bugün

labrador retriever

koruma güdülerinin olmadığına inanılan köpek cinsi.

yaklaşık dört sene önceydi. cumartesi sabahtan toparlanıp, incir boğazı'na kamp yapmaya gittik. tabii kampa giderken vazgeçilmez partnerim ares'i de yanıma alarak gittim. masalar kuruldu, çadırlar yerleştirildi, ateş yakıldı vs.

acil bir telefon görüşmesi yapmam gerekiyordu *. incir boğazı'nın coğrafi formu vadi gibi olduğu için telefonlar çekmiyordu. ben de sahil tarafına yürüdüm ve tepeye doğru çıkan patikadan yaklaşık 300-400 metre boyunca yol aldım. haliyle ares'de benimle beraber geldi. ares'le orman yürüyüşleri yaptığımız zaman her daim benden belli bir yard uzaklaşır. kokusunu bırakır, etrafı koklar, yeni şeyler keşfetmeye çalışır. ben telefonla konuşmaya başladığım esnada ares gözden kayboldu. neyse, nasıl olsa bulur beni diyerekten görüşmeme devam ettim.

o sıra yakın çevreden gelen çakal seslerini işitmeye başladım. kız arkadaşım "onlar ne ya?" falan diyor ben de önemli değil, gelinciktir falan diyorum. panik olmasını istemedim ama sesler iyice yaklaşmaya başlayınca ben panik oldum. "beni aşağıdan acil çağırıyorlar, seni sonra ararım." dedim ve telefonu kapattım. işin enteresan tarafı çakallar ödlek hayvanlardır. insandan kaçar ve asla yaklaşmazlar. ben muhtemelen yavrularına yakın bir yerde telefon görüşmesi yaptığım için dibime kadar geldiler. bana bir şey yapamayacaklarını biliyorum ama ay ışığında karşımda dikilmiş 20 tane göz görünce ister istemez tırsıyorum. elimde savunma yapabileceğim tek şey, hokkalı bir taş.

içimden; "ulan ares tam uzaklaşacak vakti buldun. eşşoolusuuu" dediğim esnada aşağıdan gelen daha iri bir hayvanın sesini işitmeye başladım. ama sesler öyle böyle değil. resmen ayı geliyor. gürlemeler, nefes nefese kalmalar.. ben tabii iyice tırstım o an. ulan dedim, telefonla görüşeceğim diye kurda, kuşa yem olacağım. sırtımı denize doğru verdim. aşağısı uçurum. en kötü kaya kaya denize kadar inmenin planlarını yapıyorum.

o ara aşağıdan gelen sesler ve kırılan dalların çatırtıları iyice yaklaşmaya başladı. ben tam "aressss" diye bağıracağım esnada onu gördüm. biricik oğlum babasını korumaya gelmiş. ağzının kenarları sinirinden köpükler içinde kalmış, gözlerinin parıltısı ay ışığında bile xenon gibi parlama efekti veriyor. sırtının üstü kirpi misali, kuyruk desen kamçılaşmış. yanımdan bir hışım geçti ve sürünün olduğu yere, çalılara doğru hiç düşünmeden atladı. ben peşine gitmeye çalıştım ama inanılmaz dikenlik bir alan. yol katedemiyorum yani. sesler uzaklaştı.. ben arkadan bağırıyorum oğluma; "oğlum gelll, buraya gell" iki dakika sonra yanıma koşan ayıyı yine gördüm.

"durr oğlum yavaş.. yavaş ulann" demeye kalmadan yere yığdı beni. her yerim salya sümük içinde kaldı. yalıyor, ince ince sesler çıkartıyor, bana bir şey olduğunu sanıyor. gecenin zifiri karanlığında 10 dakika boyunca yerde oyun oynadık onunla. hayvan beni iyi görünce mest oluyor tabii. o hengamenin içinde telefon ekranım bile çatlamış düşünün. öyle bir kaba kuvvet içerikli bir sevgi bu.

ayım benim, tosunum, tosbalağım. şimdi sana koruma güdüsü yok diyenler bir daha düşünsün.

ırk, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin, tüm köpeklerin sahiplerine karşı koruma güdüsü top seviyededir. kimi ırk daha ön plandadır fakat bu ırk hiç korumuyor demek en büyük yalandır. adam canı pahasına koştu 20 tane çakalın arkasından. işin enteresan tarafı; kampa gittiğimiz zaman ares hep etrafta dolanır, bize pek salça olmaz. ama o gece ateşin başında sabaha kadar oturdum ve o da sabaha kadar benim yanımda yerde yattı.

canım oğlum benim.

görsel

what do you see in those yellow eyes?

http://i.hizliresim.com/O0kd6Q.jpg

bu klibi ve parçayı oğluşuma armağan ediyorum *

https://www.youtube.com/watch?v=PVzljDmoPVs