hz ayşe

entry146 galeri video1
    117.
  1. Kur’an-ı Kerim'in hiçbir kelimesi ya da harfi bile değişikliğe uğramadan bize kadar geldiği konusunda islam âlimleri arasında görüş birliği vardır.

    Hatta Kur’an’ın sûre ve âyetlerinin sayısı ve tertibi dahi, tıpkı elimizdeki Mushaflarda olduğu gibi vahiy ile tespit edilmiştir. Âlimlerin çoğu, değişik hadis rivâyetlerini de göz önünde bulundurarak bu görüşü benimsemiş ve son çalışmalar da bunu desteklemiştir. Âyetlerin Kur’an’daki mevcut tertibindeki sıralamanın, vahiy ile tespit edildiğine dair Âlimler arasında herhangi bir görüş ayrılığının bulunmadığı da söylenmiştir. (bk. Suyutî, itkan, I/76-83)

    Denilebilir ki, Kur’an âyetlerinin, elimizdeki Mushaflarda olduğu gibi, var olan tertibi/sıralanışı, vahiy ile tespit edildiğine dair, bütün ümmetin ittifakı vardır.

    Bilindiği gibi, Hz. Peygamber (asm), her sene Ramazan ayında, o güne kadar inmiş olan Kur’an’ı Hz. Cebrail ile karşılıklı olarak okurdu. Son Ramazanda, bu karşılıklı okuma, iki defa gerçekleşmiştir. Bakıllanî, ibn Enbârî gibi bir kısım alimler, Hz. Peygamber (asm)’in bu okuması, şu anda elimizdeki mevcut tertibe göre olup, ona temel teşkil ettiğini söylemişlerdir. (bk. ibn Hacer, Fethu’l-Barî, IX/42.)

    “Şüphesiz ki, Kur’an’ı biz indirdik ve onu koruyana da biz olacağız.” (Hicr, 15/9)

    mealindeki âyette ifade edildiği üzere, Kur’an’ın korunması doğrudan Allah’ın hıfz ve inâyetiyle sağlanmıştır.

    Bu gerçeğe rağmen, eski kaynaklarda, bazı âyetlerin Kur’an’a konulmadığını ima eden bir kısım garip rivâyetler söz konusu edilmiştir. Bunlardan biri sözde Recim âyetiyle ilgili olanıdır. Bu konuda iki rivâyet şekli vardır:

    “içinizden kimse, Kur'an'ın tümünü elinde tutuğunu söylemesin. Bunu diyen bilir mi Kur'an'ın tümü ne kadardı, nasıldı? Kesin olan o ki, Kur'an'ın çoğu yok olup gitmişti (doğrusu: Kur'an'dan hayli kısmı gitmiştir)"

    şeklindeki ifade hakkında şunları söylemek mümkündür:

    - Rivâyete göre, Hz. Aişe anlatıyor:

    “Recim âyeti ve büyüklerin on defa süt emmeleri konusunda âyet inmişti. Bu âyet, karyolamın altında bir sahifede yazılıydı. Resulullah (a.s.m) vefat edince biz onunla meşgul olduk, o sıralarda bir hayvan (keçi) gelip onu yedi.”(ibn Mace, Nikah, 36).

    Şimdi bu rivâyeti değerlendirelim:

    Evvela, Hz. Aişe’nin ve ibn Ömer'in bunu söyleyip söylemediğini kesin olarak bilemiyoruz.

    ikincisi, bu konu, nesih meselesinde söz konusudur. Dolayısıyla, Hz. Aişe ve Hz. ibn Ömer -şâyet söylemişler ise- bununla Kur'an'dan bazı âyetlerin nesh olduğuna işaret etmek istemişlerdir. Yoksa, Kur’an’ın toplanması halinde bunların alınmadığını söylemek, onların akıllarından bile geçmemiştir. Çünkü, herkesin, bildiği, ezberine aldığı, sayfasına yazdığı âyetleri getirmeleri istenmiştir. Bu görevi yerine getirmek, islam inancına göre, hem Allah’a, hem Resulüne hem de halifeye karşı bir sorumluluğun gereğidir. Durum böyle olunca, Hz. Aişe ve Hz. ibn Ömer veya herhangi bir sahabî böyle bir olayı bildiği halde, ezberinde bazı âyetler bulunduğu halde bunu ibraz etmemeleri düşünülemez.

    Kaldı ki, Kur’an’ı bir araya getirenler, birer hafızdırlar. Özellikle heyet başkanı Hz. Zeyd, Hz. Peygamber (a.s.m)’in vahiy katibi, Kur’an hafızı, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in güvenini kazanmış büyük bir insandır. Böyle bir olay olsaydı, en az birkaç kişinin daha bilmesi ve bunu heyete bildirmesi kaçınılmazdı. Hz. Zeyd b. Sabit de herkesten önce bunu bilmesi gerekirdi. Bütün sahabî hafızların ve yazılı mushaf sahiplerinin de içinde bulunduğu bütün sahabe cemaati tarafından ittifakla kabul edilen Mushaf’ın eksik veya fazla olmasını düşünmek elbette makul değildir.

    “Muhakka ki Kur’anı biz indirdik ve hiç şüphesiz onun koruyucusu da biziz.”(Hicr, 15/9)

    mealindeki âyete iman eden bir kimsenin başka düşünme şansı da yoktur. Sahih olan hadis kaynaklarında yer almayan, Kütüb-ü Sitte'den –yalnızca en zayıf ve hataları en çok olan- ibn Mace’de bulunması ayrıca manidardır.

    Hz. Peygamber (a.s.m)’e inen bütün âyetler vahiy katipleri tarafından yazıyla kaydedildiği gerçeği tartışılmazdır. Buna rağmen, Hz. Aişe’den başka kimsenin bilmediği bir âyetin varlığından söz edilebilir mi? Oysa Hz. Aişe vahiy kâtipleri arasında yer almamıştır.

    Hz. Aişe, Kur’an’ın Hz. Peygamber (a.s.m)’e indiği gibi sağlam bir şekilde korunduğunu anlatmak için şunları söylemiştir:

    “Eğer Hz. Peygamber (a.s.m), Kur’an’dan bir şey gizleseydi ‘Ey Muhammed! Hani bir zaman Allah’ın nimetlendirdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin (hürriyete kavuşturduğun) kimseye: “Eşini yanında tut, Allah’tan kork” diyordun. Fakat Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan da çekinerek içinde saklıyordun.’(Ahzab, 33/37) âyetini gizlerdi.” (bk. Ahmed b. Hanbel, VI/266).

    Şimdi Hz. Aişe, bu konuda açıkça düşüncesini ortaya koyduğu halde, kalkıp tam tersini gösteren bir ifade kullanması düşünülemez.

    Kur’an’ın üç dönemde yapılan cemi esnasında Hz. Aişe’den bu konularda bir ses çıkmamıştır. Herkesin bildiği kadarıyla, Kur’an âyetlerini getirip ilgili jüriye teslim ettiği halde, Hz. Aişe gibi herkesin saygı gösterdiği, Kur’an’ın senasına mahzar alan pervasız bir insanın kaybolduğu söylenen âyetler hakkında bilgi vermemesi düşünülebilir mi? Halbuki onun bu konuda bir şey dediğine dair hiçbir tarihî kayıt yoktur.

    Abdurrahman el-Cezerî’nin de ifade ettiği gibi, bütün ümmetin ittifakıyla, mutevatir/en sağlam bir yolla bize kadar gelen Kur’an’ın âyetleri, böyle ahad/mutevatir olmayan rivâyetlerle ispat edilemez, Kur’an olarak kabul edilemez (bk. Cezerî, el-Fıkhu ala’l-Mezahibi’l-Arbaa, IV/257).

    Hem vahiy kâtipleri hem de hafız olanların içinde bulunduğu Kur’an’ı toplama heyetinde hiç kimsenin böyle bir noksanlığı fark etmemesi mümkün değildir. Böyle bir şey aklın alamayacağı husustur.
    0 ...