Fransız mandası altında yaşayan Hatay da bütün Türk gençleri gibi Cemil Meriç de Türkçüydü; fakat bir gün Büchner in Madde ve Kuvvet ini okudu ve bütün hayatı değişti. Artık o bir ateistti. Lise yıllarında okuduğu Marksist klasiklerin tesiriyle de maddeciliğe yöneldi, hatta istanbula okumak için geldiğinde Nâzım Hikmet ve Kerim Sadi gibi ünlü sosyalistlerle tanıştı.
O güne kadar tek işçinin bile elini sıkmadığı halde Marksistlik iddiasında bulunan genç düşünür, bunun gerçeklerden bir çeşit rüyaya kaçış olduğunu çabuk fark etmişti etmesine, ama bu arada Hatay hükümetini yıkmaya teşebbüs iddiasıyla tutuklanıp idamla yargılanmış, sonunda beraat etmesine rağmen bütün tanıdıkları kendisiyle selamı sabahı kestikleri için aşağı yukarı yirmi yıl, bir Jan Valjan hayatı yaşamak zorunda kalmıştı. Bu hayatı onun için çekilir kılan, kitaplardı; engin tecessüsü ve Antakya Sultanisinde öğrendiği kuvvetli Fransızcası sayesinde Avrupa kültürüne açıldı. Bu öyle bir açılıştı ki, kendi ifadesiyle, coğrafyasında Asya yoktu ve sadece diliyle Türktü.
Işık Doğu dan gelir!
Hind dünyasını bir Avrupalının, Romain Rollandın kılavuzluğunda keşfeden Cemil Meriç, ondan ilk hocam diye söz ediyordu; ama dikkatini Ganj kıyılarına asıl çeken Schopenhauer ve Schelling oldu. Keşfettiği elbette Avrupalının gözüyle Asyaydı, ama Asya Büyü bozulmuş ve bir tane Avrupa olmadığını da o zaman anlamıştı.Olemp ararken Hind çıkmıştı karşısına. Bunun da bir kaçış, bir arayış olduğunu bilecek kadar tecrübeliydi, ama Vedalar Çağını incelemeden on dokuzuncu asrı doğru anlamanın mümkün olmadığını artık biliyordu. Böyle meselelerle oyalanmanın bir çeşit kaçıklık olarak görüldüğü bir kültür ortamında yıllarını düşüncenin, hürriyetin vatanı olarak gördüğü Hinde veren ve oradan tesamuhu, düşüncenin gökkuşağını bütün renkleriyle sevmeyi, peşin hükümlerin mahpesinden kaçmayı, hakikatin çeşitli yönlerine eğilmeyi, hayatın her tecellisine saygı beslemeyi öğrenen Cemil Meriçin öğrendiği bir gerçek daha vardı: Ex Oriente lux, yani Işık Doğu dan gelir!
Cemil Meriç, heyecanlar dolu Hind macerasını, 1964 yılında yayımlanan Hind Edebiyatıyla taçlandırdı. Dört yılda yazdığı ve harf harf hayatını işlediği bu eser, aynı zamanda onun yayımlanan ilk telif eseriydi. iyi ama, ne zamana kadar Ganj kıyılarında oyalanacaktı? Bir gün Konyaya giderken yol arkadaşlığı yaptığı üniversiteli bir genç, Sen bizden değilsin! deyiverdi. Kendisini dinleyelim:
-Evet, ben onlardan değildim. Ama onlar kimdi? Uçurumun kenarında uyanıyordum. Demek boşuna çile çekmiş, boşuna yorulmuştum. Bu hüküm hakikatin ta kendisi idi. Tanzimattan bu yana Türk aydınının alınyazısı iki kelimede düğümleniyordu: Aldanmak ve aldatmak. Bu lânet çemberinden nasıl kurtulacağız? Gerçeği görmek, hatayı sonuna kadar yaşamakla mümkün. Yığın Avrupalılaşırken aydınlar Türkleşmeli. Ve çalışmağa başladım. Spinoza kırk dört yaşında ölmüş, Nietzsche kırk dört yaşında delirmiş. Ben yolumu kırk dört yaşından sonra buldum.
Genç düşünürün bulduğu yol Bu Ülkeye, yani kendi ülkesine çıkıyordu. Gözlerini kaybettiğinde yaşadığı trajedinin bir benzerini de bu yol ayrımında yaşadı: Aralarında kendini daha rahat hissettiği aydınlarla artık aynı dili konuşmuyor; fakat yeni dilini az çok anlayanlarla birlikte olmaktan da pek hazzetmiyordu. Kendini ne sağda hissediyordu, ne solda. Çaresiz, Fildişi Kulesine çekilerek düşünmeye ve yazmaya başladı. Esasen dış dünyaya kapanıp iç dünyaya açılan gözleri onu bu kuleye kapanmaya zorluyordu. iç dünyasında Doğunun ışığı vardı ve onun Doğusu artık Hindle sınırlı değildi; engin tecessüsü bütün Doğuyu kuşatmak istiyordu. Düşünce dünyasının yıldızları arasında artık sadece Homeros, Eflatun, Marks, Nietszche, Balzac, Victor Hugo gibi Batılı şair, yazar ve filozoflar değil, Biruni, ibn Rüşd, ibn Haldun, Gazzali, Fuzuli, Baki, Ahmed Cevdet Paşa gibi Doğulular da parlıyordu. Mesela Medeniyetlerin Defter-i Amali dediği ansiklopediler hakkındaki uzun yazısında, ansiklopedi kelimesini kullanan ilk yazarlardan ve Diderot, Dlambert gibi ilk ansiklopedistlerden söz ederek günümüze geldikten sonra islâmda Ansiklopediyi anlatmaya koyulmuştu. Yüz on sayfalık bu yazının altmış sayfası, bizde uzmanlar dışında hiçbir aydının bilmediği Safa Kardeşlerin, yani ihvanu s-Safa nın Resail ine ayrılmıştı. ilk baskısı Pınar Yayınları tarafından 1984 yılında yapılan Işık Doğudan Gelir, bu yazıyla başlıyordu.
Dünya kültürünün ve düşüncenin bütün ufuklarında gezinmeye kararlı olan Cemil Meriçin tecessüsü dur durak bilmiyordu. Seyyid Hüseyin Nasrın islâmın Kozmolojik Doktrinleri adlı eserinin Türkçeye çevrilmesi münasebetiyle yazdığı yazıda, islâm medeniyetinin bazı meselelerine girmiş, başka bir yazısında da Türk muhafazakârlarının hiç ilgi duymadıkları bir konuyu, Kitab-ı Mukaddesi ele almıştı. Bu yazılar, Işık Doğudan Gelir de ikinci ve üçüncü sıralarda yer alıyor, onları Herbelot nun Doğu Kütüphanesi adlı eseri hakkındaki yazısı takip ediyordu. Cemil Meriç in Muhteşem Bir Abide diye nitelendirdiği bu eser, Hugodan Nervale kadar Doğuyla ilgilenen bütün Avrupalı şair ve yazarların başvurduğu ana-kitaptı.
Bir aslına dönüş hamlesi
Işık Doğudan Gelir, bu kitaba adını veren Ex Oriente Lux başlıklı yazıyla devam ediyor. Düşüncelerinin gelişmesinde etkili olan Quinet, Michelet ve Edouard Schuré gibi yazarlardan, özellikle Quinetin Dinlerin Ruhu, Schuréun Doğu Mabetleri ve Büyük Ermişler adlı kitaplarından söz eden Cemil Meriç, bu yazının Işık Doğudan Gelir sözünden bahsettiği bölümünde, beyaz insanın Amerikayı keşfedip Pasifik Okyanusunun öbür ucundaki ihtiyar annesiyle, yani Asyayla karşılaşalı beri, misyonunu daha aydınlık olarak görmeye, devrî hareketini ve birliğini anlamaya başladığını, o andan itibaren menşeine hasret duyarak Ex Oriente lux diye haykırdığını söyledikten sonra şu hükme varıyor: Modern düşüncenin bu aslına dönüş hamlesi, hem içtimaî bir içgüdü, hem de dinî bir özleyiştir. Farkında olsak da olmasak da, bu iki duygu birbirinden ayrılamaz.
Batıda ve Doğuda akıl meselesinin Hermetik düşüncenin enine boyuna incelendiği yazılarla devam eden Işık Doğudan Gelir, islâmda tercümenin ve ibn Haldunla ilgili bazı meselelerin ele alındığı yazılarla noktalanıyor.
Bu etkileyici eserin ikinci baskısı, ilkinden tam yirmi dört yıl sonra iletişim Yayınlarınca yapılmış bulunuyor. Mahmut Ali Meriç tarafından yayına hazırlanan ve Bütün Eserleri dizisinin 11. kitabı olarak vitrinlerde yer alan yeni baskının ilkinden farkı, yazıların kısa alıntılarla özetlendiği, hazırlayanın imzasını taşıyan Sunuş& yazısıdır. Bir de bazı yazıların sonundaki dipnotlar sayfa altlarına alınmış, o kadar. Metinlere ufak tefek düzeltmeler dışında müdahalede bulunulmadığını belirtmekte fayda görüyorum.
Cemil Meriç, Işık Doğudan Gelirde, dünya kültürünün lâbirentlerinde dolaştırdığı okuyucularına yaşadığı maceranın ne kadar heyecan verici olduğunu çok iyi anlatıyor. Tutkunlarına duyurmak benden.