bugün

ben bu yazıyı sana yazdım

"Eşyalar toplanmış..."

Türkçesi böyle başlardı. Tanju Okan mı söylerdi? Onun içkiden ve hayal kırıklıklarından, acılardan, umutsuzluklardan, sıkıntılardan şişmiş Pavarotti gövdesiyle, hem erkekçe tok, hem insanca yumuşak sesiyle söylediği şarkı değil ama şimdi aklımda kalan, Elbette "aslı"; Serge Reggiani.

Reggiani. Şu ufak tefek adam. Eskiden oyunculuk yapan, bir ara borç gırtlağı aşınca, "senin sesin fena değil, şarkı söylemeyi denesene, üç-beş frank kazanır, borçlarını ödersin hem", öğüdünü verdikleri Reggiani. Öyle bir şarkıcı oluveriyor ki, kendisi de şaşıyor! ilk "albümü", kapağı siyah-beyaz, içinde en "baba" türküleri, sakalı iki günlük, gözleri kırık, belli ki çok görmüş, çok çekmiş, 1968 yazında herkesi allak bullak etmemiş mi? merhum attila ilhan'da zırt pırt bu sonradan Fransız reggiani için 68 yazını her anlatışında methiyeler düzmez miydi?

işte Reggiani'nin Ma Femme türküsü.

"Kadınım"...

Çok Fransız Reggiani sesi, Gauloises cıgarası kadar, makine kahvesi kadar, o kahveye batırılan ayçöreği kadar, "Paris metrosunun kızgın kauçuk, elektrik, ozon kokusu kadar Fransız.

Ama "olay", nasıl derler, "evrensel".

Kadındır giden. Eşyalar toplanmış. Adam evde yalnız. Kadın gitmiş de, eşyaları "aldıracak".

Ey dünyanın terkedilen erkekleri, birleşiniz!

Giden kadınınızdır. Nikahlı karınız yani.

Benimki öyle gitmemişti. Giden ben olmuştum.

Hatırlar mısın, seninle bir ara oturduğumuz o bilmem kaçıncı katta, içinde at koşturulan, eşyamızın, hani o sonradan "toplanan" eşyamızın salonunda, yatak odasında, oturma odasında bir köşede hap kadar kaldığı o yaylada, yere çöker, ya eski püskü müzik çalarda, ya benim en az onun kadar külüstür Dual "pikapta" Beatles çalardık, en çok da The Fool on the Hill... Beatles'ı, pek severdin, "daha ziyade" Yesterday, Michelle falan, ben de şu dağın tepesine bağdaş kurup hiç kıpırdamadan oturan, oturup da dünyanın nasıl fırıl fırıl döndüğünü seyre dalan deliyi tutardım... Güneşin batışını seyrederdi, gözleri ellerinde, kimse onu ciddiye almazdı, kimse adam yerine koymazdı, o öylece oturup dururdu tepesinde. Kendime aklım sıra paylar çıkarırdım, tepedeki deli, daha doğrusu "abdal", artık belki "aptal" belki eski anlamıyla, on üçüncü yüzyıldaki sözgelimi, "abdal", bendim elbette! Benimle dalga geçerdin.

Oysa senin sevdiğin türküler, hele hele o Yesterday daha geçerliymiş meğer! Daha dün, sevgi bize kolaycacık oynanan bir oyunmuş gibi görünürdü, öyle mi, şimdi o kadın gitti, neden gitmesi gerekti, demedi bana, ben de bilemedim...

Oysa pek güzel anlatmıştın.

Kusura bakma, bilemedim. Belki de şu ikide bir ısıtılıp ısıtılıp önüme sürülen bayat yemeği, kadın-erkek eşitliği öyküsünü fazla ciddiye aldım. Yeni kiralanan evin badanası boyasıyla yakından ilgilenmek gerektiğini, kapıcıyla nasıl "muhatap" olunacağını, akşam gelirken Migros'tan iki koca torba doldurmanın "güçlü erkek" imgesi vermeye yetmeyeceğini, bol ve düzenli para kazanmak zorunluluğunu, musluk tamircisi gidip getirmenin evliliği yürütebilmek için önşartlardan belki de birincisi olduğu gerçeğini es geçtim.

Oysa ben sana dişmacunu tüpünü neden ortasından sıktığını sormuyor, akşamları "mesaiye" kalıp saat dokuza doğru bir karış suratla eve dönmenin kavgasını etmiyor (şu fazla mesailerden de fena halde kuşkuluyum ya, neyse, geçmiş gün oldu artık...), neden sıcak yemek yerine içine şeftali doğranmış yoğurt var diye tantana etmiyordum, amanın pek de uygar erkektim canım, sana bir fiske vurmak bir gün bile aklımın ucundan geçmemiş, ayağını sıcak sabunlu sularla yıkatan hayvanlardan olmamış, "amiyane tabiriyle" karnına sadece bir sıpa bırakmıştım...

Neden yürümedi öyleyse?

Beni pek çocuk bulurdun her zaman. Tanrı beni o çocukluğumu yitirip büyümekten korusun, başka türlü nasıl yaşardım bu ülkede? Mesleğim büyük adam, akıllı adam işi mi ayrıca?

yitip gittim mi? hayır... kadınlar kızlar peşimde koşturuyor, eskisinden çok daha fazla para da kazanıyorum, pöh, daha fazla içiyorum, mide ağrılarım daha sık yokluyor, alnıma belki çizgilerden iki tane daha eklendi ama kulak asma... Bak, pek büyük adam oldum canım! işit de inanma, her hafta başka bir kadının yatağına giriyorum, bu nasıl hıyar bir övünme kaynağı, ne dangalakça bir başarıysa artık...

Yani ne olacaktı?

Boktan mühendisliğe devam edip, sana güvenlik sağlayacaktım, bana daha az hakaret edecektin, gül gibi geçinip gidecektik!

Eşyalar toplanmadı... Bir kere eşyalar toplanmaz, eşya toplanır, eşya zaten çoğuldur, Tanju bunu bilmiyorsa kendi sorunu... sıçayım onun da yapacağı işe!

Toplanmadı, hepsini sana bıraktım, yatak takımları, şifonyer, büfe, buzdolabı, çamaşır makinesi, televizyon, bulaşık makinası, fırın mırın hepsini, arabayı da, iskemleleri de, tabak çanağı da, kaşığı çatalı da, plakları da, kilimi halıyı her bir şeyi, yalnızca kitaplarımı ve giysilerimi alıp çıktım.

Ondan sonra da bir türlü iki yakam bir araya gelemedi.

iyi ki de öyle olmuş. o boktan fırında pişecek tavuk uğruna günde beş öğün ne kadar beceriksiz, ne kadar hayırsız, ne kadar sefil olduğum lafını yemek hoş değildi.

Tabii, senin Balık olduğunu unutmuştum...

Hiçbir Balık kadının ömrü hayatında tek erkekle yetinemeyeceğini. tek kocayla hayatını geçiremeyeceğini düşünememiştim.

Bunları Linda Goodman'ın kitabında okuması hoş oluyor da, hayatın da kazığını yiyince şu burçlar murçlar "safsatasına" daha başka türlü bakıyorsun... Al işte Elizabeth Taylor, Balıkların anası, beş koca eskitmiş karı!

hatırlar mısın, ne zaman devlet bahçeli'yi televizyonda görsen, "bu adam dedeme çok benziyor o yüzden çok seviyorum" derdin... aşırı şapşaldın ama çok güzeldin!

Sanırım aradan zamanda değişmemişsindir, olsa olsa daha da güzelleşirsin, giyime kuşama akıl almaz derecede (ya da tam tersine, akıl alır derecede) düşkün olduğun için eminim daha da, pek çok daha da güzelleşmişsindir, seni uzun süredir görmedim ama eminim bundan.

bilemedim, ne yapalım, yükü de, parayı da, güvenliği de paylaşırız sandım. Belki "gavur kültürü" almış olmanın, yani yabancı okulda okumanın etkisi mi, hani papazın karşısında yüksek sesle tekrar ederler, iyi günde de, kötü günde de beraber, ta ki ölüm bizi ayırana kadar... (Öyle ya, öküz ölünce ortaklık ayrılıyor)... iyi günde yanında olan kadının kötü günde kıçına tekmeyi vuracağını, ölüm ayrılığından önce Türk Medeni Kanunu'na uygun başka tür bir ayrılık da bulunduğunu düşünemedim.

Sonra, artık kendi üç-beş parçamı alıp evden çıkacağım günün sabahı, bana "üç yılda hatırladığım toplam iki gün" demiştin... Koca üç yılda hepi topu iki günlük iz bırakabilmişim sende, sahi, gerçek mi?

Peki, hatayı nerede yaptık?

yada değişiklik ihtiyacı mı?

Arada birkaç küçük kaçamak yaptım, yapmadım değil, ama toplasan üçü geçmez, eminim sen de yapmışsındır, yapacaksın tabii, "akıllı" insan bunları görür de görmez, öyle değil mi? Eh, dört-beş yılda üç "aldatmaca" da, farmakoloji dilinde, "tolere edilebilir" bir rezilliktir.

Ben sana söyleyeyim mi neden koptuğumuzu? Ben, senin aradığın, sana senin sınıf değiştirmeni sağlayacak adam değildim. Beklentiler farklıydı, ikimiz de yanyana dikiliyorduk ama ayni yöne değil, farklı yönlere bakıyorduk. Bir dayanışmaydı omuz vermedik, sırt sırta dönüp dayanıştık. Bu da bir çeşit ayanışmaydı da, işte ancak beş yıl giderdi.

Bak nereden nereye, yıllar sonra gelip çok yakın bir arkadaşımın üst katına taşınacaksın, kimbilir dört yüz metrekare midir, paralar kazanacaksın, eve o top sakallı hergele girip çıkacak, daha başka biri de girip çıkacak, eh sonunda mutluluğu buldun mu? Onlarla da oyunlar oynuyor musun, küçük bir kız edasıyla şirinlikler yapıyor musun, onlar da şabalak oğlan çocuğunu oynayıp karşılıklı gülüşüyor musunuz şimdi?

Elbise dolabın üç yüz altmış beş gün değiştire değiştire giysen tüketemeyeceğin takım taklavatla tıka basa doludur, eminim, -çoğu deri!-, ama sana hiç kimse minik hophop tavşancık diyor mu?

Demezler. Çünkü onlar "daha güven verici". Bir kere sakallarına ak basmış, şakakları da kır, hafif göbeklidirler. Allah bilir, doğru dürüst meslek sahibi adamlar (iki meslek "icrası" arasında geçiyor ama olsun), para kazanıyorlar para! Kazanamasalar da hazırdan yiyorlar, karılarından "tokatladıkları" papellerle seni yemeğe, dansa götürüyorlar, kürkler, mürkler alıyorlar, onlar daha güvenli erkekler.

Öyle çocuk yanları yoktur.

Boyunbağı da takarlar, "prezantabl" adamlardır, koluna takıp Hıdiv Kasrı'na masrına götürebilirsin, senin yüzünü yere baktırmazlar. Ensesi kalın Kazlıçeşme kırolarıyla aşık atmayı reddeden, bunun gülünçlüğünün farkına varması erken günahı sayılan bir uyumsuz değillerdir.

Böylece anan da pek beğenir onları.

Birtakım ucuzluklar yapabilmek isterdim, Da Troppo Tempo şarkısını anmak, Türkçesini elbette, hani Ayten Alpman söylerdi, "söyle, buldun mu aradığın aşkı söyle, yoksa yalnız mısın sen gene", gibilerden ucuzluklar. Hem bize uymuyor, hem de o şarkı başka bir kadının, senin tanımadığın...

Yahu mecbur muyum sana şarkı uydurmaya? Neden illa ayrıldığım kadınları anmak için duygusal boktanlıklara saplanıp kalma gereğini duyuyorum? (Bak, işte, büyümemiş!)...

Büyümemiş ya. Hatırlar mısın, doğumgünlerimden birinde bana oyuncak itfaiye arabası göndermiştin, bir de sevimli ördek, minik bebe şampuanı şişesi... Yenisi yaklaşıyor. Bir daha gönder, gene buna benzer bir şeyler, bu kez lastik topla Parabellum tabanca istiyorum, kemeraltı'nda satıyorlar.

Büyümedim. Büyümeye de çok şükür hiç niyetim yok senin anlayacağın!

Gene çok içiyor musun? Mavi pofuduk terliklerin duruyor mu? Sağ bacağındaki minik varis ilerledi mi? Yeni sevgilin çorabını bir yana fırlattığı zaman sinirleniyor musun? Sana aldığım albümler kitaplığının bir köşesinde mi? Yatak odasındaki aynalı dolabın kapısı gene düşüyor mu? Kapıcı Muzaffer'i hatırlıyor musun? Ceyda ile Zeynep büyüdüler mi? Beni görseler tanırlar mı? Ara sıra, kötü de olsa, beni anıyor musun?

Hadi gene, ister istemez soracağım, mutlu musun?

Seni yitirmemin hesabını kimden sorayım? "Hayat şartlarından" mı, enflasyondan mı, sayın cumhurbaşkanı'ndan mı? Türkiye'den mi, kendimden mi?

Özledim tabii. Aramıyorum hayır, geri istemiyorum, ama özledim ister istemez. Artık birbirimize verebileceğimiz hiçbir şey yok, konuşacak lafımız da kalmadı, sanmıyorum, oturup da ne konuşacağız "bu saattan sonra"?

Ama özledim.

"Bir uykuyu canan ile beraber uyuyanlar"a da selam!

Kaynanamın da ellerinden öperim.