hayatın her evresinde karşıma çıkan devasa bir lanet, neredeyse nuri alço gazozu. (ara: üşenmek)
biz insanlar, kendi kendimize ya da başkaları tarafından verilen izin ve tatiller hariç eğer çok istisna bir durum yoksa sürekli olarak uğraş ve iş üzerindeyiz.
bu bazen dönem ödevini yetiştiren liseli genç oluyor, bazen telefon faturasını ödemeye giden amca, bazen güne gelecek misafirler için börek yapan teyze, bazen de gecenin köründe karnı acıkan ve yemek yemesi gereken ben.
misyonlarımız, eylemlerimiz bambaşka ama hayat sürekli akıyor, yaşam yapılanlarla anlam kazanıyor. işte tam bu esnada, sanki içtiğimiz suya biri ilaç atıyor ve biz ne koltuktan kalkmayı beceriyoruz, ne de uyanmaya takat buluyoruz.
üşenmenin, bu kadar dış destekli ve planlı olmasını düşünmem, biraz da 'ama ben üşenmek istemiyorum'dan kaynaklanıyor. yani aslında her şey sistemli ve düzenli olabilecekken, sorumluluklarımızın her birini çalışkan minik karıncalar gibi tamamlayıp huzura erecekken; o his, o lanet duygu bütün psikolojimizi, fizyolojimizi ele geçiriyor. bundan kurtulmak, bağları çözmek, kendimizi hayatın çetrefilli yollarına atmak için, sanırım sadece psikolojik olarak bu hadiseyle beynimizin arka sokaklarında delicesine savaşmak gerekiyor.
zamanında 'ben mi kronik tembelim', 'acaba insanlar da beş saat çişlerini tutuyorlar mı' diye çok kafa yordum. ama bahsettiğim gibi, işin özü tam olarak kendimde bitiyormuş. artık o telkin mi olur, yapacağın işin bitişinin hayalleri mi olur bilemem, ama durum böyle.