bugün

1 kasım dünya vegan günü

Et yemek sınıflı toplumun ürünü değil. Ama et yemenin refah ölçüsü sayılması ve sağlık, dirilik, irilik, güç, kuvvet göstergesi sayılması tamamen sınıflı toplumun ürünü. Bugüne ait değil, 6-7 bin yıldan daha önceki zamanlara ait. O zamandan beri et yemeye dair bir kültürümüz ve alışkanlığımız var. Eski zamanlarda bu kültür veya alışkanlık meselesi değildi tabi, zorunluluktu. Yenebilecek her şeyi yemeye başlayan yeni bir türün oluşumu ve büyüyen nüfus. Buna nazaran toprağın sınırlılığı ile hareketli topluluklar olarak yaşamanın zorlaşması, hayvanları evcilleştirme ve beslenmelerini kontrol altına alma, tarımsal artıyı ve büyüyen hayvan nüfusu için gerekli toprak ve suyu ele geçirme. Avcılığımız ve fetihçiliğimiz bu sayede gelişti, geliştikçe bugünkü sınıflı toplumun nüveleri belirmeye başladı. Bu uzun bir tarihsel süreç. Aksi de uzun bir tarihsel süreç ister. Eğer insanlığın beslenme rejimi değişecekse, bunun için birçok merhaleden geçmek gerekir, belli koşulların değişmesi, zorlaması gerekir. Yani hadi Pazartesi hep beraber vegan olmaya karar verelim'le değil. Hayvan yemek ''burjuva ideolojisinin sahip çıkacağı bir şey'' demek ile burjuvaların sahibi olduğu bazı küresel tekellerin ve tesislerin büyük hayvan mülkiyetini elinde bulundurması da farklı şeyler. işçi sınıfı et yemeye sahip çıkar. Et yememek kendi sefaletine, eşitsizliğine sahip çıkmak çünkü. Aksine, burjuvazi ise kolayca vegan olabilir. Bunu bir ayrıcalık olarak görmeleri de mümkün. Ki vegan yiyeceklerin bütün gıdalar gibi meta olarak hangi sınıf ya da sınıfların bütçesine daha uygun olduğu da ortada. Bununla beraber imkanı olsa bile bazı insanları et, tavuk, şu, bu yememeye ikna etmek çok zordur. Çünkü beslenme bir iyi hissetme meselesidir aynı zamanda. Tadını sevip iyi hissettiğimiz şeyleri yeriz. Bu hissi satmanın da kirli bir endüstrisi var tabi. insanlar bitkisel beslenmek istemeyebilir, alışkanlık, taklit etme vb sebeplerle. Bu koşulları değiştirebilirsiniz. Yani mesela vegan ürün fabrikalarının, restoranların ve kafelerin, vegan-olmayan beslenme mekanlarının sayısına yaklaşması, insanların bu yiyeceklerle ve onları yiyen insanlarla toplumsal yaşamda daha çok karşılaşması, en azından ''sürüden etkilenmeyi'' artırır. O zaman şunu sormalıyız: Hayvansal ürünlerin tüketiminin reddinin, et yemeye sahip çıkmamanın başlı başına kapitalist üretime karşı bir isyan biçimi olup olmadığı. Çünkü pekala talepte kapitalistlerin adapte olacağı ve kapitalist sistemin kendisinin bozulmadan kalacağı bir değişimden ibaret olacaktır söz konusu olan. Burjuvazi pekala veganizmi kendisine ait kılar. Şimdi bile ''iklim aktivistleri''ne, iklim sorunuyla ilgilenenlere yaptığı gibi. Ya da LGBTi meselesine yaptığı gibi. Harıl harıl besi hayvanlarının atmosfere saldığı sera gazlarının nasıl azaltılacağını düşünüyorlar mesela. Monsantoların, Kissenger'ların gıda politikasına, tohum politikasına, ulusların beslenmesini yapay ürün-yapay kıtlıkla terbiye edip tekelleşme politikasına yeni bir biçim verilmek isteniyor. Beslenmede monokültür yaratılması, küçük çiftçilere dayanan ürün çeşitliliğine son verilmesi, doğal gıdalar yerine genetiğiyle oynanmış, vitamin ve mineral içeriği aşamalı olarak azaltılmış gıdalarla ulusların, daha çok Asya, Ortadoğu ve Afrika nüfuslarının birbirine bağlaması ve denetim altına alınması. Çünkü 2050'ye kadar kapitalizm dünyada 2,5 milyar işsiz, 2 milyar vasıfsız/çöp nüfus, 60 yaş üstü 1,5 milyar emekli ve 2 milyar bakıma muhtaç yaşlı insan ile 400 milyondan fazla mülteci yaratacak. Bunu yaratan kapitalizm gibi bir sistem için bir nevi felakettir bu. Sistemin efendileri ve figüranları arasında, DAVOS'larda, BM komisyonlarında, IMF ve DB toplantılarında, G7'lerde, emperyalist dünya siyasetinin zirvelerinde ve her ülkedeki ajanlarında vs bütün bu gördüğünüz dört dönme, telaş ve koşturmaca zaten o yüzden. Sermayenin geleneksel enerji kaynakları sömürüsünün sınıra dayanması ve bunun sebep olduğu iklim krizinin devrimcileşme potansiyeli ve tehlikesi hakim azınlığın korkulu rüyası. Bunların asıl korkusu, dünya çapında halkların, emekçi kitlelerin çevreci, etnik, kültürel, cinsel, dini vb parçalı-dağınık ve burjuva sektlerinden kopamamış kimlik itirazlarından, doğrudan birleşik devrimci bir sınıf hareketine geçmesi. Bu yüzden mavi ekonomi, yeşil ekonomi gibi terimleri ortaya atıp kitlelerin aklını bulandırıyor, hem de bir ayağı çukurda sermayeye yapay et gibi yaratıcı alanlarda yeni sömürü fırsatları kazandırmaya çalışıyorlar. Keynes'in 1933'te Roosevelt'e yazdığı bir mektuptaki şu sözlerde saklıdır bu işin ardındaki niyet: ''Siz kendinizi, mevcut toplumsal sistemin çerçevesi içinde akla dayalı bir deneyle, yaşadığımız koşulların olumsuz sonuçlarını gidermeye çalışan bütün ülkelerdeki insanların temsilcisi haline getirdiniz. Eğer bunda başarılı olamazsanız, dünya çapında bir rasyonel değişim ciddi önyargılarla karşılaşacak, ortodoksluk ve devrimin karşısına dikildiğini görecektir''. işte bugün de ''akla dayalı bir deney'' ve ''rasyonel değişim'' propagandası içindeyiz, ve bu propaganda devrimi engellemeye yönelik. Sosyalistlerin işi olayların gidişatını kendi lehlerine çevirmek ve egemenlerin stratejisini bozmak üzere kendi devrimci stratejileri üzerine çalışmak. Bunu yapmak yerine önemsiz ya da ikincil üçüncül önemdeki olay ya da konularla gereğinden fazla zaman kaybeder, burjuva siyasetinin gündelik kurmacası içinde debelenirken saldırıya maruz kalan kitlelere önderlik götürmeyi becermezsek, düşmanlarımız kazanır. Tarih bizden, işçilerden yana gelişiyor, kapitalizm ayakta kalmak için kendi olmaktan çıkacağı koşullara sürükleniyor ki bu başlı başına her krizin anası bir krizdir, ama yanılgı ve aldatmacaya kapılmaz, örgütlenme denen akıllı müdahaleyi gerçekleştirir ve sınıf bilinci denen yenilmez silahla donanırsak kazanabiliriz. Vegan beslenen sosyalistlerin dikkate alması gereken de bu. Böyle beslenebilirler, savaşmalarına engel olmayacak her şeyi yapabilecekleri gibi. Buna bir ''ideoloji'' muamelesi yapmamaya dikkat etmeliler ama.