bugün

ayrılık

"... yani anlayacağın, ayrıldık işte. son bir senem böylece çöpe gitmiş oldu..." dedi. arkadaşımın böyle söylemesine üzülmüştüm. ayrılık da sevdaya dahilse, ilişki için olası sonuçlardan biriyse şayet; bütün güzel anıların da bu doğal sonuçla birlikte çöpe gönderilmesi beni biraz incitmişti. tabi ki ona bir şey söylemedim. söyleyeceklerimi peşin peşin söylemiştim çünkü. henüz hiçbir şey için geç olmadığını, bazı şeyleri yüz yüze tekrar konuşmaları gerektiğini uzun uzun anlatmıştım. bu gece artık konuşan değil, dinleyen olma zamanım gelmişti.

ayrılık gibi tatsız bir konu hakkında konuşmak her zaman olduğu gibi yine çok zordu. aralarda uzun sessizlikler oluyor, en son söylenen sözler unutuluyor, konunun başı ile sonu birbirine karışıyordu. arkadaşımın içkisi bittikçe yenisi geliyor, bense hala aynı portakal suyunun içinde pipetle adeta define arıyordum. konuşma aralarındaki boşluklarda mekanı incelemek için yeterince vaktim de oluyordu. eskimiş ahşap mobilyalarla donatılmış küçük ve şirin bir yerdi burası. neşeli olduğumuz başka bir günde tekrar gelir miydik acaba...

arkadaşımın telefonu aralarda çalıyor, bir hışımla arayanın ismine bakıyordu. sırayla abisi, annesi, babası aramıştı. ciddi düşündükleri ve o düşünceyle hareket ettikleri bir ilişki olduğu için aileler tanışıyordu elbette. zamanında birkaç yüzük takılmış, aileler arasında birtakım sözler verilmişti. dolayısıyla bugünkü vaziyetten aileler de haberdardı. arkadaşımı sırayla arıyorlar, hepsi kendi düşüncesine göre telkinlerde bulunuyorlardı. izlemesi oldukça can sıkıcı bir manzaraydı.

mekanın içinde arada sırada ayakta dolaşan yaşlıca bir adam dikkatimi çekmişti. ağzında sigarası, elinde viski kadehi ile sürekli birilerine selam veriyor, bazı masaların yanına uğrayıp insanlarla sohbet ediyordu. tavırlarındaki rahatlık mekanın sahibi imajı çizse de, kadehleri bardan alırken ücretlerini peşin ödemesi dikkatimden kaçmamıştı. mekan sahibi değildi ama belli ki mekanın sadık müşterilerinden biriydi. bir süre sonra o da bizi fark etti. hafifçe gülümseyerek bize doğru yaklaştı. ayrılıkla ilgili söylediğimiz sözler kulağına çalınmış olacak ki masamızın konusuna hakimdi. kibarca selam verdikten sonra hızlıca konuya girdi. kadın erkek ilişkileriyle ilgili ufak bir girizgah yaptı. anlattığı şeylerin daha önce birçok kez provasını yaptığı belliydi, adeta bir kitap sayfası gibi akıcı ve düzgün konuşuyordu. biz de anlattıklarını büyük bir ciddiyetle dinliyorduk.

kısa bir süre sonra arkadaşımın tekrar telefonu çaldı. telefonu açtı ve ailesinden gelen yeni stratejileri daha iyi duyabilmek için biraz uzağa doğru yürüdü. arkadaşımın uzaklaştığını fark eden yaşlı bilge artık tamamen bana konsantre olmuştu. ayrılan kişinin ben olduğumu düşünmüş olacak ki ayrılıkla ilgili özlü sözler söylemeye ve nasihatler etmeye başladı. "... Ayrılık bir andan ibaret değildir. ayrılık bir süreçtir. ne zaman başladığını iyi tahlil etmek gerekir." gibi sözler söyledi. söyledikleri ilgimi çekmişti. bir yandan portakal suyumu yudumlayıp bir yandan kendisini dinliyordum. bir süre anlattıktan sonra durdu: "Ayrılan sen değilsin, değil mi?" diye sordu. içeceğimden anladı herhalde. kim ayrılık ertesinde bara gelip portakal suyu içerdi ki? "Hayır, ben değilim." diye cevap verdim. gülümsedi. sigarasından derin bir nefes çekti. "umarım anlattıklarım gücüne gitmemiştir delikanlı. öyleyse de kusuruma bakma. benim adım acı gerçekler..." dedi. "memnun oldum acı bey. yalnız bu gece umarım ben kazanacağım. çünkü benim adım da umut!" diye karşılık verdim. sözlerim hoşuna gitmişti. kibar bir kahkaha attı. sigarasını tuttuğu elini yavaşça başına yaklaştırarak selam verdi. sonra sessizce masadan uzaklaştı.