bugün

eski türkiye

kimi yalancıların hep kötü yanlarını anlattığı, iyi yanlarına hiç değinmediği türkiye'dir. gençlerin bilmediği o türkiye'nin iyi yanlardan bazı manzaralar sunayım bari:

şunu iyi bilin ki demokrat parti iktidarı dönemi ve darbe dönemleri hariç, türkiye'nin demokrasiyle yönetildiği dönemlerde karşıt görüşlülere hiçbir zaman akp dönemindeki kadar kötü davranılmadı. mesela özal türkiyesi ve sonrasından dem vurayım..

muhalifleri özal'a başbakanlığı döneminde de, cumhurbaşkanlığı döneminde de demediklerini bırakmadılar. o karikatürleri, yazıları, yakıştırmaları ne kadar anlatsam eksik tarif etmiş olurum.. aslında bir çoğunda haklılık payı da vardı ama konumuz o değil... özal'ı ne kadar beğenmesek de kimseye "bana hakaret etti" diye dava açmazdı. sözde demokrasinin olmadığı o günlerde, nokta dergisi yök başkanı ihsan doğramacıyı istanbul üniversitesi'nin üstünde büyük hacetini yapar şekilde gösteren temsilini yayınlardı da kimse kimseyi dava etmezdi.

kenan evren cumhurbaşkanıydı ve istanbul üniversitesi ona "fahri hukuk doktoru" ünvanı vermişti. gırgır dergisi üstte bu haberi, "istanbul üniverstesi rektörü cem'i demiroğlu önüne geleni fahri hukuk doktoru yapıyor" ibaresiyle geçtikleri bir karikatürde, cem'i demiroğlu'nu tecavüzcü coşkun'a fahri hukuk doktoru beratı verirken çizmişlerdi. tecavüzcü coşkun'un bir eliyle beratı alırken, diğer eliyle tombala çekerek malum gülüşünü andıran sesler çıkarıyor şekilde gösterilmişti. kenan evren faşisti bile gırgır'ı dava etmedi!...

özal, aslında kıymetli bir insan olan yıldırım akbulut'u başbakan yaptığında, muhalifler akbulut'a demediklerini bırakmadılar!... aptal ve ceketçi olduğunu ifade etmeye çalıştıkları türlü fıkralar uydurdular. bir televizyon programında akbulut'a o fıkralar soruldu (ne cesaret değil mi? hayır, o zaman böyle bir soru sormak için cesaret gerekmiyordu)... yıldırım akbulut "biliyorum. eğleniyor işte çocuklar... hatta bir tanesini ben de biliyorum" dedi. spiker anlatmak isteyip istemediğini sorunca şu fıkrayı anlattı: "efendim moskova'daymışım. beni kuğu gölü balesine götürmek istemişler. kuğu gölü lafını duyunca "gelmek isterdim ama mayomu yanımda getirmemişim" demişim"

mesut yılmaz ve demirel mülayim adamlardı. tansu daha hırçındı ama o da muhalifleriyle akp'nin uğraştığı kadar uğraşmazdı. her seçim öncesi liderler muhakkak televizyonda tartışmaya çıkardı...

işte böyle... komünist ülkelerde doğanların özgürlüğün ne olduğunu anlamakta zorlanması gibi, tarihinin en faşist rejimlerinden birini yaşayan bu ülke dışında başka bir ülke görmeyenlere, geçmişi de hatırlamayan gençlere veya gerçekte demokrasiyi gibi bir talebi olmayanlara, demokratik bir ülke olsak tek biri bile akp'yi alaşağı yetmeye yetecek bunca rezalet, zulüm sana normal geliyor, diğer partilerin de aynısını yapacağını sanıyorlar.

bir de sucukçu muhasebecisi ile röportaj yapan gazetecilerin yüzlerini gözünüzün önünde canlandırmaya çalışın... söz konusu gazetecilerin kahir ekseriyeti yandaş oldukları halde, yaşadıkları korkuyu suratlarından kolayca okunabiliyor. "ya yanlış bir soru sorarsam? ya hata yaparsam?" diye ödleri patlıyor...

mehmet ali birand'ın türkiye'de ve dünyada röportaj yapmadığı lider kalmamıştı. normalde çok rahat bir adamdı. onun sucukçu muhasebecisiyle röportajını hatırlayan var mı? korkudan sicim sicim terliyordu. gözleri fıldır fıldır dönüyordu. fevkalade tutuktu. bildiğimiz halinden çok uzaktı...

hasılı, böyle bir şahıs tarafından yönetilmesini ülkesine reva görenler ne demokrat olabilir ne de vatansever..

kibir abidesi sucukçu muhasebecisi bu ülkeyi bir tımarhaneye çevirmiştir vesselam...