bugün

flamacı uğur

(bkz: Uğur iris)
Bestekar lakaplı Orhan Ölçen’in hazırladığı; Galatasaray tribün tarihini anlatan, “Aslan Yürekliler” kitabından alıntıdır..

Flamacı Uğur (iris, 1966)

Flamacı Uğur’la tanışmam bir basket maçına rastlar. Darüşşafaka’da (Daçka) orta birinci sınıf öğrencisiyken okulun basket maçını izlemeye Spor Sergi’ye gitmiştik. Daçka o yıllarda 2. Lig’de mücadele ediyordu. 2. Lig maçları sabah erken saatlerde oynandığından biz de okuldan arkadaşlarla sabah erkenden salona gitmiştik. Rakip Ortaköy’dü. Biz sayıca Ortaköylülerden daha fazlaydık ama çoğunluğumuz henüz çocuk denecek yaştaydı. Ortaköylülerse bizim tam aksimize, çoğunluğu yaşlılardan oluşmaktaydı.
Salona girer girmez potanın arkasında, elinde dev Galatasaray bayrağı olan bir kişi gözüme çarpmıştı. Bizim maçtan hemen sonra Galatasaray’ın maçının olamayacağını biliyordum. Bu kadar erken saatte 1. Lig maçı oynatmazlardı. Galatasaray’ın o gün maçı olsa dahi anlayamadığım şey bu saatte bu adamın burada ne işi olduğuydu. Galatasaray bayrağı beni ister istemez kendine çekiyordu. Bayraklı gence yaklaştığımda onun bizim tribünden simaen tanıyıp ismini bilmediğim kişilerden biri olduğunu gördüm. O da beni tanımıştı. Yanına gidip kendimi tanıttım. Adının Uğur olduğunu, akşam oynanacak Galatasaray’ın basket maçı için geldiğini söyledi. Çok şaşırmıştım. Ben o akşam orada Galatasaray’ın maçının olduğunu dahi bilmezken, maçtan yedi saat önce, hem de basket maçına, bu kadar erken gelen birisini o güne kadar hiç görmemiştim. Uğur benden iki yaş büyüktü. O da benden dolayı o gün bizim takımı tutmaya karar vermiş, bizim potanın altına gidip dev bayrağını sallamaya başlamıştı.

Bir ara karşı takım bize faul atarken Uğur bayrağını sallayıp faul atanın konsantrasyonunu bozmaya çalıştı. Oyuncu iki faul atışını da kaçırdı. Olaylar bundan sonra başladı. Oyuncularının faul atışlarını kaçırmasına Uğur’un sebep olduğunu düşünen Ortaköylü taraftarlar, Uğur’un olduğu pota altına doğru koşmaya başladı. Önceden de dediğim gibi Ortaköylü taraftarlar hem yaşça bizlerden büyüktü hem de serseri tipli adamlardı. Uğur hiçbir tepki vermeden, bulunduğu yerden de kaçmadan, kendine doğru koşan gruba bakıyordu. Koşan grubun önündeki adam Uğur’a yaklaşır yaklaşmaz çok sert bir tokat attı. Bu tokat bize yardım eden birine atıldığından bizim tribündeki herkes tokatı kendi yemiş gibi hissetti. Biz de Uğur’a destek olmak için yanına koştuk. Karşılıklı itiş kakıştan sonra onlar yerlerine geri dönerken biz de Uğur’u yanımıza alıp oturduğumuz yere geri döndük.
Bu basket maçı ve çıkan hadiseler, Uğurla dostluğumun başlamasına vesile oldu. Uğurlar Taksim’deki evimizin hemen arka sokağında oturduklarından, Uğur’la diğer tribün arkadaşlarımla daha sık görüşmeye başlamıştık. Samimiyetimiz arttıkça ondaki Galatasaray sevgisini ve takımı için gösterdiği fedakarlığı takdirle gözlemliyordum.
Benim odamı Galatasaray resimleriyle süsleyip, güzel bir sözü de duvara flama gibi asmayı Uğur’la beraber kararlaştırdık. Söz de bizim çok beğendiğimiz bir flamada yazan, “Nasıl ki bu milletin tacıdır yıldızla ay/ Yüksel ta arşa kadar ey şanlı Galatasaray”dı. Kararı beraber verdik ama icraatın neredeyse tamamını Uğur tek başına yaptı. Uğur erkenden bizim eve geliyor, ona ayırdığımız masada çalışmaya başlıyordu. Önce yazıyı oluşturacak harfleri tek tek özenle kartonlara çiziyor, sonra bunları kesmeye başlıyordu. Çok titiz çalıştığından bu işler oldukça zaman alıyordu. Bense sadece onun çalışmasını izliyor, hatta bazen dikkatini dağıtıp iyi çalışmasına mani oluyordum. Annemle çarşıya pazara gidip üç dört saat sonra döndüğümüzde Uğur’u aynen bıraktığımız şekilde çalışırken buluyorduk. Uğur’un bu aşırı sebatkar tavrı bizim ev ahalisinin Uğur’a şüpheyle bakmasına yol açmıştı. Bu yaştaki bir çocuk nasıl sıkılmadan saatlerce arkadaşının duvarını süslemek için çalışır, anlayamıyorlardı. Bilmedikleri şey, Galatasaraylı alakalı olan herhangi bir şey için bu fedakarlığı her zaman gösterecek olmasıydı.
Çok küçük yaşta başlayan tribün maceramda, çok sayıda insanla tanışma fırsatı buldum. Karınca Ezmez Şevki’yi yaş farkımızdan dolayı tanıma fırsatım olmadığından, onu hariç tutarak rahatlıkla söyleyebilirim ki Uğur gibi bir Galatasaraylıyı hayatım boyunca görmedim. Buna bütün amigolar dahildir.
Herkes kabiliyeti ve ilgi alanı neyse o konuda ileri çıkar, kendini gösterir. Tribünde de bu böyledir. Kimisi bıçkın ve atak bir yapıya sahip olduğundan kavgalarda öne çıkarken, kimi sorumluluk sahibi olduğundan uğraş ve emek gerektiren işlerde daha çok boy gösterir. Tribün süslemeleri ve flamaların taşınması gibi… Kimisi de ön planda olmaktan hoşlanmaz ama takımının amansız bir takipçisidir. Bu insanları her gittiğiniz deplasmanlarda ve yurtdışı maçlarında görürsünüz. Adını sanını bilmediğiniz bu Galatasaray sevdalılarını simalarından tanırsınız. Çünkü her maçta vardırlar. Bir de şampiyonluklarda takımının bayrağını semtlerine, iş yerlerine asmayı kendilerine görev bilen taraftarlar vardır. Bir başka grubun takım sevgisi de farklı bir alanda ortaya çıkar. Onlar takımıyla ilgili her şeyi biriktirip toplar. Gazeteleri, kitapları, dergileri, maç günü broşürlerini, farklı tasarımlardaki atkı ve bayrakları, rozetleri, Galatasaray’la ilgili aklınıza gelebilecek her şeyi arşivlerine koyarlar.
Yukarıda bahsettiğim, tribünün farklı renklerini oluşturan bu insan tiplemelerinin tamamının bir kişide toplanmasına verilen ad Uğur iris’tir. Uğur kavgacı karakterde birisi olmadığı halde, maçlara sabahlandığı ve kavgaların yapıldığı dönemde, her sabahlamada göreceğiniz biriydi.
Onun uzmanlık alanı tribün süslemesidir. Dünya üzerindeki taraftarlar arasında bu kadar çok flamaya sahip olan başka birisi var mıdır, merak ediyorum! Uğur, stadı birkaç kez dolanacak flama koleksiyonuna sahip olduğundan kendisine “Flamacı Uğur” denmiştir. 2000 yılına kadar tribünde asılı gördüğünüz flamaların çoğu Uğur’a aittir. Maç başlamadan stada girip, flamaların düzgün bir şekilde asılması için saatlerce çalışmıştır. Zamanla bir çok flama yaptıran kişi de, bu işin meşakkatine bir süre sonra dayanamayıp, flamalarını emin ellere verme adına, Uğur’a teslim etmişlerdir.Uğur flamalarının tamamına yakınını kendisi boyayarak yapmıştır. Uğur’un flamayı boyama metodu, küçük suluboya fırçasıyla günlerce süren, çok emek isteyen bir iştir. Büyük fırçayla boyandığında, boyanın kumaşa tam nüfus etmemesinden ve rengini çabuk değiştirmesinden korktuğu için bu zor yolu tercih etmiştir. “Bütün flamalarım ilk günkü gibi, pırıl pırıl bende duruyor” diyor Uğur.
Uğur’un üstünde aslan resmi olan bir bayrağı vardı. 80’li yılların başında, ülkede askeri rejimin hakim olduğu dönemde, Uğur bir maça yine aslanlı bayrağıyla gider:
“Her zamanki gibi aslanlı bayrağımla maça gitmiştim. Ara sıra ayağa kalkıp bayrağımı sallıyordum. Bir ara astsubayın beni işaret edip yanına çağırdığını gördüm. Yanına gittiğimde sinirli bir şekilde ‘Sen stada bu bayrağı nasıl sokarsın!’ dedi. Şaşırmış, ne demek istediğini anlamamıştım. ‘Bayrağımın nesi var?’ diye sorduğumda astsubay daha da sinirlenmişti. ‘Ulan! Hem Mao’nun resmini getiriyorsun, hem de nesi var?’ diye karşılık verdi. Ben ne kadar ‘Buradaki aslan resmi, Mao’yla bir alakası yok’ desem de dinletemedim. Bayrağımı almak istediklerinde askere karşı çıkıp vermemek için direndim. ‘O zaman seni karakola götürmemiz gerek’ diyerek beni maçtan çıkartıp polis karakoluna teslim ettiler.
Karakolda nezarethanede epey bir müddet bekledikten sonra beni bir komiserin yanına götürüp ifademi aldılar. Ben başımdan geçeni detaylı bir şekilde anlatıp bayrağımı komisere gösterdim. Komiser uzun uzun bayrağa baktıktan sonra bana dönüp ‘Çocuk haklı, bu Mao’nun resmi değil, Aslan resmi’ diyerek bana da derin bir nefes aldırdı. Bu olay yüzünden tarihi 9-2’lik Adanademirspor maçını kaçırmış oldum. Diyor Uğur.
Uğur’un pasaportuna bakıp Galatasaray’ın yıllar içerisinde hangi Avrupa ülkelerinin takımlarıyla karşılaşmış olduğunu anlayabilirsiniz. ispanya, italya, ingiltere, Fransa, Norveç, isviçre, Danimarka, Romanya, Almanya, Avusturya bu ülkelerden bazılarıdır. Bu ülkelerin çoğuna üç dört defa maç seyretmeye gitmiştir. Yurtdışı maçlara da flamalarını ve davullarını götürmeyi ihmal etmez Uğur. Kopenhag’daki final maçında açılan dev bayrağın ve bütün taraftarlara dağıtılan tişörtlerin organizasyonunun başında da yine Uğur vardır. Suness’in “Ulubatlı” lakabını aldığı, Fenerbahçe Stadı’na diktiği meşhur bayrağı da oraya Uğur götürmüştür.
Şampiyonluklarda istanbul’un çeşitli semtlerine asılan, hepimizi gururlandıran dev bayrakların birçoğunun altında Uğur’un imzası vardır. Bağdat caddesi, Beyoğlu ve Kadıköy gibi stratejik önemdeki semtlere asılan dev bayrakların çoğunu yıllarca Uğur asmıştır. Hatta 2000’lerden sonra tribünde yaşadığı sıkıntılardan dolayı mecburen geri planda kaldığı dönemde, bile şampiyonluk sonrasında, Galatasaray Kulübü’nden Uğur’a telefon gelir. Uğur’un yokluğundaki şampiyonlukta, Beyoğlu’nda bir tek bayrak bile asılmamıştır.
Galatasaray kulübü, Beyoğlu’nu bayraklarla süslemesi için Uğur’a ricada bulunmuştu. Uğur bir hafta içinde Beyoğlu’nu dev bayraklarla donatır.
Türkiye’de ve dünyada futbol arşivine meraklı bir sürü insan vardır. Küçük ya da büyük arşive sahip olan binlerce kişi vardır. Arşivciler genellikle bir konu üzerine yoğunlaşır. Kimi atkı koleksiyonu yaparken, kimi de maç biletlerini biriktirir. Bazılarının dev gazete ve dergi arşivleri vardır. Uğur’un Galatasaray arşivinde ise aradığınız her şeyi bulabilirsiniz. Atkılar, formalar, maç biletleri, rozetler, dergiler ve ayıklanmış Galatasaray haberlerinin olduğu tonlarca gazete. Alman ZDF televizyonu dahi Uğur’un bu dev arşivinden etkilenmiş ve bir belgesel programında izleyicilerine göstermiştir. Tahminimce Galatasaray’la ilgili bu kadar kapsamlı bir arşive hiç kimse sahip değildir. Uğur’un amacı, ileride arşivini daha profesyonelce düzenleyip kulübe armağan etmektir.
Kartallı Kemal (Metinel) 1970’lerin sonlarında ve yurtdışında yaşamaya gitmeden önce, 1980’lerin başına kadar tribüne gelmiş, çok iyi bir Galatasaray taraftarıdır. Kemal, Uğur’u anlatırken, “O yıllarda bizim için tribün eğlence demekti. Maçtan saatler öncesinde stada girer, arkadaşlarımızla sohbet edip, şarkılar söyleyerek eğlenirdik. Uğur o yıllarda dahi biz eğlenirken kapalı tribüne flama asmakla meşgul olur, yanımıza ancak maç başlamadan az önce gelebilirdi. Bir gün kapalıda oturmuş muhabbet ederken ‘Açık çok renksiz gözüküyor. Flama asıp süsleyen kimse yok. Ben bundan sonra açığa gideceğim’ dedi. Biz şaka yapıyor sandık. inanması güç ama Uğur birkaç sene her maç açık tribüne gidip orayı flamalarıyla süsledi” diyor.
Mert ince, istanbul’da oynanan Juventus maçıyla ilgili anılarını şöyle paylaştı:
“Juventus maçında, Uğur Abi’yle beraber, her zamanki gibi sabahtan stada girip süsleme çalışmalarına başladık. Bütün gün stat içinde çalışıp, bir de heyecanı çok yüksek bir maçı seyrettikten sonra hepimiz üzerimizde bir bitkinlik hissettik. Normalde maç sonunda bizlere yardımcı olan çoğu arkadaşımız da, maçın havasına kapılmış, sonrasında da bizi unutup stadı terk etmişti. Ben, Sumo Emre ve Uğur Abi bütün stattaki flama ve süslemeleri tek başımıza indirmek zorunda kaldık. Zaten daha maç bittiğinde kendimizi çok yorgun hissederken, işimiz bittiğinde artık adım atacak gücümüz kalmamıştı. Vakit gece yarısı olmuştu. Uğur Abi’nin arabasına binip yola çıktığımızda, arabayı zor sürdüğünü fark ettim. ‘Abi iyi misin? istersen arabayı ben kullanayayım’ desem de beni dinlemedi. Üçümüz de Anadolu yakasında oturduğumuzdan Boğaz köprüsü yoluna girdik. Köprünün üstüne geldiğimizde arabamızın resmen sağa sola yalpalayarak gittiğini gördüm. Sumo Kızıltoprak’ta indi. Ben Kartal’da oturuyordum. Ama Uğur Abi’nin beni eve bırakabileceğini hiç sanmıyordum. ‘Abi, ben eve giderim, beni bırakmana gerek yok’ dedimse de dinletemedim. Erenköy’ü geçip Şenesevler’deki caminin önüne geldiğimizde ‘Daha fazla dayanamayacağım’ diyen Uğur Abi arabayı zorlukla yolun kenarına çekip, bayıldı. Aslında uyuyakalmıştı, bayılmamıştı ama baygın bir halde uyuyordu. Bir iki zorlayıp evine dönmesi için uğraşsam da uyandıramadım. Saat 02:30 civarıolduğundan minibüsler de çalışmıyordu.Mecburen arabadan inip gecenin o saatinde Bostancı’dan Kartal’a doğru yürümeye başladım. Sonradan öğrendiğime göre Uğur Abi sabaha kadar orada arabanın içinde uyumuş.”
Uğur geçimini fizik, kimya, matematik ve ingilizce dersleri vererek sağlamaktadır. Kulüp, Galatasaray’ın yabancı futbolcularına Türkçe öğretmek için öğretmen aradığında, Uğur bu işi para almadan gönüllü olarak yapmıştır.