bugün

susmak

sözsüz konuşabilmek, sözsüz anlaşabilmek güzel şey. susmak ve anlamak, susarak anlatmak güzel şey. sözcükler elbette konuşabilmemiz için var. ama sessizliğin de bir esrarı, bir büyüsü, bir anlamı var. derin denizlerin sessizliği hangimizi büyülememiştir. suskun, derin, kocaman bir maviliğin kıyısında hangimizin içini biraz korku, biraz hayranlık diye tarif edebileceğimiz, aslında tam olarak da tarif edemeyeceğimiz duygular kaplamamıştır. ve hangimizin kalbi ürpermelerle dolmamıştır. dalgalı denizlerin durgun, mavi denizler kadar görkemli olmadıklarını düşünmüşümdür hep. sessizlik ya da eskilerin deyimiyle “sükut” size de, zaman zaman da olsa, daha anlamlı ve daha gizemli gelmemiş midir?

aslında insanı insan yapan bütün değerler: aşk, sevgi, sabır, hoşgörü, özveri, sözün bittiği yerde başlamıyor mu? sözün bittiği yerde başlamıyor mu sanat, edebiyat, resim, müzik gibi yaşamımıza renk katan bütün güzellikler. an geliyor duyguları sese dönüştürmek yetersiz kalıyor ya da anlamsızlaşıyor. bazı şeyler var ki anlatılamıyor, anlaşılmayı bekliyorlar. yine an geliyor hiçbir söz, hiçbir konuşma sessizlik veya ortaya konan iş kadar etkili olamıyor. bu yüzden bir ingiliz atasözünde de “actions speak louder than words” der. yani “hareketler sözcüklerden daha gür sesle konuşur.”

evrende görkemli, gizemli ve sırlı olan her şey susuyor. susan her şey de görkemli, gizemli ve esrarlı oluyor. konuşmak, biz insanlar için yeri geldiğinde anlaşmak için bir zorunluluktur, belki ama susmak da bir süstür. sessizliğe katlanamayan, gürültüyü bir yaşam şekli olarak benimseyen, çok ve gereksiz konuşan çağımız insanına uzak bir olgu, galiba susmak. anlaşılan, susmak bir yürek işi. susmak bir cüsse işi. susmak yüce dağların, derin denizlerin, masmavi göklerin, uçsuz bucaksız çöllerin işi. ve susmak derin sevdalıların işi.