bugün

ataerkil erkeği yetiştirenin kadın olması

(Alıntıdır)

Annem saçını çocuğu ve kocası için süpürge etmiş, klasik bir anneydi. Hayatı boyunca yalnızca bir iki ay çalıştı. Ana okulu öğretmeni olarak. Babamla nişanlandıklarında babam ona “Senin çalışmanı istemiyorum.” dediğinde, itiraz etmek aklının köşesinden dahi geçmedi. Ben belli bir yaşa gelip de, neden çalışmadığını sorduğumda, “Baban çalıştırmadı, oğlum.” demişti. Bu kocam çalıştırmadı kalıbı, modern ama ataerkil aile düzeninin net bir ifadesidir. Her ikisine de sorsanız, kadın ve erkeğin eşit olduğunu söylerler bu arada.

Sonuçta her ikisi de eğitimli insanlar, babam eczacılık fakültesi mezunu, Cumhuriyet gazetesi okur, kendini sosyal demokrat olarak tanımlar ve CHP’ye oy verir. Dindar değildir, hatta inancı yoktur. Annemse Müslüman olduğunu yalnızca ramazan aylarında anımsayıp kendi kendine ya da bana “düzenli namaz kılmaya başlasam iyi olacak.” diye söylenip hayatına kaldığı yerden devam eden bir kadındı. isteyerek ve karşılıklı onaya dayalı bir evlilik yapmışlardı. Ama ailelerinin onayını da alarak. Büyük olasılıkla bu onay olmasa çok isteseler dahi evlenmezlerdi. Patriarkal düzenin büyük şehirde devamının tipik bir göstergesidir bu da.

Annem baba evini evlendikten sonar terk eden, ilk ve son erkeği kocası olan bir kadındı. Kavga ettiklerinde ve ayrılmanın gündeme geldiği çatışma anlarında annemden “Giderim annemin evine!” tehdidini çok duydum. Yani 40 yaşına gelmiş bir kadın olarak boşanırsa kendi evinde oturmayı aklının ucundan bile geçirmiyordu. Kocasından ayrılırsa eski sahibinin yanına dönecekti.
Babam öldüğünde 45 yaşındaydı ve bir daha başka bir erkekle birlikte olmadı. Ataerkil düzenin en aşırı ucu olan, Hindistan ve Çin’de hâlâ devam eden ‘dul cinayeti’ geleneği kadar kötü değil. Ama cinselliğini öldürmenin de sembolik olarak bundan bir farkı yok neredeyse.

Bayramlarda ateist babam bana ve anneme elini öptürür ve her ikimizi de yanaklarımızdan öperdi. En baştan itibaren bana çok garip gelirdi annemin babamın elini öpmesi. Ama islâm’ın en az girdiği ailelerde bile dini kurallar bir gelenek olarak ailenin içindeki düzeni belirleyen unsurlar olarak var olmaya devam ederler. Ailenin reisi erkektir, kadının uyması gereken kuralları belirleyense, erkek aracılığıyla, dindir. Kadın eksik cins olarak bu kurallardan sapma gösterirse erkek onu uyarmakla görevlidir. Eteğinin boyu, kimlerle arkadaş olacağı, nereye gidebileceği, nelerin yasak olduğuna kadar geniş bir yelpazeye yayılır bu görevin kapsama alanı.

Erkek parayı getiren, kadına ve çocuklara bakan, dolayısıyla bütün kararları alma yetkisine sahip olandır. Kadına düşen evdeki düzeni sağlamak, yenen yemeği pişirmek, çocukların bakımı ve eğitimleriyle ilgili yapılması gerekenleri yapmaktır.

Ben babamın ev içinde herhangi bir sorumluluk üstlendiğini hiç görmedim. Defalarca tekrarlanmış bir sahnedir. Salonda oturuyoruz, ben mutlaka kitap okuyorum. Babam uyuklamıyorsa eğer, Cumhuriyet gazetesinden bir makale okuyor. Babam anneme sesleniyor. Annem salona geldiğinde, ondan su istiyor. Su sürahi içinde, salondaki masanın üstündedir. Ben her defasında şaşkınlıkla bakıyorum. “Neden sen kalkıp kendin almıyorsun? Ya da en azından benden isteyebilirsin.“ Ama annem hiçbir tepki göstermeden, her defasında babama suyunu veriyor.

Kesinlikle şiddet yok. Ne bana, ne de anneme. Anne bazen bir terlik fırlatıyor bana ve peşimden koşuyor. Salonun ortasındaki masanın etrafındaki kovalamaca, sonunda yakalayabilirse bir tokatla sonlanıyor. Ama bileğini tutup kendimi koruyacak güce eriştiğim 14 yaşlarımdan itibaren o da bitiyor.

Evde islam dininin hemen hemen hiç hissedilmediği bir Türk ailesinin yaşamı bu. 70’li yıllar. Küçük bir azınlık dışında Türkiye’deki tipik modern aile düzeni budur. Kadının çalıştığı ailelerde, ev içindeki sorumluluklarından hiçbir şey eksilmez. Yalnızca zorunlu olarak ev işlerine yardım eden bir kadın gelir eve, haftada birkaç gün. Erkek yine elini soğuk sudan sıcak suya sokmaz.

itirazlar yükselecektir. ‘Artık erkekler kadınlara ‚yardım ediyor’ çünkü. Salatayı filan yapıp elektrik süpürgesini itiyorlar odadan odaya. Migros arabasını da iten onlar. Ama market koridorlarında dolaşan erkek kalabalığına bakın, yüzlerinden düşen bin parça. Ve o araba pek bir eğreti duruyor önlerinde. Akşamları play station oynamak için karılarından izin alıyorlar ergen çocuklar gibi. Bu da yurdumun aile düzeninin post modern versiyonu.

Geleceğin kurtuluşu kadınların isyanından geçiyor. Kadın kadınsı özelliklerinden utanmadan yaşamaya başlamadan, erkek kendisine öğretilen ve aslında doğuştan getirmediği artık bilimsel olarak da gösterilen erkeksi özelliklerini bir kenara bırakmadan, 6 bin yıl önceki mutlu, huzurlu ve hiçbir şey yapmak zorunda olmadan, sadece var olmaktan keyif alan, birbirini sahiplenmeyen, hayatı birbirlerine cehenneme çevirmeyen kadın ve erkeklerden oluşan ve aslında hiçbir şekilde ütopik olmayan dünya düzenine geri dönebilmemiz imkansız değil.