hakkında ilk defa bugün haberdar olduğum edebiyat türü. duyduğum andan itibaren "edebiyatın da yeraltısı mı olurmuş be! mısra, betimleme, düz yazı, redif, ikinci yeni falan filan işte. ne yeraltısı, edebiyat bu, toptan bu!" diye tekrarlayıp duruyorum nedensiz bir sinirle.
galeride otururken kadınlardan konuşuyorduk çocuklarla. en son hayasızca "selma da doğum yaptıktan sonra o muhteşem kasayı dağıttı be abi" dedi hadsizin biri.
neden sonra apansız belediye avukatı mehmet arkadaş boğazını temizleyip söz aldı;
"çirkin kadınları sevmeli en çok aslında. en derin acılar, en büyük tutkular, en sarsıntılı sevişmeler hep onların elinden çıkar. çok seviştiğimden değil ha çok okuduğumdan"
deyince şaşırdık. mehmet arkadaş çok sevişirdi ama o yalan beyana değil de çirkin kadınlarla ilgili ne okuyup nasıl bu kanıya varabilir diye şaşırdık. hayretimize tahammül edemediğinden zağar devam etti;
"yeraltı edebiyatı! varoluşçu adamların, bir derdi olan kalemlerin, boku, lağımı anlattığı kitaplar. kusursuzların değil, hayatın ve hayalin aksine, kötü, çirkin, küfürbaz adamların kahraman olduğu kitaplar. pembe değil gerçek, kurgu değil kader, olması gereken değil olup biten. güzel kadınlar değil ayva göbekli kadınlar. sözüyle ıslatan değil erken boşalan adamlar. mutlu son değil intihar babako anlıyor musunuz?"
anlamıyorduk. "selma bahsini kapatın evli barklı kadın" deyince ben, utandılar; konu dağıldı. "valentino rossi de ne adam be akıyor akıyor!" diyecek oldu mehmet arkadaş. "edebiyat bitti resme mi geçtik yeter yahu daraldım" deyince konu kapandı.