Bu aralar nuri bilge ceylan filmlerine sardım. Çıldırıyorum izlerken. Karakterlerle empati yapacağım, anlatmak istediklerini anlayacağım, ufacık detayları çözeceğim derken yaşlandım. Kendimi yere atıp sürekli tavanı izliyorum mal gibi. Gözümün önünde hep nuri bilge filmlerine ait fotoğraf kareleri.
Bir şekilde benim üzerine en çok düşündüğüm filmi bu oldu. Diğerleri karakterler arası diyaloglar nedenli insanı düşündürüyor, bazen sindirmek zor oluyor ama bir şekilde empati konusunda zorlanmıyorsun. Bence. Ama bu filmde 20 yaşının başına döndüm. Biri karşımda dizlerini döve döve ağlarken bu niye ağlıyor acaba diye soran kezban'a döndüm. Ki böyle düşünmeyi sevmem.
Halüylen şunu sordum kendime surekli. Neden? Doktor otopsi sırasında neden maktulün boğularak ölmediğini söyledi?
Baktım işin içinden çıkamıyorum yorumları okudum. Ortak fikir şu olmuş, katil az ceza alıp çıkıp çocuğuna sahip çıkacakmış, o yüzden doktor böyle bir oyun oynamış.
Bir doktor bir katil için mesleğini tehlikeye atar mı? Bunun getirisi çok ciddi. Küçücük bir köy, herkes bu olayı duyacak, dava açılacak, meslekten atılacak.
Ki doktor çok çocuk düşünen biri değildi. Bu da bize bazı detaylar ile verilmişti. Mesela savcının eşinin ölümü hakkında oldukça meraklı olan doktor, ne zaman konu çocuk olsa meraksız, fikirsiz ve ilgisiz bir adam haline geliyordu. Komiserin hasta çocuğunu görmemek için eve gitmediğini anlatması, savcının olan çocuklara olan konuşması ve yine komiserin köy yaşamında erkek çocuğu için hayatin zorluğu üzerine yorumlarını yorumsuz bıraktı. Çocuk düşünmeyen ve istememiş bir adam olduğunu söyledi. Bir çocuk için tüm hayatını tehlikeye atmazdı. Kendi hayatını kendi çocuğu ile değiştirmemiş bir adamdı o.
Beni düşündüren bu oldu. Altında yatan gerçek sebebi bulmak için düşündüm durdum. Buldum mu? Bilmiyorum.
Doktor savcının olduğu her yerde değersiz bir adamdı. Hiçbir önemi yok gibi davranıyorlardı. Mesela muhtar şöyle demişti. Doktor çocuklara aşı yapmak için geldi ama o başka siz başka.
Katil doktordan sigara istedi, doktor yaktı ve uzattı. Komiserden azar işitti koskoca adam. Sen safsın, bunları bilmezsin denildi. Bir katilin karşısında azarlanmakla kalmadı, bi de şu cümleyi duydu. Bak savcıya, okumuş etmiş, istediği zaman sigara yakar!
Kurbanı taşıma görevi yine ona kaldı. Onlarla beraber koşturdu, durdu, sustu, konuştu ve ona teşekkür eden tek kişi katildi. Arabanın içinde sigara için teşekkür ederim diye katil fısıldadı. Diğerleri için doktor orada yoktu.
Ve en önemlisi, her seferinde katilin yanına düştü arabanın içinde. Komiserin en önde oturup kendini katilden uzak tuttuğu arabanın içinde iki kez katillerin yanına oturdu. Katilin yanina oturması gereken doktor muydu?
Ve komiserden azar işittiği o sahne sonrası araba farının onun yüzüne vurması meselesi vardı. Rüzgarda savrulan bidon ve poşet detayı yine oradaydı. Değişimi, aydınlanmayı ve ruhun bozulmasını simgeliyordu.
Sonucunda, doktor, orada, yanisi kendi çöplüğünde kararını verdi. Siz napıyosanız yapın, ben her seyi değiştiririm dercesine. Bir ego savaşıydı sanki bu film. Bilmiyorum.
Bi de savcı olayı vardı. Eşinin ölümü konusunda kendini başka bir şeye inandırmış ve ben savcıyım bunları düşünemiyor muyum diyip doktora posta koymuş, eşinin cesedini görüp aglayan kadına acı cekme hakkı vermeyip sorularına hızlıca cevap aramış, bencil, tek gecelik ilişkiyi aldatma olarak bile görmeyen savcı, odadan çıkmadan önce nasıl baktı doktorun gözüne? iyi bakmadı. Egosu cok ciddi zarar görmüştü, bunu ödetecekti. Gerçek hayatta böyle insanlar hep ödetirdi çünkü.
Belki doktor gitmeden önce iz bırakmak istedi birileri için. Okuduğu şiir gibi. O da olabilir.