gerçek demokrasinin siyasal/ekonomik ayrımını aşarak devrimcileşen halkın iradesini toplumsal yaşamın tüm veçhelerine hakim kılarak, kıldıkça devrimcileşerek mümkün olduğunu görerek harekete geçmek, şu andaki yoksullaşmamızın bize emrettiği şey. Bunu nasıl yapacağız? Türkiye kapitalizmin ekonomi-politikasını hedef alan ve yıkılan sınıf ve kesimlerin acil gereksinimleri öncülüğünde bunun alternatifini yaratan program için çalışarak, şu anda onun siyasal eylem çağrısını örgütlemeyi kendi işimiz olarak kabul ederek. Krizin sebebi olarak faşistlerin anti-demokratik uygulamalarını veya ''siyasal saiklerle aldıkları bir takım başıbozuk kararları'' gerekçe gösteren, böylece de aslında kapitalizm ile demokrasinin uyumlu olduğu gibi tamamen yanlış bir bilinç üreten, hayali burjuva ''demokratikleşmesine'' ipleri teslim eden politikaya ise karşı çıkarak. Merkez Bankası bağımsızlığını savunma, yabancı sermaye akımlarından kurtuluş bekleme, ekonomik çözümsüzlüğü Erdoğan'ı demokratik açılıma veya parlamenter sisteme ikna etmek için kullanmak gibi hatalar bu noktadaki kavrayışsızlık, kasıtlı oportünizm ve beceriksizliklerden çıkıyor. Bu hatalar da halkın gerçek çözüme yaklaşmasını engelleyen faktörlerden sadece bazıları olarak egemenlere hizmet ediyor.
Türkiye kapitalizminin değer yaratma mekanizması ucuz dış kaynak-borç + çılgın proje-altyapı yatırımları + gayrımenkul + düşük faizli borçlanmaya ve dış pazara ucuz mal temin etmeye dayalı yüksek iç talep = yüksek büyüme denklemine dayanıyor. Bunun dayanağı da ücretleri baskılamak, devlet maliyesini halka yıkmak, iç talebi belli döngülerle aşırı kısmak, ihracatçının malını ucuzlatmak için emeği ezmek. Türkiye bu tablonun sonuçlarını döne döne yaşamak zorunda. Egemenlerin yaptığı ise, bu tablonun alt ve orta sınıflarda yarattığı öfkeyi çalmak. işte kimisi gererek yapar, kimisi helalleşme diyerek yapar, farklı yollarla aynı amacı isterler. Sosyalistler çıkışı gösteriyor. işte asgari ücret konusundaki çağrımız, sergilediğimiz eylem ve içeriği hesaplaşmak için en yakınımızda duran bir fırsat.
güncel Önemli Başlıklar