savaşlar yüzünden sürekli göçmek zorunda kalan bir türk ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi, kendisini devletine adadı ve elin yabancı düşmanı tarafından değil de vurmaya kıyamadığı ülkesinin gericilerince şehit edildi.
ruhun şad olsun.
--spoiler--
Annesi Zeynep Hanım, aile seceresini gazeteci Feridun Kandemir’e şöyle anlatır: “Ben de merhum babası da Giritli, Kandiyeliyiz. Babasının oradaki lakabı ‘Karavan’ idi. Ona ‘Karavan Hüseyin Efendi’ derlerdi. Girit’i çok severdik, orada doğmuş, büyümüştük, Girit’ten başka yer yok sanırdık. Bir sabah babası gelip de ‘Burada artık yaşayamayacağız, gitmeliyiz’ dediği zaman şaşırmış kalmıştım. Tanıdıklarımızdan, akrabalarımızdan bazılarının Girit’i terk etmemiş olmalarına rağmen oradan ayrılmak aklıma gelmiyordu, zevcemin sözlerini gene şaka sandım.
GiRiT’TEN ANAVATAN’A
Nihayet tam otuz sene evvel bir gün bu şaka hakikat oldu ve derlenip toplandık, bir vapura atladık, yola çıktık. Zevcemin Girit’te emlâki, arazisi vardı. Aynı zamanda rençperlik ederdi. Halimiz vaktimiz yerinde idi. Ayrılırken neyimiz var neyimiz yok düşünmeden satabildiğimizi sattık, satamadıklarımızı öylece bıraktık. Evvelâ izmir’e geldik. izmir’de beş ay oturduk. Sonra Adana’ya gittik. Adana’da yerleşmek istedik. Olmadı, 7 ay sonra Kozan’a gittik. Kozan’da bir müddet boş oturduk, sonra zevcem gene rençperliğe başladı. Girit’teki kadar kazanamıyorduk. Fakat rahattık, her gün bin hakaret ve tehlike içinde yaşamaktan kurtulmuş temiz, mesut bir yuva kurmuştuk.
Kozan’a gelişimizin dördüncü senesi ‘O’ dünyaya geldi (1906). (Zeynep Hanım burada hıçkırıklarla sözlerine devam eder) Ali vardı, fakat bir erkek evlat daha istiyordum. O dünyaya gelince ben de babası da çok sevindik. Çok sevindik, çok sevindik… Kim derdi ki bugün ona ağlayacağım.
Gürbüz bir yavru idi. Küçüklüğünde hiçbir hastalık çektiğini hatırlamıyorum. Yalnız bir defa hafif sıtma geçirdi. işte o kadar… Adını Mustafa koymuştuk. Kozan’da onu mektebe vermedik, zaten yaşı da müsait değildi. Altı buçuk yaşında iken Kozan’dan ayrıldık, Aydın’a gittik. Bütün akraba ve taallükatımız da Girit’ten gelmiş, Aydın’a yerleşmişlerdi, hâlâ da oradadır. Aydın’da ilk defa onu mektebe verdik. Zaten Aydın’a gittiğimiz günden beri ‘mektep, mektep’ diye kıyameti koparıyordu. Mektebe giden çocukları gördükçe, ‘Beni de mektebe gönderin’ diye ağlardı. Mektebin de en çalışkan çocuklardan biri idi… Geceleri defter ve kitaplarının başında geç vakitlere kadar dersine çalışırdı. Ekseriya biz yattığımız halde o hala çalışırdı. Sokakta arkadaşlarıyla oynamayı sevmezdi.
Aydın’da 4 sene okudu ve diplomasını aldı. O gün sevincinden çıldıracaktı. Hiç unutmam geldi, boyunlarımıza sarıldı, ellerimizi öptü ve köşeye geçerek büyük, yaşlı başlı bir adam hal ve tavrı ile: ‘Amma daha okuyacağım, daha çok, çok okuyacağım’ dedi. Peki sonra ne olacaksın? dedik. Uzun uzun düşünde, birden bire: ‘Ben de hocam gibi muallim olacağım’ dedi. Daha o vakitten muallim olmayı kafasına koymuştu. Aklının erdiği kadar muallimliğin iyiliklerini, meziyetlerini anlatır dururdu.”
‘AÇ BIRAKIN FAKAT OKUTUN!’
Zeynep Hanım’ın anlatımına göre Aydın işgal edilince Antalya’ya yerleşirler. Kubilay’ın burada babası vefat eder. Sıkıntı çekerler. Kubilay’ı okutamazlar. Terzi yanına çırak verirler. Kubilay buna çok üzülür ve ‘Beni aç bırakın fakat okutun’ der. Kubilay 2 ay buraya devam eder. Sonra kaçar ve okula yazılır. Düşmanın izmir’de denize döküldüğü Antalya’da duyulduğunda Kubilay sevincinden bayrak elde eve koşar ve ‘Anne gözün aydın, bugün bayram var, kurtulduk’ der. Sevincinden gece uyuyamaz. Ondan sonraki hali de değişir ve daha neşeli olur.
Artık izmir’e gitmeye karar verirler. Bir hafta sonra da yola düşerler. Büyük oğulları iş bulamaz, sıkıntı çekerler ama Kubilay’ı okuldan mahrum etmezler. Onu yatılı okula verirler. Ali’leri de bir sürü sonra iş bulur ve durumları düzelir. Bu arada Kubilay da bir süre sonra bir hadise sonucu Bursa’ya gönderilir. Burada okulunu bitirir ve Aydın’ın Sultanhisar kasabasına öğretmen olarak atanır. Daha sonra Aydın Gazipaşa Mektebi’ne geçer. Kendisi gibi öğretmen olan Vedide Hanım’la evlenir. Bir yıl sonra Vedat Aktuğ (Ö: 2002) dünyaya gelir. Annesini de yanına aldırır. Annesi yanlarında 14 ay kalır. Kubilay eşiyle anlaşamaz ve ayrılır. Bu olay hem annesini hem de kendisini üzer.
Bir süre sonra da askere alınır. Yedek subay olarak önce istanbul Harbiye’de eğitim görür ve daha sonra Menemen’e gönderilir. Burada çiçeği burnunda yedek subayken o talihsiz olay olur. 23 Aralık 1930 günü sabah erkenden 29 kişilik birliğiyle -belinde tabancası bile yokken- olaya müdahale eder. Gericiler Kubilay’ı önce kurşunla yaralar, sonra da başını alkışlar arasında keser.
--spoiler--