bugün

az

mükemmel bir hakan günday eseri.

efenim kitaba gelirsek; başta iyi başladı. güzel bir konuyu ele almış, güzel bir şeyler çıkacak bundan dedim. sonra işin rengi değişmeye başladı. afedersiniz de fantazilerin bokunu çıkarmış. bir ara "yanlışlıkla grinin elli tonu mu aldım amk hakan günday kitabı diye?" dedim kendi kendime. bayağı da sıktı. kinyas ve kayra gibi bir şaheserden sonra bu sefer büyük bir hayal kırıklığıyla "olmamış güzel kardeşim" dedim. neyse ki okuduğum kitabı hiç beğenmesem de sonuna kadar okumak gibi bir huyum var. birinci bölümün sonlarına doğru güzelleşmeye başladı.

sonra ikinci bölüme geldim, derda'nın hikayesi yani. olay tam da burada başlıyor işte. klasik olarak okudukça gelen "vay amına koyim"ler başladı. git gide daha da güzelleşti. işin içine oğuz atay da girince hepten uçuşa geçtim. gerisini tarif edemiyorum.

bir de gözüme batan bir nokta şu: özellikle birinci bölümde rastlantıların boku çıkarılmış biraz. yine de kitabın güzelliğini gölgeleyemiyor.