bugün

ben bu yazıyı sana yazdım

eski ve soğuk taş duvarların üzerinden akan rutubetin sebep olduğu tuhaf bir koku var bu antik dehlizlerde...

uzak bir zamanda buradan geçen zırhlar içindeki bir şövalyenin çizmelerinden dökülen ve binlerce asırdır bu zeminde yatan toz yavaşça havalanıyor, ben temkinli adımlarla ilerlerken. nefes alışlarımda binlerce asrın yükünü hissediyorum bu tozla ama zaten gözlerimi kapatıp yatakta, buraya bunun için gelmedim mi?

taş duvarlar zamana direniyor ama bir gün artık güçleri kalamayacak ve önce oldukları yere çökecekler, sonra da ufalanıp kuma dönüşecekler...

zaman, aç bir canavar gibi...

zaman, her şeyi yiyip asla doymayan bir yaratık...

kendisinden kaçabileceğinizi mi sanıyorsunuz? yada onu durdurabileceğinizi mi?

sizi de yiyecek, sizden öncekileri yediği gibi... ve dönüp arkasına bakmayacak bile, sıradakine geçecek!

bir gölge olmak, bakışların içinden geçtiği, duyulmayan, elle tutulamayan, sadece bazen orada olduğu hissedilip tedirginlikle ürperilen bir varlık olmak. rüzgarlı ve fırtınalı bir gecede, karanlık sokakları bir an önce daha da karanlığa boğarak süzülüp geçmek. binlerce kişinin arasından kimseye dokunmadan sıyrılıp geçmek. her zaman buz dağının kalbi kadar soğuk olmak...

karanlık odanın üç köşesinde, üç taş taht duruyor, üç tahta oturmuş, üç hareketsiz silüet. artık şekli bozulmuş...

her biri birer gölgeye dönüşmüş üç şekil...

bir zamanlar canlı ve hayat dolu gözlerin olduğu karanlık boşluklar odanın ortasındaki taş mangala yönelmiş, sanki hiç görmüyormuş gibi bakıyorlar. mangalın içinde küçük cılız bir alev var, beyaz renkli bir alev. odanın hareketsiz havasında hiç dalgalanmadan yanıyor. soluk beyaz rengine bakarak yandığı ne kadar söylenebilirse o kadar yanıyor...

üzerindeki bakışlara aldırmadan yanıyor...

yaratılmış her şeyin bilgisiyle yanıyor...

ellerini üzerine tutsan sadece soğuk bir esinti hissedersin ama gözlerini üzerine dikenlerin ruhlarını yakarak yanıyor...

adımlarım sakin ama kararlı. kaderin bana oynadığı oyuna boğun eğdim, rüzgarın estiği yöne sürükleniyorum. kafamın dışındaki bir sürü ses hayatın anlamını ve daha pek çok anlamsız şeyi tartışıyor, tükenen zamana aldırmadan...

ama kafamın içindeki ses bana çok uzun zaman önce söyledi; "hayat anlamlarla uğraşmaz, ilgilenmez, dönüp bakmaz bile. o sadece varolmakla meşgul olur. zamanın kemirdiği kemiklerin yerine yenilerini koymakla... artık yeni kemiklerin olmayacağı güne kadar!

dehlizlerde ilerlerken adımlarımı sıklaştırıyorum. soğuk ve karanlık odada üç taht duruyor, üzerlerinde oturan üç soluk gölge...

ve dördüncü taht bomboş beni bekliyor...